|

Devrimin sonu 'liberal' kölelik olmasın

Diktatörlükler yıkılıyor diye hepimiz sevinelim, buna hiçbir itirazım yok. Ancak diktatörlüklerin içinden, dünyadaki tüm diktatörlüklerin anası liberal köleliğin doğma tehlikesine de dikkat çekelim.

Enver Gülşen
00:00 - 4/02/2011 Cuma
Güncelleme: 23:44 - 3/02/2011 Perşembe
Yeni Şafak
Devrimin sonu 'liberal' kölelik olmasın
Devrimin sonu 'liberal' kölelik olmasın

Tunus'ta başlayan, Mısır'da devam eden, diktatörlüklere karşı direnişlerin özellikle Ortadoğu'da büyük halk ayaklanmalarını tetikleyeceği konuşulurken ve hemen herkes aynı şeyi söylerken bir başka perspektiften bakışı dillendirilmenin hayati bir önem arz ettiğini düşünüyorum.

Öncelikle Mısır ve Tunus'ta diktatörlüklere karşı sivil direnişin haklı bir direniş olduğunu tespit etmemiz gerekiyor. Diktatörlüklere karşı yeni direniş tiplerinin büyük oranda internet ve sosyal medyadaki iletişimler aracılığıyla tetiklendiğini de… Ancak, şimdilik pek az kimse tarafından görüldüğünü düşündüğüm tehlikeleri göz ardı etmememiz gerektiğini de düşünüyorum.

Mısır'da son birkaç günde ordunun Mübarek'e karşı halkın yanında saf tuttuğu söyleniyor. Bu konunun ve halkın ordunun ne tarafında konumlandığının, bir direnişin sivil olup olmadığı tartışması açısından oldukça önemli olduğunu düşünüyorum. Direnişin şekli dışında, bu diktatörlüklerin yerine konulacak olan yeni rejimlerin ne olabileceği üzerine de düşünmemiz gerekiyor.

ORDUNUN BELİRLEYİCİ ROLÜ

Yukarıda da sözünü ettiğimiz gibi, Mısır'da ordunun halkın yanında polise karşı saf tuttuğu konuşuluyor. Bu noktada, olaylara “dışarıdan” bakmanın ve Mısır'ı hiç bilmiyormuş tarzıyla biraz zihin jimnastiği yapmanın faydası olabilir. Mısır'daki sivil direnişin haklılığı haksızlığı konusunu ve diğer her şeyi paranteze alarak, ordu ile halkın konum ve ilişkisinin tartışılması, çekincelerimizi anlamlandırabilmek açısından önemlidir.

“Ordu halkın yanındaydı; bu yüzden 27 Mayıs halkın yönetime el koymasıydı!” iddiaları, Kemalistlerin, hatta solcuların kahir ekseriyetinin, 27 Mayıs'ın bir darbe değil halk ayaklanması olduğunu ispatlamak için ortaya koydukları en temel iddialardandır. Yani bir müdahalenin “darbe” olup olmadığı ordunun halkın yanında olup olmadığı ile tartılıyor bu zihniyete göre. Bu terazi ile bakınca 12 Eylül bir darbedir, çünkü ordu “halkın” yanında değildir; ama 27 Mayıs değildir!

Açıkçası ordunun bir güç unsuru, hatta en büyük güç unsuru olarak siyasi tartışmalarda bir tarafta olmasının, o hareketin sivilliğini belirleyen asıl unsur olduğunu düşünüyorum. Mısır'daki olaylarda her şeyi paranteze alarak, sadece güç ve iktidar açısından olaylara bakalım. Bir güç unsurunu yanına alarak değişimin, yani gücü bizzat kullanarak değişimin olsa olsa yeni bir güç merkezi doğuracağını düşünüyorum. Halkın, hangi sebeple olursa olsun en büyük güç merkezi olan ordunun yanında konumlanmasının, o hareketin sivilliğine atılabilecek en büyük darbe olduğunu ve 1917 Bolşevik Devrimi'nin benzer özelliklerinin herkes tarafından hatırlanması gerektiğini düşünüyorum.

Elbette “dünyada diktatörlükler yıkılıyor” küresel heyecanları sürerken bu sözleri söylemek kolay değil! Ben de “bakın her şey değişiyor, dünya demokrasiye doğru gidiyor, diktatörlükler yıkılıyor” diyerek horon tepmek, bayram yapmak isterim. Ama gördüğüm manzara o değil! İlkelerin bir siyasi direnişin temel unsuru olması gerektiğini ve ne pahasına olursa olsun bozulmaması gerektiğini düşünüyorum. Gandi çok uzak bir zamanda yaşamadı. Orduyu arkaya almadan da bir şeylerin değişebileceğini, üstelik İngiltere gibi zulmün başülkesine karşı silahsız direniş gösterilebileceğini gösteren Gandi...

Mısır'daki manzarayı İran'a, Romanya'ya, Ukrayna'ya benzetmemin sebebi budur. Değişim, içinden bir başka güç merkezi çıkarıyor ve o merkezlerin hepsi kendisini liberal dünya sisteminin içine doğru akıtıyor değişik biçimlerde. Evet, ben de bayram yapmak isterdim diktatörlükler yıkılıyor diye... Ama bence diktatörlükler yıkılmıyor; sadece şekil değiştiriyor. İnternet aracılığıyla kurulan bir direniş, o internetin en coşkulu şekilde aktığı liberal sistemlerin vahşetine dönüşebilir hızla. Liberal sistemler orduyu her zaman arkalarına aldılar ve onu “demokrasi” adına kullanmaktan asla çekinmediler. Ülke içindeki bir direniş, sivilse, ahlakiyse orduyu ya da herhangi bir silahlı unsuru arkasında hissetmeyi reddeden bir direniş olmalı benim ölçülerime göre. Eğer bir kez ordu ya da bir gücün bir direnişin arkasında yanında üstünde vs yer almasına prim verirsek 27 Mayıs'lar da 12 Eylül'ler de çok rahatlıkla onaylanabilir. Bin tane sebep bulunabilir mevut hükümetlerin “diktatör” olduklarına yönelik. Ve evet Türkiye için mevcut AK Parti hükümeti için dahi bin tane sebep bulunabilir.

DEVRİMDEN NE ÇIKACAK?

Diktatörlükler yıkılıyor diye hepimiz sevinelim, buna hiçbir itirazım yok. Ancak diktatörlüklerin içinden, dünyadaki tüm diktatörlük ve zulüm yöntemlerinin anası liberal köleliğin doğma tehlikesine de dikkat çekelim. Yusuf Kaplan 31 Ocak tarihli yazısında bu uyarıyı internetle ilişkili olarak yapıyor. Beyaz devrimler oluyor, tüm Ortadoğu diktatörlüklerden kurtuluyor diye sevinelim elbette; ama liberal diktatörlüklerden kurtulma yollarını da birlikte arayalım. Liberal dünya sisteminin aynileştirdiği insan ve rejimlerin “ideal” olduğuna iman etmeden, liberalizmin gözden gizlediği zulüm ve sömürü duvarlarının farkında olalım. Mübarek yıkılıyor diye sevinelim; ama yerine Obama'nın klonları gelecek diye de üzülme hakkımızı saklı tutalım. Mısır'da halk direnişi oluyor ve halk diktatörlüklere sivil bir direniş gösteriyor diye umutlanalım; ama bu direnişin ordu ile girdiği gayrı-meşru ilişkinin yanlışlığını da dillendirelim. İnternet dünyayı değiştiriyor ve demokrasiyi küreselleştiriyor diye sevinelim; ama Yusuf Kaplan'ın da belirttiği gibi aynı internetin demokrasiyi soysuzlaştırdığını ve herkesi aynileştirdiğini de ifade edelim.

Herkesin aynı noktayı gösterdiği bir olayda, farklı noktalardan çıkabilecek olan zulmün işaretlerini gözardı etmek işten bile değildir. Ve herksin aynı yönü gösterdiği bir dünya demokratik bir dünya değildir!

* Araştırmacı-Yazar


13 yıl önce