|

Felsefeli mi olsun felsefesiz mi?

Felsefesiz din eğitimi tartışılıyorken, bağlam bile sağlam temeller üzerinden yükselmiyor. Eğer din felsefesi kast ediliyorsa, kendimize özgü bir din felsefemiz yoktur. Batı''nın doğal ilahiyat dediği ve şimdilerde çözülen anlayışına biz dört elle sarılıyorsak, buralarda düşünülmesi gereken durumlar vardır!

Doç. Dr. Aliye Çınar
00:00 - 4/09/2013 Çarşamba
Güncelleme: 23:23 - 3/09/2013 Salı
Yeni Şafak
Gündem
Gündem

Yazıya bir soruyla başladık; Felsefeli mi olsun; felsefesiz mi? Okuyucudan gelen soru ise, ''konu ne?'' olacaktır. Cevap: Son günlerde belirli çevreleri meşgul eden, ilahiyat fakülteleri müfredatından ''felsefe tarihi'' derslerinin kaldırılması konusudur.

Soruya ilişkin benim cevabım ise; fark etmez. İşin aslına bakılırsa bu paniği ve heyecanı anlar gibiyim. Haksız bir duruş da değil gerçekte. Ancak işin aslı sorgulanınca, farklı bir manzara çıkıyor karşımıza. Evet, Osmanlı''nın özellikle son döneminde felsefe eğitiminin neredeyse olmaması ciddi sıkıntıyı doğurmuştur. Zira eleştirel düşüncenin damarları tıkanmıştır. Bu ise, dar zihinliliği beslemiştir.

Öte yandan yeni Türkiye''nin seküler kimliğiyle birlikte, din eğitimi veren kurumları da denetim ve gözetim altındaydı. Mesela Diyanet İşleri, modern Turkiye Cumhuriyet''inin kontrolü altındaydı; öyle ki bina olarak da başlangıçta genel kurmay başkanlığının tam karşına veya askerin gözetimi altında kuruldu.

Her şeyden önce, Türkiye''de ilahiyat fakültelerin verdiği din eğitiminin ve eğitimde felsefenin gerekliliğine eğilmeden önce, Türk eğitim sisiteminde bir eğitim felsefesinin olup olmadığını sorgulammamız gerekir. Bu sorgulamanın nihai cevabı doğru dürüst bir eğitim felsefemizin olmadığı olacaktır. Eğer köklü bir eğitim felsefemiz olsaydı, tutarlı bir eğitim programımız da olurdu.

ELEŞTİREL ZİHİN!

Eğitim felsefesi, toplumların dil ve kültürlerinin zorunlu uğrak yerleri ve nihai istasyonlarından ilham alarak oluşturulur. Oysa bizde böyle bir durum yoktur. Bazen pragmatik, bazen pozitivist bazen seküler bazen din temayüllü eğitim programları hazırlanmıştır/hazırlanmaktadır.

Dolayısıyla köklü bir eğitim felsefemizin olmamasının nedeni, felsefeyi kendi dünyamızda kurgulayacak güçte olmayışımızdandır. Kısacası, kavram üretecek rüşte ulaşmadı düşünürlerimiz! Salt felsefe eğitimi veren bölümlerde bile durum rahatlıkla tartışılabilir. Öğrenci bir yığın felsefi bilgiye sahiptir ancak, o bilgilerin doğduğu ortamdan ve ihtiyaçlardan kopuk bir tür aforizmadır, felsefi bilgi. Bu nedenle de çoğu zaman, bir tür aktarmacılıktan öteye geçmez.

Mesele İlahiyat Fakülteleri için düşünüldüğünde, daha dramatik bir durum vardır. Zira orada iki kat daha fazla aktarmacılık söz konusudur. Otantik bir İslam düşüncesi oluşturulamadığı için, yüzyıllar öncesinin düşüncesi ve ahkâmları aktarılmaktadır. Buradaki sorun bilindiği için de sözde güncellemeler yapılmaktadır.

Kendine felsefeci süsü verenlere dair bir anekdotu aktararak, zihinlere bir rahatlık getirelim: Çeşitli felsefe bölümlerinden mezun öğrencilerin katıldığı bir sınavda, adaya, ''seninle hangi felsefî gelenekte gezinti yapalım? dedim.'' Öğrenci oldukça rahat bir duruşla, bana da rahatlığı ilham vererek: ''Marxist bir caddeyi önerdi''. Ancak henüz, alt yapı ve üst yapı kavramlarını bile tartışamadık; ve açık sözlülükle, ''sizi bu yolda gezdiremeyeceğim, üzgünüm'' dedi.

İlahiyatlarda da felsefe dersleri bir avuç kişi için önemlidir. Özellikle eleştirel ve analitik zihin yapısına sahip olanlar, felsefe derslerine tutunacaksa, zaten bu yapıdaki kişi İslami ilimleri ikinci plana itecektir. Dolayısıyla bunlar için felsefe dersi seçmeli de olabilir; olmasa da bir iki felsefe dersinden, onların neşet ettiği asla veya köke, yatkınlıklarından dolayı yani felsefe tarihine ulaşmaları mümkün olacaktır.

Yeni açılan fakültelerin İslamî ilimler olarak isimlendirilmesi de gerçekçi bir değişimdir. Çünkü ilahiyat fakültelerine çoğu kişi, imam hatip okulundan sonra ya da bu mantaliteyle, dini değil; İslami ilimler tedris etmek üzere gitmektedir. İlahiyat, dinleri incelemeyi çağrıştıyor zira. Oysa bizde ise bu kurumlar, İslami ilimleri hatta, ülkedeki seküler dalgadan kaynaklanıyor olmalı ki, savunucu bir din eğitimi vermektedir.

İSLAM VE POST-MODERNİZM!

Felsefesiz din eğitimi tartışılıyorken, bağlam bile sağlam temeller üzerinden yükselmiyor. Eğer din felsefesi kast ediliyorsa, kendimize özgü bir din felsefemiz yoktur. Batı''nın doğal ilahiyat dediği ve şimdilerde çözülen anlayışına biz dört elle sarılıyorsak, buralarda düşünülmesi gereken durumlar vardır!

Öte yandan felsefe tarihi üzerinden yükselen dersler gerçekte pragmatist gayelerle verilmektedir. Din bilimleri çok iyi incelense yaklaşık yüzyıl öncesinin Batı trendi taklit edilmektedir. Mesela sosyolojinin doğuşundaki pozitivist zihniyetin etkisiyle ''toplum'' kavramı fetişleştirilerek neredeyse, materyalist bir yapı ve kategoride anlatılmıştır. Sosyoloğun toplumu tanrısallaştırmasını, din sosyoloğu büyük oranda olduğu gibi kabul etmiştir. Durkheim''ın düşüncesi irdelendiğinde, ''toplum'' kavramı, yüceltilmiş tanrısallığa tekabül etmektedir. Bu örnekler çoğaltılabilir. Dememiz odur ki, bu durumlar bize ''perhiz ve lahana turşusu'' meselini anımsatmaktadır.

Çoğu kesim de ilahiyatçıların felsefeyi kendi düşüncelerine dönüştürdüğünü söyleyerek, ülkede felsefeci ve felsefeci olmayan gibi bir gerilim yaratılmaktadır. Mesela, post-modernizm, bir bağlamdır başlı başına. Bazen eksiklik duygusundan; bazen çaresizlikten, İslam ile bağdaştırıldı post-modernizm. Oysa bu, ona dinamit koymanın diğer adıydı. Bir başka örnek verecek olursak, Hannah Arendt''ın politik bir söylemle, ''kahkaha'', karşıt gücü varoluşsal olarak küçültmek dediği durumu, hiç ilgisi olmayan hoşgörü ve tebessüm bağlamında yorumlayanlar olmuştu. Hal böyle olunca, haklı olarak bir ''Acaba?'' sorusu belirmiyor değil, zihinlerde.

11 yıl önce