|

Gündelik hayattaki sorunlarımızın üç nedeni

Toplumumuzda insanların birbiri hakkında çokça şikâyetçi olduğuna tanık oluyoruz. Çoğumuz çoğumuzun bakışından, selamlama şeklinden, misafirliğinden, ev sahipliğinden, bir soruya veya e-maile cevap veriş şeklinden, topluluk içinde bize karşı davranış biçiminden, kabalığından, saygısızlığından şikâyetçi. Bu sorunlar birbiriyle bağlantılı üç nedene dayanıyor.

Emrah Çelik
00:00 - 9/02/2013 суббота
Güncelleme: 23:28 - 8/02/2013 пятница
Yeni Şafak
Gündem
Gündem

Toplumumuzda insanların birbiri hakkında çokça şikâyetçi olduğuna tanık oluyoruz. Çoğumuz çoğumuzun bakışından, selamlama şeklinden, misafirliğinden, ev sahipliğinden, bir soruya veya e-maile cevap veriş şeklinden, topluluk içinde bize karşı davranış biçiminden, kabalığından, saygısızlığından şikâyetçi. Bu rahatsızlıkları sadece Türkiye''dekiler değil Avrupa''daki vatandaşlarımız da yoğun bir şekilde yaşıyor. Bu derecede yaygınlık kazandığına göre sorunun anlaşılabilir genel sebepleri olmalı, onlar ortaya çıkarılabilmeli ve çözüm çaresine bir an önce bakılmalı diye düşünüyorum.

KÜLTÜR VE EĞİTİM

Problemin kaynağı olarak üç nokta göze çarpıyor. Öncelikle, toplumsal mutabakat sonucu bütün ebeveynler tarafından çocuklara uygulanan prensipler bütünü yok elimizde. Ortak kavramlardan, hatta ortak kelimelerden bile önemli ölçüde mahrumuz. Bu durumda her aile kendi görgüsü, bilgisi ve olanağı ölçüsünde çocuğunu topluma kazandırmaya, geleceğe hazırlamaya çalışıyor. Sadece bu sebep bile anlaşmazlıklar için yeterli aslında. Dindarından sekülerine, köylüsünden şehirlisine, Türk''ünden Kürt''üne, Karadenizlisinden Egelisine, eğitimlisinden eğitimsizine, zengininden fakirine kadar inanılmaz bir ''kültür'' çeşitliliğinin olduğu bir ülkede hemen her çocuk farklı bir aile ve arkadaş kültüründe yetişiyor, hayata atıldığında ise hepimizin farklı derecelerde şikâyetçi olduğu malum çatışmalar yaşanıyor.

Çok önemli ikinci bir faktör, okullardaki eğitim sisteminde bulunan eksiklikler. ''Bizde neden çok sorun var?'' sorusunun cevabını, ''Avrupa, örneğin kuzey Avrupa ülkelerinin insanları nasıl oluyor da belli bir kalitede oluyorlar, en azından asgari müşterekleri bizimkine kıyasla neden daha fazla?'' sorusunun cevabını ararken de bulabiliriz. Burada, her Avrupalı iyidir, her kuzey Avrupalı kusursuz bir ahlaka sahiptir gibi bir iddiamın olmadığını söylemeye bile gerek yok; ama şu bir gerçek ki, kendi toplumumuzda eksikliğini hissettiğimiz bazı önemli hasletler onlarda var; bunun nedenleri üzerine biraz düşünmeyi öneriyorum sadece.

ARADA KALMANIN ZORLUKLARI

Hangi hasletler mi? Örneğin analitik düşünebilmek, iş ahlakına sahip olmak, anlaşmalara ve randevulara riayet etmek, başkasının kişisel-özel alanına saygılı olmak, yaş ve makam gibi hiyerarşik engelleri aşarak eleştirebilmek ve eleştiriye açık olabilmek, sağlıklı bir iletişim kültürü gibi çok temel nezaket kurallarını uygulamak, sonradan eklenmiş sıfatlarını düşünmeden insana sırf insan olduğu için saygı gösterebilmek, başka canlılara ve çevreye karşı duyarlı olabilmek vs.

Bütün bunların eksikliğini yaşama sebeplerinden biri olarak devletin eğitim sistemini sorgulamamın sebebi, Avrupa''daki eğitim sistemlerinin arkasında yatan felsefeye, zihin yormaya, fiili gayretlere az-çok tanıklık fırsatımın olması. Bizde işte o ''çaba'' olmadığı için ortaya çıkan ürün de ancak ona uygun seviyede oluyor.

İki konuyla da derinden ilgili olan üçüncü bir faktörün felsefi olduğu kanaatindeyim. Biz bütün bir toplum olarak hayata ve hayatın ''kurallarına'' bakışımızda tam olarak din ile bilim arasındaki bağı ve felsefi altyapıyı oluşturmuş sayılmayız. Allah-insan-kainat arasındaki ilişkilerin netlikle ortaya konulabilmesi, sonra da bunun hem aile hem de okul eğitimine aktarılıp sindirilmesi gerekmektedir. Aksi takdirde, toplumda çokça görüldüğü üzere hayatımızı ve zihnimizi ''parçalanmış alanlarda'' yaşamak ve sonu gelmez bir çatışmalar zincirine kapılmak durumunda kalmaya devam edeceğiz. Dini alan ile seküler alan, dini ''ilim'' ile seküler ''bilgi'', dinin kuralları ile doğanın kanunları tamamen farklıymış ve üstelik ayrı alanları ilgilendiriyorlarmış gibi bir yanılsamaya mahkum oluyoruz.

FELSEFE HERKESE LAZIM

Konunun öncelikle felsefi düzlemde halledilebilmesi gerekir ki sonradan günlük hayata ve okullara yansıması mümkün olabilsin. Fen bilimleri alanında durum iyi diyebileceğimiz şekilde ilerlerken, sosyal bilimler alanı hala terkedilmiş veya kapağı açılmamış bir halde ihmale uğramış görünüyor. Fen bilimlerinin kanunları olduğu gibi psikolojinin, sosyolojinin, pedagojinin, siyasetin de kendi kanunları olduğunu, o kanunların da Allah tarafından yaratıldığını ve onlara riayetin aynı zamanda hem Allah''a itaat, hem de bir tür ''dua'' olduğunu tam anlamıyla kabul edip benimsemiş değiliz henüz.

Bu üç alandaki eksikliklerin giderilmesi ister istemez vakit alacaktır; ama en azından zihinlerimizi yormanın emarelerinin artık görülmesi gerekiyor. Gereken çaba gösterilmediği takdirde, ancak kontrolün ya da korkunun olduğu yerde gösterilen, felsefesinden uzak olarak sadece kalıbı öğretilmiş içi boş kibarlık davranışlarına bütün bir toplum olarak tanık olmaya devam edeceğiz diye endişe ediyorum.

Toplum olarak hep rol mü yapıyoruz? Hiç mi güzel ve sahici hasletleri olanlarımız yok? Böyle bir iddiada bulunmak bütün bir ülkeye saygısızlıktır tabii; bizim her şeye rağmen dünyanın başka yerlerinde kolay bulunamayacak çok güzel özelliklerimiz var. Gelgelelim, bu gibi konulardan konuştuğumuzda hep üzülerek kendi geçmişinden, ailesinden ve eğitim hayatındaki sorunlarından söz açan bir dostumun ifadesiyle söyleyecek olursam, bizler maalesef biraz ''tesadüfen'' yetişen nesilleriz. Ümidim, bir sonraki neslin rastlantılara terk edilmeyeceği yönünde...

11 лет назад