|

Millet, milliyetçilik ve din

Milliyetçilik dine karşı geliştirilen bir ideoloji olarak dinin alanında kendisine yer edinme çabasındadır doğal olarak. Millet kavramı geleneksel olarak din ile eş anlamlıdır. Ancak günümüzde bu kavram, modern bilginin oluşturduğu bilinci ile ters yüz edilerek münhasıran bir etnik topluluk için kullanılmaktadır.

Mazhar Bağlı
00:00 - 17/12/2012 Pazartesi
Güncelleme: 00:11 - 17/12/2012 Pazartesi
Yeni Şafak
Millet, milliyetçilik ve din
Millet, milliyetçilik ve din

Güneydoğu''daki medrese-lerde talebelere ilk okutulan kitaplardan birisi de Erzurumlu İbrahim Hakkı''nın "Akidetül İman" isimli eseridir. Kitap, kısaca imanın esasları, İslam''ın temel prensipleri ve ibadeti konu edinir. Ancak giriş kısmında daha çok "ben kimim" sorusuna cevaplar aranır. Son derece didaktik gibi görünen bu başlangıcın aslında dünyayı ve dini tanımaya yönelik kurgunun kişisel tesisi için bir temel olduğu söylenebilir.

"Sen mümin misin denildiğinde tahkikle de ki: Elhamdülillah ben Müminim. İnşallah ben müminim deme. Ne zamandan beri müminsin denildiğinde Kalu Bela dediğimiz günden beri. Kimin zürriyetindensin denildiğinde de ki babamız Hz. Adem''in neslindenim. Kimin milletindensin denildiğinde de ki Hz. İbrahim (as) ''ın milletindenim. Kimin ümmetindesin denildiğinde de ki Peygamberlerin sonuncusu Hz. Muhammed Mustafa (sav)''ın ümmetindenim" diye devam eder.

HZ. İBRAHİM MİLLETİ

Sanırım bu metinde en dikkat çekici olan vurgu, ''Hz. İbrahim''in milleti''dir. Bu bağlamda Millet kavramı "din" olarak da tercüme edilebilir. Hz. İbrahim, semavi dinler için, hayatın nihai gayesini arama eyleminin hem yolunu hem de metodolojisini göstererek aynı ortak paydada buluşturulabilen bir milletin (din''in) de kurucu babasıdır.

O, semavi dinlerin "şeriatlarının" çekirdeğini ekmiştir. Elbette buradaki ifadesi ile "millet" kavramı bir etnisiteyi değil, bir inancı işaret eder. Ancak günümüzde bu deyim farklılaşarak etnik aidiyeti de işaret eder bir hale gelmiştir.

Aslında İbrahim gelenekteki millet kavramının yerine geçen etnik aidiyetli millet, doğrudan dinlere yönelik bir saldırı olarak da okunabilir. Modernleşme ile birlikte ortaya çıkan etnik milliyetçilik, kültürel kodlardan ziyade siyasal referanslara sahiptir. Carlton J. H. Hayes, ''Milliyetçilik: Bir Din'' adlı eserinde, insanın sadece doğduğu yeri sevebildiğini, diğer sınırların ise öğretilmiş olduğunu söyler. Bir milletin belirli bir sınır içinde kalanları sevmesi operasyonel bir girişimle gerçekleşir.

Nitekim İslam dünyasında pek çok insanın kafasında eskiden beri var olan "İttihadı İslam" idealinin de arkasında bu gerçek vardır. İslam milletinin bir üyesi olarak bizim için bu coğrafyadaki sınırların varlığı anlaşılabilir ama hakiki sınırlar olarak kabul edilemezler. Arızi bir duruma işaret etmesi gerekirken hakiki bir ayrıma işaret ediyor olmasının altında batı bilgisinin oluşturduğu zihinsel kodların okuması yatmaktadır.

Batılı bilginin yeni dünya için oluşturduğu paradigma, aynı dili konuşanların bir devlet olmalarıdır. Bu durum, son derece sağlıksız ve gayri insani bir siyasi projenin de oluşumuna işaret eder.

ETNİSİTE ÜZERİNDEN MİLLİYETÇİLİK OLMAZ

Aslında etnisite üzerinden siyasi bir gelecek kurgulama projesi son derece teolojik-metafiziktir. Çünkü milliyetçilik için oluşturulan akli referanslar dinlerin referanslarına karşı oluşturulmuşlar ve doğrudan dinleri hedef alırlar.

Dinlerin sahip oldukları epistemolojiyi ters yüz eden bu girişim, aynı zamanda yeni bir başka milliyetçiliğin de doğmasına neden olur. Bundan dolayı da dinin ritüellerinden çok metodolojisinin düşmanıdır milliyetçilik.

Yukarda sözünü ettiğimiz her bir kişinin kendi kavmini sevmesi, yani kültürel milliyetçiliğin politik-siyasi bir projeye dönüşmesinin izini sürdüğümüzde bahsi geçen epistemolojinin kavramsal kurgusuna da rastlarız.

Dini alandaki

kavram ve pratiklerin dejenere edilerek yeniden bahsi geçen eksende kurgulanması bizim dünya ile aramızda kurduğumuz bağın da tamamen farklılaşması anlamına gelmektedir. Dini kavramların içerik kaymasına ya da boşalmasına da neden olan bu durum, aynı zamanda bizim dış dünya ile kurduğumuz ilişkinin "nasıl" olması gerektiğine ilişkin de referanslar içermektedir.

Söz gelimi "Milliyetçilik" günümüzde uluslaşma sürecinde meydana gelen pek çok değişimi ifade eder. Uluslaşma sürecinde ihtiyaç duyulan kutsalların oluşturulması, kolektif bir bilince sahip olunması gibi konular dil üzerinden, bilgi kuramı aracılığıyla gerçekleşmiştir. Sorgulanamayan kutsalların olması, oluşturulan teolojik kurgunun bir mitolojiye dönüşmesi gibi aşamalar dilbilimsel olarak gerçekleşir.

Dilin bir enerji olduğu canlı olduğu sıklıkla dile getirilir. Onun enerji olması iki şekilde anlaşılabilir: birincisi o değer ve anlam taşıyor olmak bakımından topluma tesir eder, ikincisi de toplum zaman içinde ona katkı yaparak onu değiştirir. Bu karşılıklı etkileşim son derece doğal bir şekilde cereyan eder/etmelidir. Bunun dışındaki her bir müdahale dil ve topluma yapılmış bir müdahaledir. Bu anlamdaki müdahaleler dil faşizmi veya fetişizmi diyebileceğimiz eylemleri doğurur denilebilir ki bunlar umumiyetle ya ani toplumsal değişim peşinde olan politik girişimler veya değişimden korkan baskıcı ideolojiler tarafından tercih edilen yöntemlerdir. George Orwell''ın 1984 adlı fiksiyonu bu bağlamda meşhurdur.

DİLİ KORUMAK GEREKİYOR

Ancak nasıl dil ve topluma bu manada müdahale etmemek gerekiyorsa, dilin değer taşıması sebebiyle dilsel bir inkiraza da mani olmak gerekir. Dili canlı bir organizma olarak düşünmenin zorunlu bir sonucu olarak onu korumak da gerekir. Korunmazsa dil ve kültür yok olmaya yüz tutar ve kültürel mutasyon süreci hızlanır.

Bir dilin yok olması her şeyden önce farklılığı korumaktan geri durmak anlamına gelir ve bu oldukça ağır bir suçtur.

Diğer taraftan "parole-language" ayrımına denk düşen bir çerçeve, bireysel ve toplumsal sınırları oldukça spontan işleyişle belirler bu bağlamda. Toplum neye nasıl ad vereceğini kendi "parole"sine göre belirler. Bu açıdan bakıldığında dili ve toplumu rahat bırakmak gerekir.

Wittgeinstein''in "language game" dönemi olagelenin doğru ya da yanlış olmaktan ziyade "varolduğunu" öne çıkarır ve bu hakikaten, itiraz edilebilecek bir durum değildir.

Son olarak, milliyetçilik dine karşı geliştirilen bir ideoloji olarak dinin alanında kendisine yer edinme çabasındadır doğal olarak. Millet kavramı geleneksel olarak din ile eş anlamlıdır.

Ancak günümüzde bu kavram, modern bilginin oluşturduğu bilinci ile ters yüz edilerek münhasıran bir etnik topluluk için kullanılmaktadır. Peki bu kavramı eski, geleneksel anlamı ile yeniden doldurmak mümkün mü? Bu konudaki çalışmalar toplum üzerinden değil, epistemoloji üzerinden yürütülmelidir. İnsanlara yönelik herhangi bir ifadenin doğrulanması için toplumu alıp bir kavramın içine zorla dolduramayız.

* Prof. Dr., Yıldırım Beyazıt Üniversitesi Öğretim Üyesi
11 yıl önce