|

Müfteri ve dedikoducudan tebliğci olmaz

Jale hanım atanmasına rağmen çete ile olan ''vesayet'' ilişkisi dolayısıyla öğretim üyeleri ile olan kavgayı bitirip akademiye dönmedi. Kendisini desteklemeyen öğretim üyelerinin bir kısmına mobing uygulayarak bir kısmına PKK ile işbirliği içine girip çirkin iftiralar atarak ve bir kısmını da emniyet istihbarat üzerinden hazırladığı raporlarla karalayarak üniversiteden uzaklaştırdı.

Prof. Dr. Mazhar Bağlı
00:00 - 10/06/2014 Salı
Güncelleme: 22:51 - 9/06/2014 Pazartesi
Yeni Şafak
Müfteri ve dedikoducudan tebliğci olmaz
Müfteri ve dedikoducudan tebliğci olmaz

Gülen Çetesinin kamudaki imkanlarla elde ettikleri güç ile 17 Aralık''ta giriştikleri darbe operasyonu birden dikkatleri bunların devlet içindeki nüfuz alanlarına çevirdi. Başta emniyet olmak üzere yargı, maliye, genel müdürlükler ve üniversiteler gündeme geldi. Zira örgüt insan ve para kaynaklarını buralardan sağlıyordu. Birçok üniversite yönetiminin bu örgütün elinde olduğunu akademi dünyasındaki herkes en ince detayına kadar bilir ki bunlardan birisi de Dicle Üniversitesidir. Ben oradaki yapılanmanın tamamen gülen çetesinin elinde olduğunu ta baştan beri iddia edenlerden birisiyim. Bunu 17 Aralık darbe girişiminden önce de söyledim sonra da. Bu üniversitenin çete yuvası olmasının nedeni bizzat sayın rektörün Gülenci olmasından dolayı değildir. Rektörün atanma sürecinde bu çetenin çevirdiği dolaplardır. Kurulan tezgahın yürütücüsü olmanın ötesinde sayın rektörün bir varlık gösterme şansı da yoktur zaten. Rektörlük koltuğunda Sayın A. Jale Saraç oturmakta ama asıl işi yürüten bir konsorsiyumdur. Bu mekanizmanın asıl taşıyıcı aktörü ve aktörleri de paralel çetenin elemanlarıdır. Olaylar patlak vermeden önce gerek dekanlıklarda, gerek araştırma proje birimlerinde ve gerekse de döner sermayenin olduğu tüm birimlerin başında hep bu örgüt elemanları var. Sayın rektör sadece bir konu mankeniydi ve halen de böyledir.

Orada on iki yıla yakın bir süre görev yapmış olmam ve aynı zamanda Gülen çetesinin neler yapabileceğini hem biliyor hem de kamuoyu ile paylaşıyor olmam dolayısıyla da istemediğim halde kendimi bu konudaki tartışmaların içinde buldum.

Orada görevli iken sayın rektörün mesleğindeki kariyerine rağmen herhangi bir konuda irade beyan edebilmede zayıf olduğunu düşündüğümden ve bu durumun da idareciliğe uygun olmadığı için onu desteklemedim. Rektör adayı olduğu zaman oy toplamaya geldiğinde de bu durumu kendisi ile paylaştım. Bu hanımefendinin Gülen çetesinin sadece ''konu mankeni'' olabileceğini tahmin ediyordum ve tahminimde de yanılmadım. Bizzat bu yapının bir elemanı olup olmaması durumu değiştirmez.

VESAYET İLİŞKİLERİ

Hem kişiliği hem de vizyonu bakımından DÜ için iyi bir yönetici olacağına inandığım bir başka arkadaşı, F. Hüsnü Erdem''i destekledim. Ancak Jale hanım atandı ve benim için konu kapandı. Kaldı ki dört yıldır da bu kurumdan ayrılmışım. İdarenin takdirine herkes saygılı olmak durumunda ama iyi oldu demek durumunda da değilim.

Jale hanım atanmasına rağmen çete ile olan ''vesayet'' ilişkisi dolayısıyla öğretim üyeleri ile olan kavgayı bitirip akademiye dönmedi. Kendisini desteklemeyen öğretim üyelerinin bir kısmına mobing uygulayarak bir kısmına PKK ile işbirliği içine girip çirkin iftiralar atarak ve bir kısmını da emniyet istihbarat üzerinden hazırladığı raporlarla karalayarak üniversiteden uzaklaştırdı. (Ki bunların hepsi için örnekler var elimde.) Tek amaç vardı. Baştan aşağı Gülenistlerden oluşan bir üniversite oluşturmaktı.

Aslında bunun için uydurdukları sağlam bir gerekçe de vardı. ''Biz örgüte karşı devleti koruyoruz''. Ve nihayet devletin nasıl korunduğu somut olarak görüldü. Bu süreçte benim elde ettiğim iki tane sağlam bilgi var. Pahalı ama kıymetli bilgiler. Birincisi Gülen çetesi, herhangi bir kişiyi bir makama getireceği zaman ona rakip olan her kese her türlü iftirayı atabilir. Elinde bulundurdukları kamu gücünü kullanabilir. Zira ben diğer rektör adayları hakkında hazırlanan sahte istihbarat raporları ve atılan iftiraları bizzat gördüm. Üstelik bu durumu dönemin üniversite imamına da sordum ''harp bir hiledir'' dedi ve o da bunu teyit etti.

PARALELCİ MÜHRÜ

İkincisi de şudur: çıkarcılığın onarılmaz bir karaktersizlik doğurduğudur. Dicle Üniversitesinin bu çete ile olan organik bağını bizzat yönetimin içinde olduklarından dolayı gizlemek isteyen çıkarcı bir kesim de var. Karakter fukarası bu yapıların toplumun inşasında söz sahibi olmayı talep etmelerini de kaderimiz olarak görelim. Çıkarı zedelenmesin diye bizzat beraber olduğu kişinin varlığını inkar edip ''haşa asla böyle bir durum yok'' diyen birilerinden söz ediyorum. Ki bence onlar çeteden daha kötü bir haldeler. Demek ki bir rektör yardımcılığı ile bir genel sekreterlik uğruna her şeyden vazgeçebiliyorlar.

Üniversitedeki tüm iş ve işlemleri yürüten çetenin gölgesinde kendi grubuna da bir imkan sağlandığı için gözü kapalı, canhıraş bir şekilde bu çeteyi savunanlardan birisi de Prof. Dr. Ahmet Akgündüz''dür. Hani şu din-i mübini İslamı batıya taşıma gayesiyle ta Hollandalara hicret eden adam. Ben de kendisi ile bir yolculuk esnasında tanıştım ve son derece samimi olduğunu ''zannettiğim'' bir sohbette geçti aramızda.

Geçenlerde mail grubu üzerinden hükümeti ve kamuoyunu akl-ı selime davet eden bir çağrıda bulundu. Mail aynen şöyle:

''Akl-I Selim Sahipleri Ve Hükümetin Dikkatine! Dicle Üniversitesinde PYO''ya İl Soruşturma Mı?

Maalesef Türkiye''de Haziran 2013''den beri tam bir fitne kazanı kaynamaktadır. KURT DUMANLI HAVAYI SEVER kaidesince, bunu fırsat bilen bazı ırkçılar, iktidarı desteklemek uğruna yalan haber yapmaktan kaçınmayan bazı yayın organları, ellerine aldıkları ''paralelci'' mührünü her gelenin alnına yapıştırmakta ve Türkiye''yi daha da çıkmaz sokaklara doğru götürmek istemektedirler. Bazı hususlara dikkat çekmek vatan, millet ve din borcumdur.

1. En büyük hedefleri, Risale-i Nur talebelerini de aynı damga ile damgalayıp görevlerinden etmek ve hükümete karşı olan cepheyi genişletmektir. Mütedeyyin iktidar için en tehlikeli olan da budur. Bunun örneği çok, ama en güzeli Dicle Üniversitesidir.

DİCLE ÜNİVERSİTESİ REKTÖRÜ VE YARDIMCILARINI KİM YIPRATMAYA ÇALIŞMAKTADIR?

BİRİNCİSİ, benim de tanıdığım bazı menfi milliyetçiler ve küfürbazlar. Gazeteler bir meslekten atılan öğretim üyesinin iddialarıyla doludur. Ancak yaptığım araştırma neticesi dehşet vericidir. Bu zat amirlerine sin kaflı küfürleri tekrar tekrar yapmakla meşhur birisidir. (Eski BDP milletvekili adayı).

İKİNCİSİ; Bir AK Parti milletvekilidir ki, kendi yakın akrabasını Rektör Hanıma göndererek «SEÇİM ÇOK PAHALIYA MAL OLDU; REKTÖR HANIM BİZE BİR İHALE VERSİN» dediği nakledilen ve menfaati reddedilince aleyhe geçen bir zat olduğu söylenmektedir.

ÜÇÜNCÜSÜ; Şu anda iktidar partisinin en üst yönetiminde olan bir Prof''dur ki, bu makama gelmeden iki ay önce, Diyarbakır''a gelen AB heyetine, bizzat Üniversitede ''BARIŞ SÜRECİ BİR ALDATMACADIR; TAYYİB BEY TAKİYYECİDİR; SİYASİ MÜNAFIKTIR'' gibi çok ağır sözler söylediği, canlı şahitler tarafından bana aktarılmıştır.

2. Bu ve benzeri olaylar çoğalmaktadır ve hedef Cumhurbaşkanlığı seçimi ile 2015''de memleketin istikrarını bozmaktır. Benim bütün yetkililerden istirhamım şu hakikatleri dinlemeleridir.

(...)

3. Bir son nokta da elbetteki devlet ve hükümet, ihtilal teşebbüsünde bulunanlara, memleketi dış mihraklara şikayet edenlere ve hükümeti yıpratmak için gayret gösterenlere karşı, adli ve idari tedbirleri alacaktır. Aksi takdirde Türkiye, Mısır''a döner. Ancak bu meselede de sapla saman birbirine karıştırılmamalıdır. Paralel tabiri kullanılarak hücüm edilen insanlar arasında binlerce veliyyullah ve iman kahramanları var. İçindeki bazı müfsidler yüzünde toptan hücum asla doğru olmayacaktır. Yarayı derinleştirmek değil, tedaviye çalışmak akl-ı selimin zaruri sonucudur.

(…)

Prof. Dr. Ahmed Akgunduz Rector & President Islamitische Universiteit Rotterdam Bergsingel''

NOT

Mailin içinde var olan dini metinler ''kirlenmesin'' diye çıkardım. O ifadelerin bizim konumuzla da bir ilişkileri yoktu nitekim. Arzu edenlere tam metni verebilirim.

Bu mailde kast edilen kişilerden birisi de (üçüncü kişi) benim ve bu yazıyı yazmamın nedeni de budur. Efendim bu satırları da kendimi savunmak için yazmadım. Eğer sayın başbakan ya da AK Parti bu müfterinin dediklerine itibar edip benimle ilgili bir kanaat sahibi olacaksa kendimi savunabilecek hiçbir imkanım olamaz. Buna gerek olduğunu da düşünmem. Zira bu söylenenlerle benim aynı kategoride düşünülmem bile benim için bir züldür. Herkesin tarafını belli etmesi gerektiğini düşündüğüm bir süreçte en açık tavırları ortaya koyan birisi olarak ayrıca bir savunma ihtiyacı içinde olmayı da düşünmem. Sayın başbakanın yanında yer almanın ''ateşten gömlek'' haline geldiği günlerde durduğum yeri herkes bilir. En yetkin makamlarda oturanların bile iki anlama gelecek ifadeler kullandığı günlerde söylemem gerekeni söylemiş birisi olarak kendimi kanıtlama derdinde değilim.

Bahsettiği diğer kişileri de biliyorum, iddialarının yalan olduğunu da. Peki bu yalanları niçin uyduruyor? Menfaati için ve karaktersiz olduğu için.

Bahsi geçen AB ile ilgili toplantıda benim aldığım notlar var, muhtemelen delegasyonun da notları vardır. Herhalde bahsettiği canlı şahitlerde de var. Bunlarla her yerde ve her an yüzleşmeye hazırım. Alçaklara meydan bırakılırsa bu ülke bugün karşı karşıya kaldığı ihanetin benzeri ile daha çok karşılaşır.

Ben bu yazıyı niçin yazdım biliyor musunuz? Müfteriden ve dedikoducudan tebliğci olmayacağını bilmemiz için. Düşünün bu adam sözüm ona ''tebliğ'' için Batıya hicret etmiş. Bir gayri Müslim acaba bu müfterinin ve dedikoducunun hangi güzel (!) ahlakına bakarak dinini değiştirecek ya da İslam hakkında olumlu düşünceler sahibi olacak?

Son olarak; bu yazıda söylediklerimi aynı zamanda kendisine mail üzerinden de yazdım. Beni kasten dile getirdiğiniz ifadeleri ben kullanmadım, yalandır dedim. O da ''ben ispat adamıyım elimde delil var'' dedi. Ben de açıklamazsan alçaksın dedim. Bu restimi görünce hemen çark etti. Üslubu bahane ederek ''sizinle paylaşacak bir bilgi yok elimde'' dedi. Bırakın örnek Müslüman olmayı çıkarcı ve müfteriden adam bile olmaz.

10 yıl önce