|

Türkiye en borçsuz ülkelerden biri

'Borç' konusu, bir ekonomik durumu kötülemede kullanılan en büyük demagojilerden biri. Gazetelerin spor sayfalarında, futbol takımlarının ne kadar borçlu oldukları sürekli yazılır ancak bu kulüplerin alacaklarından ya da kulüp bünyesindeki sporcuların değerinden kimse bahsetmez. Ülke ekonomilerinden konuşurken de aynı demagoji sürekli yapılır.

Seral Köprülü
00:00 - 27/03/2014 Perşembe
Güncelleme: 22:30 - 26/03/2014 Çarşamba
Yeni Şafak
Gündem
Gündem

CHP Genel Başkan Yardımcısı Umut Oran da, ekonomi hakkında yaptığı bir yorumda, Türkiye'nin son 10 yılda borç rekorları kırdığını söylemiş. Yazıda temel hususlar gözardı edilmiş. İnsanların kredi borçlarının arttığı söylenirken, gelirlerinin de 3 kat arttığına değinilmemiş. (2002'de 3.492 $ olan kişi başına düşen milli gelir 2011 yılında 10.469 $'a çıktı.)

Diğer taraftan, 'Kamu Borç Stoku/GSYH eğrisi' son 12 yılda 61,4'lerden % 33 seviyesine geriledi. Borç artıyor derken GSYH artışındaki kat kat artışı dile getirmemek çok ciddi bir dezenformasyon. Aynı şekilde, devletin dış borçlarından bahsederken varlıklardan bahsetmemeyi, hatta varlıklardan borçları çıkarınca 26 milyar $ fazlamız olduğunu söylememeyi de kamuoyunun takdirine bırakıyorum.

TÜKETİCİ KREDİLERİNİN ARTIŞI HAKKINDA YANLIŞ BİLİNENLER

Ülkemizdeki tüketici kredilerinin yarısı konut ve araç kredilerinden oluşuyor. İstenildiği zaman konut veya araç satılarak bu kredi sıfırlanabilir. Yani karşılıkları var. Alınan her kredi karşılığında, finans kurumlarının kendilerini garanti altına alacak teminat aldığı çok iyi biliniyor. Şimdi vereceğim örnekle konunun çok daha iyi anlaşılacağını umuyorum:

'Bir kişi, 20 yıl boyunca çalışmasının sonucunda biriktirdiği parayla ev alabilir. Aynı kişi, bulduğu bir fırsat ve uygun faiz koşulları altında o evi hemen alır, 20 yıl boyunca borcunu öder. Kişi borçlanmıştır ama evine 'kira öder gibi yapacağı' ödemelerle hemen kavuşmuştur. Elbette burada karar kişiye bağlıdır.'

Nakit tüketici kredilerine baktığımızda ise, öncelikle bu kredilerinin büyük bir kısmı yine konut arsa ve taşıt alımlarında peşinat ödemlerine ait. Yani bunların da karşılığı var. Beyaz eşya gibi tüketim ürünlerinde kullanılan krediler de yaşam standartını yükseltiyor. Özellikle, 'vatandaşların gelecekleri ipotek altına alındı' iddiası, yanlış bilgilendirme gayretinden başka bir şey değil.

Kara listeye giren vatandaşlarımızın olması ve bunların içinde memurların da bulunması doğru. Ancak ülkemizdeki kişisel iflaslar, kabul gören uluslararası seviyelerin altında. Türkiye'de %5 seviyesinde olan bu rakam uluslararası standartların içinde. Ancak mutlaka hükumetin kararlı bir şekilde çözüm üretmesi gereken bir konu. Bu da kredileri yasaklamakla değil, kredi veren kuruluşları denetim altına almakla olmalı.

ÖZEL SEKTÖR BORÇLARI DEVLETİN BORCU DEĞİLDİR

Özel sektör borcu halkın veya kamunun sorumluluğunda değil. Ödenmezse borçluyu bağlar, devleti bağlamaz. Devlet ise, borçlarını ise halktan topladığı vergilerle ödemek zorunda. Dolayısıyla, sadece devletin borç yükü milletin sırtında.

Ak Parti döneminde kamu borçları azaldı. Bu yüzden muhalif ekonomistler de kamu ve özel sektör borçlarını toplayarak büyük bir rakam ortaya çıkarmaya gayret ediyor. Özel sektörün kullandığı 250 milyar dolarlık yabancı krediye baktığımızda, bu miktarda bir kredi için uluslararası güven yakalamak özel sektörün muazzam bir başarısı. Haksızca eleştiren bu zihniyet ülkemizde hakim olsa, cumhuriyetin 80 yılda yakaladığı büyümenin kat kat fazlası 10 yılda gerçekleşmezdi.

3. Köprü, 3. Havalimanı, özelleştirmeler, İstanbul-İzmir karayolu demiryolları yenilemesi gibi proje finansmanları özel sektör borcunun içinde. Bu yük devletin değil firmaların üzerinde. Bu yükün altından kalkan firmalar bu ihalelere girebilmekte ve karşılığını da kazanmakta.

Diğer taraftan, özel sektör borçlarının bir çoğu fiktif yani kağıt üzerinde. Yurtdışı bankaları Türkiye'deki şubelerine parayı borç olarak gönderiyor. Yani alacaklıyla borçlu aynı.

Özel sektör borçları içinde yaklaşık 30 milyar dolar olarak tahmin edilen kısmı ise şahısların yurtdışındaki paralarını kendi şirketlerini kredi olarak vermesinden kaynaklanıyor. Bu kurnazlığın amacı vergi azaltmak. Yurtdışı kaynaklı şirketler de Türkiye'de yatırım yaparken ana şirketten yeni kurulan firmaya borç veriyor. Bunlar da kağıt üzerinde Türk şirketinin borcu olarak gözüküyor. Bu rakamlar da borç miktarının şişmesine neden oluyor.

IMF BORCU AZALDI DİĞER KURUMLARA BORÇLAR ARTTI DEZENFORMASYONU

IMF konusuna gelince, IMF borcuyla beraber tüm borcun sıfırlanması diye bir şey söz konusu değil ve olmaz da. Büyüme amaçlı alınan krediye borç gözüyle bakarak karşı çıkmak ise klasik bir statükocu tutum. Ülkemizde yüzlerce ticari yatırım, yollar, havalimanları, tüneller ve barajlar yapılıyor. Yatırımlar hız kesmeden devam etmeli.

Kullanılan bu krediler ülkelerin 'ödeme kabiliyetinin' üzerine çıkmadığı sürece 'borç batağı' değil büyümenin lokomotifi, yani 'yatırım seferberliği'. Ödeme önceliğinin IMF'ye verilmesi ve bu borcun sıfırlanması, 'milli ekonomik politikaların' geliştirilmesi ve uygulanması konusunda atılmış tarihi adımlardan biri. Avrupa Yatırım Bankası, Dünya Bankası gibi kurumlar uzun vadeli yatırım projelerini kredilendirir. IMF borcu ise kısa vadeli ve siyasi kontrol getiren bir borçtur. Bu yüzden bir an önce sıfırlanmış olması büyük bir başarıdır.

Türkiye'nin artan borcu, artan kredibilitesini ve duyulan uluslararası güveni gösteriyor. 10 yılda bu güven, faizin %4,5 gibi uluslararası seviyeye geriletecek kadar büyüdü. Türkiye güçlenerek ve büyüyerek, hem dünya barışı, hem de onlarca Türk devletinin, mazlum halkların ve 57 İslam ülkesinin huzuru için yoluna emin adımlarla devam etmeli.

10 yıl önce