|

Türkiye solunun 1961 Anayasası ile imtihanı

1961 Anayasası, Türkiye''de tek partili hayata geri dönülemeyeceğinin farkında olan ve bu nedenle siyasetin alanını daraltmayı hedefleyen siyasal elitlerin, çok partili sistem içerisinde politik konumlarını anayasal ve meşru bir zemine oturtmalarının aracı olmuştur.

Emrah Arslan
00:00 - 2/11/2012 Cuma
Güncelleme: 21:23 - 1/11/2012 Perşembe
Yeni Şafak
Türkiye solunun 1961 Anayasası ile imtihanı
Türkiye solunun 1961 Anayasası ile imtihanı

Yeni anayasa hazırlıkları sürerken, Türkiye solunun farklı kesimlerinden de yeni anayasa süreci ile ilgili eleştirel düzeyde katkılar gelmeye devam ediyor. Bunlardan en dikkat çekeniyse, özellikle CHP içerisinden yükselen ve 1961 Anayasası''nı olumlayan yorumlar. Yeni Anayasa çalışmalarını yürüten komisyonda görev yapan CHP''li vekillerin, sık sık 1961 Anayasası''na referans vermeleri, Türkiye solunun geniş bir kesiminde baskın olarak tezahür eden ve dile getirilen ''1961 Anayasası özlemi''ni hatırlattı. Bu vesileyle, Türkiye solu özelinde, ''ilerici'' ve siyasal tarihimizin ''en özgürlükçü anayasası'' olduğu dillendirmelerini sıkça işittiğimiz 1961 Anayasası''na biraz daha yakından bakmakta ve ''1961 yanılsamasının'' Türkiye solu ve yeni Anayasa çalışmaları bağlamında nerelere tekabül ettiğini irdelemekte fayda var.

Türkiye solunda yaygın olarak paylaşılan ve hemen her yeni anayasa tartışmasında ''en özgürlükçü/ilerici anayasa'' tanımıyla tarihsel referans olarak sunulan 1961 Anayasası, tıpkı her politik kampın, ittifak halinde anti demokratlığından ve özgürlük düşmanlığından emin olduğu 1982 Anayasası gibi, bir askeri darbe sonrası hazırlanmıştı. Türk Silahlı Kuvvetleri (TSK) içerisindeki genç subaylardan oluşan bir çetenin, halkoyuyla ve serbest genel seçimlerle seçilmiş olan siyasi iktidarı silah zoruyla devirmesiyle iktidarını kuran Milli Birlik Komitesi (MBK) ismindeki darbenin yönetim aygıtı, çoğunluğu CHP''lilerden, asker ve sivil bürokratlardan ve o dönem kendileriyle ittifak halinde olan üniveriste temsilcilerinden ve aydınlardan oluşan Kurucu Meclis''i oluşturarak, bir Anayasa yapma yoluna gitmişlerdi.

ANAYASA VE VESAYET KURUMLARI

12 Eylül darbesini gerçekleştirenler de, yine 27 Mayısçıların izinden giderek bir Danışma Meclisi oluşturmuş ve yeni Anayasa yapım sürecini görünürde bu güdümlü yapı üzerinden yürütmüştü. Şunu da hemen eklemek gerekiyor; Kurucu Meclis''in Danışma Meclisi''nden daha etkili bir yapı olması, 1961 Anayasası''nı hazırlanışı ve kurgulanışı yönünden daha demokratik kılmıyor, nitekim her iki Anayasa da, darbecilere selam durmaktan imtina etmeyen hukuk akademisyenlerinin katkılarıyla, darbe yönetimlerinin denetiminde ve yönlendirmesinde yazılmıştı.

1961 Anayasası, Türkiye''de tek partili hayata geri dönülemeyeceğinin farkında olan ve bu nedenle siyasetin alanını daraltmayı hedefleyen siyasal elitlerin, çok partili sistem içerisinde politik konumlarını anayasal ve meşru bir zemine oturtmalarının aracı olmuştur. Yürütme organını oldukça zayıflatan 1961 Anayasası, Cumhuriyet Senatosu ve Milli Güvenlik Kurulu (MGK) gibi iki organla, seçilmiş siyasi partilerin ve Meclis''in siyaset alanını daraltmakla kalmıyor, bu iki kurum eliyle asker - sivil elitlerin siyasal karar alma süreçlerine yön verme gücü, anayasal ve meşru bir temele oturtuluyordu. Bu bağlamda hatırlanması elzem olan, Türkiye siyasetinde TSK''nın siyasete müdahalesinin kurumsallaşmasını ve siyasal hayatta ismi konulmamış bir siyasal partiden farksız aktör olabilmesini sağlayan kurum olan MGK''nın, 1961 Anayasası''nın bir sonucu olduğudur. Nitekim MGK''nın vesayetçi niteliğinin ayırdında olan 12 Eylül yönetimi de, anti demokratik yönelimleriyle tutarlı olacak şekilde 1982 Anayasası''nda MGK''yı daha da güçlendirerek korumayı ve geleceğe taşımayı yeğlemişlerdi.

ASKERLERİN GÜCÜNÜN KAYNAĞI

1961 Anayasası''na giden sürecin, halkın, giderek otoriterleşen bir siyasal iktidara karşı ''direnme hakkı''ndan doğduğu iddiası da, tarihsel bir yanılsamadan öteye gitmiyor. Devleti kuran aydınlanmacı/jakoben zihniyetin entelektüel temsilcileri olan akademisyenler ve aydınlar, asker - sivil bürokrasiye destek çıkan basın, rejimin ''silahsız bekçisi'' konumundaki yargı ve başat güç olarak, kendinde seçilmş siyasal iktidarı gasp etme hakkını gören ordu ittifakından oluşan elitist güçler, bu ittifakın yarattığı medyatik, entelektüel ve kaba kuvvete dayalı iktidar üzerinden, siyasal iktidara dönük gasp hareketini toplumsal temellere dayalı meşru bir hareket olarak resmetme yanılsamasını yaratmaya çabalamışlar, ''direnme hakkı'' mefhumu üzerinden de ahlâki ve entelektüel bir meşruiyet alanı kurgulamaya çabalamışlardır.

1961 Anayasası''nın, anayasal yargıyı kurumsallaştırarak siyasal iktidarların otoriterleşmesini engellediği, böylelikle demokrasinin sürekliliğini güvenceye altına aldığı da, Türkiye solunda yaygın olarak paylaşılan bir başka yanılsama.

1961 Anayasası''nın, Anayasa Mahkemesi eliyle siyasal iktidarların otoriterleşmesine bir duvar ördüğü doğru olmakla birlikte, ''1961 ruhu''nun, ontolojik olarak siyasal partilere, genel oya, Meclis''e, daha açık bir ifadeyle, toplum iradesinin uzantısı olan kurumlara dönük derin bir güvensizlik beslediğini hatırlamak gerekiyor. Tarihsel olarak asker - sivil bürokrasinin sivil ayağını temsil eden yargı, siyasetin ''makbul ve meşru'' sınırlar içerisinde tutulmasında önemli bir ağırlığa sahip olmuştur. Demokrasinin başarılı bir şekilde işlediği ülkelerde anayasa yargısı, siyasetin alanını daraltmak için değil de, demokrasiyi olağan seyrinde tutmak için kurgulanırken, Türkiye''de 1961 Anayasası''nın getirdiği ve günümüze kadar süregelen anayasa yargısı düzeninde yargı, siyasetin alanını siyasal elitler lehine daraltmak ve siyasetin dizaynını her seferinde silahlı güçlere bırakmaksızın sivil güçler eliyle ''halletmek'' amacı üzerinden anlam kazanmıştır. Sözgelimi Abdullah Gül''ün Cumhurbaşkanı seçilmesi sürecinde yaşadığımız ve hukuk tarihimize bir hukuk darbesi olarak geçen Anayasa Mahkemesi''nin ''367 kararı'', bürokrasinin sivil ayağının siyasete müdahalesinin en açık ve uç örneklerinden biriydi. Ayrıca 12 Eylül rejimi de, 1982 Anayasası''nda yargının müdahaleci konumunu güçlendirmiş, 27 Mayıs zihniyetinde tezahür eden siyasetin sivil güçlerce dizaynı işlevini güçlendirerek korumayı yeğlemiştir.

Sonuç odaklı ve metin okuma merkezli bir yaklaşımla, 1961 Anayasası''nın üniversitelere özerklik alanı yarattığı, genel hak ve özgürlükleri geniş bir yorumla güvenceye aldığı ve sendikal hareketlerin önünü açtığı iddiası da, 1961 Anayasası ile ilgili bir başka yanılsamadır. 1961 Anayasası''nın üniversitelere özerklik tanıyan ilk yasal metin olduğu doğru olmakla birlikte, üniversite özerkliğini sağlayan yasal düzenleme üzerinden 1961 metninin özgürlükçü olduğu sonucunu çıkartmak, dönemin siyasal konjonktürünü ıskalamaktır. 27 Mayıs darbesine giden süreçte ve sonrasında üniversiteler, yargı ile birlikte asker - sivil bürokrasinin sivil ayağını teşkil etmişler, darbe öncesinde 27 Mayıs''ın toplumsal ve entelektüel zemininin hazırlanmasında büyük bir rol oynamışlar ve 27 Mayıs darbesinin ardından da yeni Anayasa''nın hazırlanması sürecinde öncü bir pozisyon almışlardı; dolayısıyla üniversiteler, devletçi seçkin sınıfın bir parçası olduğundan, özerkliği kadim devletin bekâsı için bir sorun yaratmayacak kurumlar olarak görülüyordu. Nitekim aynı 27 Mayıs zihniyeti, 142''likler olarak bilinen uygulamayla onlarca sosyalist ve muhafazakâr muhalif öğretim üyesini üniversitelerden uzaklaştırarak, müttefiki olarak gördüğü üniversiteleri iyiden iyiye güvenli bir liman olarak kurgularken, üniversite özerkliği gibi bir ilkeyi dert edinmiş gözükmüyordu.

SOL 27 MAYIS''LA HESAPLAŞMALI

Benzer şekilde, hak ve özgürlükler alanının görece geniş tutulması da, 27 Mayıs sonrasında siyaset alanının tamamen yasal yollardan asker - sivil bürokrasi tarafından kontrol altına alınmasının sağladığı özgüvenle ilintilidir. Toplumsal taleplerin ve yönelimlerin siyaset kanalıyla kontrol altında tutulacağını öngören 27 Mayıs darbecileri, hak ve özgürlüklerin 1924 Anayasası''na kıyasla daha geniş tutulmasında bir sakınca görmemişti. Nitekim, gerek üniversite özerkliği, gerekse geniş tutulan hak ve özgürlükler alanı, 1960''ların ikinci yarısında yükselmeye başlayan sol hareketler ve toplumsal taleplerin salt siyaset kanalıyla kontrol altında tutulmasının güçlüğü karşısında 1971 düzenlemeleri ile büyük ölçüde budanmıştır.

1961 Anayasası, ortaya çıkışı ve hazırlanışı itibariyle, 1982 Anayasası''ndan farksız şekilde, bir darbe anayasasıdır. Yargıya dizayn edici roller yüklemesi ve anayasal bir kurum olarak MGK''yı devreye sokması ile bürokratik vesayeti kurumsallaştıran bir metin olarak 1961 Anayasası, asker - sivil bürokrasinin çok partili hayatta anayasal zeminde meşruiyet kazanmasına yol açmış, demokrasiye, halâ sıyrılamadığımız derinlikte zararlar vermiştir. Bu zararın derinliği o kadar büyüktür ki, bugün halâ 1961 Anayasası''nın getirdiği vesayetçi anayasal rollerin kalıntılarından kurtulabilmenin yollarını arıyoruz. Yine 1961 Anayasası, kapsamlı bir ordu - yargı - üniversite ittifakına dayandığı için, özgürlükler alanını geniş tutmakta bir sakınca görmemiş, bu da özellikle Türkiye solunda, 1961 Anayasası''nın özgürlükçü ve ilerici bir anayasa olduğu yanılsamasını yaratmıştır.

27 Mayıs ruhunun meşruiyet ayaklarından belki de en önemlisi, yaratmayı başarabildiği özgürlükçülük yanılsaması olmuştur. Bu yanılsama bağlamında Türkiye solu, yeni Anayasa tartışmalarını tarihsel, politik ve toplumsal gerçeklikten uzak bir zeminde ''seyretmeye'' devam ediyor. Türkiye solunda içkin olan gerçeklikten kopuş o kadar derin ki, bir darbe anayasası olan 1982 Anayasası''ndan kurtulabilmenin yolu olarak, bir başka darbe Anayasası olan 1961 Anayasası''nı referans verebiliyor. Yeni Anayasa''ya ilişkin bir sözü olacak Türkiye solunun, öncelikle 27 Mayıs''la ve 1961 Anayasası ile yüzleşebilmesi şart. Özgürlükçü ve demokrat zihniyette içsel bir Anayasa önerisi, darbe metinlerinden değil, ancak sivil ve güdümsüz zihinlerden çıkabilir.

* Hamburg Üniversitesi Yüksek Lisans Öğrencisi

11 yıl önce