|

Türkiye Solu'nun çıkışı Müslümanlardan geçer

Kanımca, yıllardır 'sol cemaat içi' tartışmalarla solun kimlik krizini aşmayı beceremeyen, kendilerine benzemeyen sol güçlerle yan yana gelmekten imtina eden Türkiye solu, kimlik krizini aşmak ve kendini tepeden tırnağa sorgulamak için dindarlarla iletişim kurmayı denemeli.

Emrah Aslan
00:00 - 1/05/2012 Salı
Güncelleme: 02:52 - 1/05/2012 Salı
Yeni Şafak
Türkiye Solu'nun çıkışı  Müslümanlardan geçer
Türkiye Solu'nun çıkışı Müslümanlardan geçer

Türkiye, yaklaşık 62 yıldır adil ve çok partili seçimleri gerçekleştiriyor ve 1950'den bu tarafa gerçekleşen tam 16 genel seçimde de, kendini solda tanımlayan bir siyasal parti tek başına iktidar olamadı. Özellikle 12 Eylül 1980'den sonra solun girdiği yapısal kriz, son yıllarda AKP'nin iktidara gelmesiyle birlikte gittikçe derinleşen bir kimlik krizine dönüştü. Türkiye solunun, içerisinde bulunduğu kimlik krizini aşmak için 'Müslüman sol' kavramından yararlanması gerektiğini düşünüyorum.

Türkiye solu, en güçlü dönemlerini 1960'ların ikinci yarısından itibaren yaşamaya başladı. 1961 Anayasası'nın sağladığı nispi özgürlük ortamının ve dünya genelinde yükselişe geçen sol hareketlerin etkisiyle Türkiye'de de güç kazanan sol, özde muhafazakâr bir yapıya sahip olan Türkiye'de, buna rağmen kendine taban bularak, kurtuluş, eşitlik, adalet ve özgürlük söylemiyle geniş bir kitleye seslenme olanağı buldu. Bu dönemde Türkiye solunun mottosu, ardı yoğun bir pozitivizme dayalı olan ilericilikti ve bu düşünce hattında din, kapitalizme ve burjuva demokrasisine entegre olmuş bir gericilik kaynağıydı; dolayısıyla solun mücadele etmesi gereken 'yıkıcı' gerçeklerden bir tanesiydi. Oysa solun görmediği, daha doğrusu gördüğü fakat görmekten imtina ettiği, kendini dindar olarak tanımlayan kitlenin homojen olmayıp, pekâla hayata soldan bakan 'birey'leri barındırdığıydı.

SİYASET SAHNESİNE ÇIKIŞ

1980 öncesi Türkiye'de, İslami kesim ilk kez Milli Nizam Partisi (MNP) eliyle DP - AP çizgisinden bağımsız olarak siyaset sahnesine çıkıyordu. Fakat o dönemde tüm dindarların Erbakan ve arkadaşlarını desteklediğini söylemek yanıltıcı olacaktır; nitekim özellikle 1970'lerin yükselen solunun ardında pek çok dindarın da oyu ve mücadelesi bulunmaktadır. Solun derdi ise, toplumu 'din afyonu'ndan kurtaracak bir perspektif üretmekten ibaretti; devrim gerçekleşince, insanları dine yönelten sebepler de ortadan kalkacağı için, bireyler, dinden özgürleşeceklerdi. Türkiye solu, saflarındaki dindarlara bunu anlatıyordu.

Türkiye, gündelik ve bireysel hayatta ağırlıklı olarak muhafazakâr kodların egemen olduğu, bunun da haliyle siyasete yansıdığı bir ülke. Türkiye'de muhafazakârlığın en önemli besleyeni ise, şüphesiz, İslamiyet. Dolayısıyla Türkiye şartlarında siyaset üretmek isteyen, iktidarı deneyimlemek isteyen bir hareketin, mutlaka İslamiyetle ve toplumda içkin olan İslami değerlerle ilgili kapsamlı ve yapıcı bir pozisyon üretmesi gerekiyor. Ancak Türkiye solu, İslamiyet'e karşı bugüne kadar arka plânı zayıf bir materyalizmden ve din karşıtı propagandadan öteye gitmeyecek bir tavrı yeğledi ve geniş bir dindar kitle ile iletişim kurma ve bu insanlarla politik paydaşlık kurma çabasından kaçındı; hatta bu kitleyi, sağın doğal paydaşı olarak görerek rakibi olarak görmekten imtina etmedi. Yine Türkiye solu, dindar bir insanın da sosyal adalet, toplumsal eşitlik, bireysel ve kitlesel özgürlükler gibi dertlerinin olabileceğini, dinin dogmatik olduğu ve aynı zamanda kapitalizme eklemlendiği varsayımına dayanan sığ bir pozitivizm eşliğinde reddetti.

12 Eylül 1980 darbesi, Türkiye solu üzerinde yıkıcı etkilere yol açtı. Kitlesel etkinliğini yitiren sol güçler, bugünlere kadar gelen ve sürmekte olan bir kimlik krizine kapıldılar. O güne değin hemen hemen tüm ötekileri bünyesinde 'topyekûn kurtuluş' düsturuyla toparlayabilen sol, 12 Eylül'den sonraki süreçte kimlik siyasetinin önem kazandığına tanık oldu. Feminizme, Kürt hareketine, Alevi hareketine, özgürlükçü sosyalist hareketlere bir anlam vermekte zorlanan Türkiye solu, özellikle 1990'lardan itibaren ulusalcı reflekslerle kendini yeniden üretmeye çabaladı ve yine bu dönemde de dine karşı bildik pozitivizm kaynaklı eleştirileri dillendirmekten imtina etmedi.

SOLUN DİNE SORUNLU BAKIŞI

Türkiye solunda, dindarlara yönelik algının besleyeni olan pozitivist zihniyet yapısı, aynı zamanda solun bugüne dair olan biteni ıskalamasına neden olması bakımından ilginç. Yani başka bir ifadeyle, solun İslamiyet'e dair sorunlu bir pozisyon almasına neden olan zihniyet algıları, solu salt İslamiyet'le değil, aynı zamanda solda yaşanan ve ortaya çıkan değişim sürecine de yabancılaştıracak kadar güçlü. Bugünün solundan beklenen, kimlik siyasetleriyle ortaya çıkan grup taleplerini siyasete taşıyarak kamusallaştırabilmesi ve 'siyasal derdini' buralardan kurabilmesi ve bunun üzerinden kitlesel bir politika üretebilmek becerisini gösterebilmesidir. Pozitivizmle bağını koparmış, cumhuriyeti ve rejimi koruma-kollama istencinde mukim ulusalcılık reflekslerinden özgürleşmiş, geçmişine saplanıp kalma tutuculuğundan sıyrılabilmiş bir sol hareket, sadece hayattaki ve siyasetteki değişimleri anlamakla kalmayacak, aynı zamanda kendi kimlik krizini de aşabilmiş olacaktır.

Bu yönüyle, Türkiye solunun dindarlarla iletişim kurma çabası, solda halâ yaygın şekilde içkin olan ve tümüyle geçmişe ait olan reflekslerin sorgulanmasını da beraberinde getirmesi bakımından da işlevsel, başka bir ifadeyle Türkiye solunun dindarları anlamaya çalışması salt bir sol - İslamiyet ilişkisi kurmanın ötesinde, solun yıllardır aşamadığı kimlik krizini aşması için de bir fırsat yaratabilecek kadar önem taşıyor. Türkiye solu, dindarları anlamasına engel olan paradigmaları aşmaya çabaladıkça, kendini kimlik krizine sürükleyen nedenlerle de yüzleşmiş olacak ve dindarlarla iletişim kurma çabaları, solun Kürtlerle, Alevilerle, feministlerle... de iletişim kurma ve birlikte siyaset üretme imkânlarının önünün açacaktır.

EVRENSEL DEĞİLCEMAATÇİ SOL

Kanımca, yıllardır 'sol cemaat içi' tartışmalarla solun kimlik krizini aşmayı beceremeyen, kendilerine benzemeyen sol güçlerle yan yana gelmekten imtina eden Türkiye solu, kimlik krizini aşmak ve kendini tepeden tırnağa sorgulamak için dindarlarla iletişim kurmayı denemeli. Türkiye solu, dindarların homojen olmadığını, 'iş, ekmek, özgürlük, adalet..' gibi sol söylemleri sahiplenip, hayata soldan bakan dindarların da varlığını kabul edip, bugüne değin bildiklerini yeniden sorgulamalı ve sorgulamanın sola açacağı entelektüel ve pratik alanı solun fark etmesi gerek. Türkiye solu, yakın vadede toplumsal ve siyasal bir alternatif olmak istiyorsa, kendisi açısından bilinen dünyayı yeniden düşünmek ve kurmak zorunda, aksi halde kısır ve sığ tartışmalar içerisinde kendini tüketmeye devam edecek.

* Hamburg Üniversitesi Yüksek Lisans Öğrencisi

12 yıl önce