YeniSafak.com “ Türkiye'nin birikimi... ” Yazarlar

 
Ana Sayfa...
Gündem'den...
Politika'dan...
Ekonomiden...
Dünya'dan...
Kültür'den...
Yazarlar'dan
Spor'dan

  Arşivden Arama

  I Explorer Kullanıcıları, TIKLAYIN.

 

Yakında kapıyı çalacak olan...

Meclis Başkanlığı seçimlerine düşen 'gölge', siyasetin, bundan sonrası için ne gibi sıkıntılarla karşılaşacağını da gösteriyor. Meclis Başkanlığı'nı MHP'nin alması için etik açıdan sorunlu ve kabul edilemez yöntemler kullanıldığının yaygın bir biçimde konuşulması ve arkasından milletvekili transferlerinin geleceğinin eklenmesi, iyice içeriksizleştirilmiş olan siyasi hayatımızın tümüyle ve daha uzun zaman dilimlerine yayılacak biçimde felçleştirilmek istendiğini gösteriyor...

Türkiye 'siyasal istikrar' adına her türlü dopingle yaşatılmaya çalışılan mevcut koalisyon hükümeti sayesinde bir 'koalisyon fetişizmi' ile başbaşa bırakılmış, bunun dışında hiçbir siyasal hayat belirtisi göstermeyen bir kütle görünümüne girdi iyice. Kasım'da ilan edilecek olan 'Katılım Ortaklığı Belgesi' ile ilgili hiçbir somut adım atılmadığı görülüyor. Stratejik açıdan çok kritik bir aşama olan bu belgenin ilan süreci konusunda atılması gereken adımlar, 'iç siyaset saflaşmasının' güdüklüğünün sınırlarını aşamıyor bir türlü. Stratejik ufuklarını iyice paslandırmış bir ülke olmanın dışına çok kolay çıkabilecekken, paslı yapıyı koruyacak herşeyi irrasyonel bir tutumla alabildiğine yeniden gündemleştiriyor hükümet.

Üstelik bu kısır döngünün en hassas konularda daha büyük sıkıntıları palazlandırdığını da göremiyor hiç kimse. Örneğin AB'ye tam üyelik için ya da o çok sevilen deyişle 'ülkemizin insanları buna layık olduğu için' atılması gereken adımların atılmaması ile Ermeni soykırımı spekülasyonlarının uluslararası siyasette Türkiye aleyhine bir siyaset enstrümanına dönüşme imkanlarının çoğalması arasındaki bağlantıları değerlendiren de yok gibi.

Bunun yanısıra içerde örtülmeye, görmezden gelinmeye çalışılan sorunların da ertelenme kabiliyetlerini yitirerek, artık geleceği ipotek altına aldığı da değerlendirilmiyor hiçbir zeminde. Gazetecilere Güneydoğu gezisi yaptıran TSK'nın, uygulamaya koyduğu bütün olumlu şeylere rağmen, orada oluşturulan 'model'in bu tip sorunları çözmekte ne derece yetersiz kaldığını da değerlendiremiyor 'koalisyoncu siyaset'.

'Koalisyoncu siyaset'in üzerine titrer gözüktüğü ekonomik istikrar programının külfetleri giderek artarken, hangi olumlu aşamaya gelindiği konusunda net birşey söylenememesi de, yine kütleleşmiş, muhalefet yeteneğini kaybetmiş, halkın hiçbir duyarlılığıyla bağlantısı kalmamış siyasetin, Türkiye'nin iyi yönetilememe olgusunun ayrılmaz bir parçası haline geldiğini, 'eskimiş siyasi akıl' tarafından üretilen tüm reflekslerle içiçelik halini kronik bir duruma dönüştürdüğünü gösteriyor.

Gelinen nokta, iyi yönetilemeyen Türkiye'nin gelişen şartlar karşısında seçenekleri değerlendirme ve çözüm üretme yeteneklerini birer birer ama telafi edilemeyecek şekilde kaybettiğini bağıra bağıra ilan ediyor. Egebank yolsuzluğuyla ilgili tartışmalarda konuşan hükümet üyelerinin hâlâ spesifik bir olaydan bahsediyormuşçusuna meselenin bir 'sistem sorunu' olduğunu yeterli şekilde söyleyememeleri ve Egebank olayının yönetenler tarafından 'sistem sorunu' olarak ele alınmaması bunu açıkça gösteriyor zaten. Yolsuzlukların 'iç tehdit' olarak değerlendirildiğinin söylenmesine rağmen, dünyada olduğu gibi yolsuzlukların üstüne gitmek için 'model üretmek' gerektiği, münferit yaklaşımlarla sistemin bütün hücrelerine sinmiş yolsuzluk olaylarının önüne geçilemeyeceği dillendirilemiyor bile. Bundan on yıl önce 'model üretme' tartışmalarını büyük bir yoğunlukla yapan Türkiye'nin bugün artık bu tartışmaların güncel başlıklarını bile dile dökemeyen bir kısırlıkla başbaşa kalması, siyasetten toplumsal olana, toplumsal olandan siyasete ve oradan da devlet yansıyarak devlet tarafından istikrar adına olumlanan ve sabitlenen kısırlığın egemenleşen karakterini gösteriyor.

Bundan daha acı olanı ise soğuk savaş döneminin 'kademeli seçenekler' defterinin kapandığının anlaşılamaması. Oysa artık 'zamanlama' ve 'istikamet tayini' bakımından stratejik seçenekler çok azalmıştır. Ve, mevcut reel-politikte doğru seçeneklerin son derece süratli bir biçimde değerlendirilememesi halinde, bunların ilerki zamanlarda telafisinin mümkün olmadığı bir yapıdadır dünya. Bu nedenle milliyetçilik ya da istikrarcılık adına fiilen uygulanan 'geciktirme siyaseti'nin Türkiye'nin hiçbir çıkarına hizmet etmesi mümkün değil. AB'ye giriş sürecini birtakım atraksiyonlarla (bürokrasinin AB ile ilgili birimin koordinasyon taleplerine cevap vermemesi gibi) geciktirmeye çalışmak, bu yolla Türkiye'nin elindeki imkanları çoğaltmıyor. Soğuk savaş döneminin bu stratejisi o dönemle birlikte berhava oldu. Artık doğru seçeneğe en doğru ve dolayısıyla hızlı zamanlama ile oynanmazsa, elde kalan koca bir stratejik zayiat oluyor.

Herkes biliyor ki, bu böyle gitmez. Böyle bir yapının sürdürülmesiyle yoluyla, yine o çok sevilen deyişle 'dünyada hakettiğimiz yeri almamız' mümkün değil. Fakat koca bir ülkenin yönetiminin istikrar adına milletvekili pazarlıklarına teslim edilir hale gelmesiyle beraber, bilinenin anlaşılması için çok acı neticeler elde edilmesine davetiye çıkarıldığı görülüyor ve maalesef, davet edilen, uluslararası siyasetin kuralları olarak kapıyı çalıyor...


23 EKİM 2000


Kağıda basmak için tıklayın.

Ömer Çelik

 


Ana Sayfa | Gündem | Politika | Ekonomi | Dünya | Kültür | Yazarlar | Spor | Bilişim
İnteraktif: Mesaj Formu | ABONE FORMU | İNTERNET TARAMA FORMU | KÜNYE | ARŞİV

Bu sitede yayınlanan tüm materyalin HER HAKKI MAHFUZDUR. Kaynak gösterilmeden çoğaltılamaz.
© ALL RIGHTS RESERVED

Bu sitenin tasarım ve inşası, İNTERNET yayını ve tanıtımı, TALLANDTHIN Web tarafından yapılmaktadır. İçerik ve güncelleme Yeni Şafak Gazetesi İnternet Servisi tarafından gerçekleştirilmektir. Lütfen siteyle ilgili problemleri webmaster@tallandthin.com adresine bildiriniz...