T ü r k i y e ' n i n   B i r i k i m i

K R O N İ K  M E D Y A
Cumhuriyet direkten döndü...

Cumhuriyet gazetesinin,Adalet ve Kalkınma Partisi (AK Parti) iktidarına karşı başlattığı yalınkılıç muhalefet, gazetenin gazeteciliğini epeyce zedeleyecek gibi

görünüyor. 3 Kasım'dan sonra, okurlarına bilgi ve haber taşıyan bir günlük gazeteden çok, onları yeni iktidara karşı "doldurmayı" hedefleyen bir mücadele bülteni

gibi yayımlanmaya başlayan Cumhuriyet'in bu uğurda neleri göze alabildiğini zaman zaman bu sayfaya taşıyoruz...

Hatırlayın, mesela bir defasında Tayyip Erdoğan'ın bir TV konuşmasından derledikleri habere "Türban öncelikli sorunumuz" başlığını koymuş-lardı da, haberin içinde arayıp tarayıp bulamamıştık bu sözleri... Gene yakın bir tarihte benzer bir haber mühendisliğiyle The New York Times'ın bir yorumunu "Erdoğan Türkiye'yi satıyor" başlığıyla birinci sayfaya taşımışlardı...

Cumhuriyet'in bu ruh haliyle, Milliyet'ten Melih Aşık'ın 26 Kasım tarihli köşesinde yer alan bir haberi ertesi gün, üstelik Cumhuriyet yazarı Deniz Som'un tavsiyesine rağmen allayıp pullayıp manşete çekmemesini biz hiç anlayamadık. Düşünün, şöyle bir manşet: "Abdullah Gül: Türkiye İslam devleti olacak!"

Kaçırılacak fırsat mı bu Allah aşkına?

Soracaksınız: "Peki, Cumhuriyet bu manşeti yapmamakla neden 'direkten dönmüş' oluyor?" Cevabı, Melih Aşık'ın 27 Kasım tarihli yazısında... Ama gelin kronolojik gidelim ve işi baştan alalım...

Önce Melih Aşık'ın 26 Kasım tarihli köşesi ve oradaki "Gül'ün devleti!" başlıklı yazı... Okuyalım: "Prof. Ülkü Azrak, Alman Die Welt gazetesinin 23 Kasım 2002 tarihli nüshasında Başbakan Abdullah Gül ile yapılan röportajı okurken bir an duruyor. Gözlerine inanamıyor. Yeniden yeniden okuyor. Hayretler içinde kalıyor...

Die Welt adına söyleşiyi yapan Gökhan Eren ve Evangelos Antonaros Başbakan Gül'e Kopenhag Zirvesi'nden beklentisinin ne olduğunu soruyor.. Başbakan Gül şöyle yanıt veriyor: 'Türkiye'nin hedefi çok açıktır: AB üyesi olmak... Bunun ülkemizde demokrasinin ve ekonominin güçlenmesini sağlayacağını ummaktayız. Buna karşılık biz de AB'ye tam üye olarak kabul edilecek Türk devletinin saydam, demokratik bir İslam devleti olacağını taahhüt ediyoruz.'

Abdullah Gül'ün Türkiye'yi tanımını tekrar okuyalım: 'demokratik bir İslam devleti...'

Profesör Azrak diyor ki: 'Türk devletinin bir İslam devleti olarak nitelendirilmesinin Anayasa'nın 2. maddesine ve 24. maddesinin son fıkrasına çok açık bir biçimde aykırı olduğunu söylemeye bilmem gerek var mı? Bu beyanın ilerde nelerle karşı karşıya kalacağımızı göstermesi bakımından çok dikkat çekici olduğunu düşünüyorum.'

Abdullah Gül'ün sözleri bir dil sürçmesi midir? Gerçek niyet mi?"

Bu ilginç haber, ertesi gün, "Manşetlik bir haber dün Milliyet gazetesinde Melih Aşık'ın köşesinde yayımlandı" sunuşuyla, Cumhuriyet'in son dönemdeki "Vaziyet"ini en iyi gösteren köşelerden birini hazırlayan Deniz Som tarafından değerlendirildi. Ama Som, Melih Aşık'ın bir ihtimal olarak öne sürdüğü "dil sürçmesi"nin kesinlikle söz konusu olamayacağını düşünüyor. Şöyle diyor: "Akla hemen 'sürç-ü lisan' geliyor ama bu kadar büyük bir dil sürçmesi kolay kolay olmaz. Sürçme dediğin, bir sözcük haydi bilemedin iki sözcük üzerinde olur… Burada son derece düzgün bir tanım söz konusu: Demokratik İslam devleti…"

Şimdi geliyoruz Deniz Som' için "kötü", Cumhuriyet için "iyi" habere… Som'un bu satırlarının çıktığı gün, Milliyet'te, Melih Aşık'ın köşesinde şu satırları okuduk:

"Dün Abdullah Gül'ün Die Welt gazetesindeki 'Demokratik İslam devleti taahhüt ediyoruz' sözüne yer vermiştik. Röportajı yapan Gökhan Eren arayarak Gül'ün 'Müslüman ülke' deyiminin İngilizce'den Almanca'ya yanlış olarak 'İslam devleti' şeklinde çevrildiğini anlattı."

İşte böyle… Bir an için Cumhuriyet'in yazarı gibi düşündüğünü ve "Demokratik İslam devleti"ni manşete çektiğini düşünün. (Yanlış anlaşılmasın, Cumhuriyet'in Die Welt'teki haberden haberi olsaydı bunu mutlaka yapardı; bizce bu haberi "atladılar".)

Dediğimiz gibi: Cumhuriyet bu defa direkten döndü. Bir soru: Sizce Deniz Som, Melih Aşık gibi yapıp gerekli düzeltmeye yer verecek mi köşesinde? (A.G.)

Ecevit sadece Cumhuriyet okuyacakmış...

Biz de öyle yapalım, dünyadan habersiz yaşayalım!

Ecevit şikayetçi; "Benim eski daktilom haber oluyor, Türkiye'nin güvenliği ile ilgili düşüncelerime yer verilmiyor. Bu böyle devam etmez" diyor. Ecevit bu açıklamayı (tahmin ettiğiniz gibi) Cumhuriyet'e yapmış. Ecevit'in açıklamasında Cumhuriyet'in gönlünü alan şöyle bir bölüm de eksik değil: "Şunu da söylemeden geçemeyeceğim; Cumhuriyet son dönemde iyi sınav verdi. Cumhuriyet'le anlaşamadığımız şeyler de olmuştur, doğaldır. Ama saygın bir gazete. Siyasetten ayrılırsam,

tek gazete alacak olursam eve, bugünkü ortamda Cumhuriyet aklıma gelir. Bazı gazeteleri kızdırsam da bunu söylüyorum."

Ne dersiniz, biz de Ecevit'in yolundan gidip eve sadece Cumhuriyet mi soksak? Fena mı olur, dünyadan habersiz yaşar gideriz.... Bu arada haddimiz olmayarak Ecevit'e bir hatırlatmada da bulunmak istiyoruz: "Bugünkü ortamda Cumhuriyet'in yanında Vatan da fena kaçmaz!"

Evet, Ecevit'in de dediği gibi özellikle "son dönemde" Cumhuriyet çok iyi sınava veriyor. Hatırlayın; gazetenin 26 Kasım tarihli sayısını süsleyen "Türban Başbakanlık'ta" manşetini hatırlayın... Cumhuriyet'e göre AKP Genel merkezi'nde görevli "türbanlı" Ayşe Yılmaz, Başbakanlık'ta "fiilen işbaşı" yapmıştı. Oysa ertesi gün Başbakanlık'tan yapılan açıklamadan anlaşıldı ki, bu manşet fazlasıyla "saygın" bir manşettir! Açıklamadan anlaşıldı ki, Yılmaz'ın Başbakanlık'ta çalıştığı filan yoktur. Peki Cumhuriyet, Başbakanlık'tan yapılan bu açıklamayı okurlarına nasıl aktardı? Şu haber başlığıyla: "Başbakanlık'ta türban skandalı / Gül'ün sekreteri Ayşe Yılmaz AKP'ye döndü" Cumhuriyet öyle de "ısrarcı" ki; bir gün önceki manşetine gecikmeden yalanlama geldiği halde, Yılmaz'ın Başbakanlık'ta "göreve başladığı"nı Başbakanlık bürokratları ve AKP Genel Merkezi'nin "doğruladığını" ısrarla ileri sürmeye devam ediyor...

Sorumuzu tekrarlayalım: Ne dersiniz, biz de dünyada olup bitenden haberdar olmamak için Ecevit gibi eve sadece Cumhuriyet mi alsak? (K.B.)

'Ayşe Teyze'ye bu kez siyasi öğütler....

Milliyet'ten Güngör Uras'ın ülkenin ekonomik meselelerini hayalinde yarattığı "Ayşe Teyze" adlı kahramana nasıl basitleştirerek açıkladığını sanırız bilmeyeniniz yoktur. Aslında yararsız yazılar değildir bunlar; "ekonomi" sayfalarının giderek birer "şifre"ye dönüşmüş dilinin altından bir türlü kalkamayan okurlara, "Ayşe Teyze'ye öneriler" yoluyla ekonomik hayattaki gelişmeler basitleştirilerek aktarılır. "Ayşe Teyze" elindeki tasarrufunu repoya mı koysun, yoksa dövize mi kaçsın, vesaire....

Milliyet'in ekonomi yazarlarından birisi olan Uras'ın zaman zaman çok farklı alanlara çıktığını da hatırlıyorsunuzdur. Özellikle de kandil ya da bayram gibi dini günlerde. Uras, bu günlerde -ekonomiyle pek ilgisi olmasa da- üşenmeden uzun uzun bu sayılı günlerin ne ifade ettiğini açıklamadan duramaz....

Uras'ın önümüzdeki 26 Kasım tarihli yazısı daha bir farklı. Uras, bu yazısında doğrudan "türban" meselesine girmiş. TBMM Başkanı Arınç'ın eşinin başında "türban"la resmi uğurlama törenine gelmesini bakın nasıl değerlendiriyor:

"Meclis Başkanı'nın frak giymesi de, görev ve sorumluluğuna bağlı bir zorunluluktur. Başkanlık görevine talip bir kişi bu zorunluluğu da kabul etmiş demektir. Kendi özel tercihlerine göre zorlama değişikliklere gidemez. Meclis'i temsil ederken, eşinin başını bağlatamaz. Buna yol açılırsa eşinin başını bağlatan başkanın da yarın eşinin yanında fes ile dolaşmasını veya başına sarık sarmasını kabul etmemiz gerekir. Bunun kişisel tercihlerle ilgisi yok. Kişisel tercihi bu yönde olan Meclis Başkanlığı'na talip olamaz."(!)

Görüyorsunuz, epeyce "atlaya-zıplaya" ilerleyen bir akıl yürütme! "Frak"tan "türban"a, "türban"dan "fes" ya da "sarık"a nasıl da hızlı geçilmiş.... Uras'ın yazısında dikkatimizi çeken bir diğer husus da, Meclis Başkanı'ndan "eşinin başını bağlatan" birisi olarak söz etmesi. Sanırsınız ki, TBMM Başkanı Arınç'ın eşinin "türban" tercihi tamamen kacasının zoruyla olmaktadır!

Son olarak da şu husus: Bizim bildiğimiz "Ayşe Teyze"lerin başlarının genelde "bağlı" olduğu. Bu durumda Uras, acaba, "Ayşe Teyze"nin sadece "repo" ya da "faiz"de, yani "özel alan"da kalıp, başını asla "kamusal alan"a uzatmaması gerektiğini de mi hatırlatmak istiyor? Milliyet yazarı, "yemek" meselesinde de çok üstad olmasına rağmen, "Ayşe Teyze"ler ile "Ayşekadın fasulyesi"ni birbirine karıştırıyor olmasın! (K.B.)

Star'da "müptezel laiklik"e karşı savaş mı açıldı?

  • 27 Kasım tarihli Kronik Medya'da, Star yazarı Rauf Tamer'in, "kamusal alan televizyon"da haber vb. "kisveler" altında her gece topluma "müptezellik" pompalanırken türban yasağının hatırlatılmasının pek de hoş olmadığını anlatan yazısından söz etmiştik. Tamer'in yazısının hemen bitişiğinde de Kaya Çilingiroğlu'nun tecavüzüne uğradığını söyleyen "Q kızı"nın Reha Muhtar'a "her şeyi" anlattığı programın gazete haberi versiyonu vardı...

  • Biz de haberden ve köşeden seçmeleri birleştirerek yeni bir metin yaratmış, başlığına da, Tamer'in yazısının başlığından mülhem "Sayın Tamer 'öbür taraf' hemen bitişiğinizde" demiştik...

  • O yazıdan bir gün sonra Star'da "Sözün Doğrusu"nu söyleyen Erdal Bilallar, aynı temayı, bu kez doğrudan Reha Muhtar'ı hedef alarak işledi. "Erdal Abi" şöyle yazdı:

  • "Bir yandan kendi reklamı uğruna 'Falanca bana tecavüz etti' diyen bir dansözü yarım saat ekranlara konuk eder, nasıl tecavüze uğradığını anlattırırsanız ve sonra da başını örteni irticacı diye damgalarsanız en azından toplumun mütedeyyin kesimini darıltır ve kızdırırsınız...

  • "Kimse yanlış anlama-sın; türbanın savunuculuğunu yapmıyorum... Sadece iki fotoğrafı yanyana koyup 'Bakın' diyorum... Ve kamuoyu adına bir şey soruyorum: "'İsteyen istediği yerini açsın, ama başını kapatmasın...' öyle mi? ¥ "Sakın yapmayın; müptezellikle, mütedeyyinliği aynı kefeye koymayın!" (A.G.)

    Bilsin bilmesin, hep yazıyor....

    Hürriyet'ten Emin Çölaşan, AKP Genel Başkanı Tayyip Erdoğan'ın yabancı basından bir gazetecinin "Ermeni soykırımı" hakkındaki sorusunu "Bu siyasetçilerin değil, tarihçilerin işidir. Bu konuyu tarihçiler çözsün' şeklindeki cevaplamasını eleştiriyor: "Yazık, ayıp! Ama o bir yerde haklı... Çünkü tarih bilgisi yok ve olayın ne olduğunu bilmiyor. 1. Dünya Savaşı sırasında Osmanlı vatandaşı Ermeniler'in devlete karşı ayaklandığını, Rusya ile savaşan ordumuzu arkadan vurduğunu, Van gibi çok sayıda ilimizi Ermeni çetelerinin ele geçirdiğini, Müslüman halkı Anadolu'nun dört bir yanında kestiklerini bilmiyor. Bu durumda devletin, ordumuzu kurtarmak için savaş bölgesindeki Ermeniler'i 1915 yılında zorunlu göçe (tehcir) tabi tutmak zorunda kaldığını, ortada bir soykırım değil karşılıklı vuruşma olduğunu da bilmiyor. Bilmiyorsa niçin konuşuyor?..."(!)

    Gerçekten âlem bir gazeteci bu Çölaşan! Bilsin bilmesin, aklına gelen her konuda yazıp duruyor! (K.B.)

    Böyle buyurdu Aristo...

    "Cumhuriyet gazetesi köşe yazarı Metin Erksan'ın 26 Kasım tarihli yazısından..." diyeceğiz ama, aslında öyle değil. Erksan'ın köşesinden, evet ama, "Erksan'ın yazısından" değil... Karışık oldu, farkındayız, bunun nedeni, köşenin neredeyse tümüyle Aristo'ya terkedilmiş olması... Şöyle diyelim: Aristo'dan, Metin Erksan'ın belli ki pek beğendiği bir "demokrasi" yorumu... Yorumsuz aktarıyoruz...

    "Demagoglar halkın her isteğini, halkın reylerinin saptayacağını överek anlatırlar. Demagoglar her sorunu, çoğunluğun egemen olduğu halk meclislerinin çözeceğini bilgiçlikle söylerler. Böylece demagogların gücü gittikçe çoğalır. Halkın reyleri demagogların avucunun içine girer. Halk demagoglara hemen inanır.

    "Halktan bir kişi yasalar ve yargı kararları karşıtı bir söz söylerse, demagoglar bu yasalar karşıtı, bu yargı kararları karşıtı düşüncenin, halkın reyleriyle değerlendirilmesini isterler. Halk demagogların bu dalkavukluğunu hemen kabullenir. Demagogların halka sunduğu bu rüşvetler sonucu devlet otoritesi güçsüzleşir. Halktan bir kişi yasalar ve yargı kararları karşısında bir söz söylerse, demagoglar bu karşıtlık hakkında halkın bir karar vermesini isterler. Halk demagogların bu davranışını hoşlukla kabul eder.

    "Böyle bir demokrasiye karşı yapılacak asıl itiraz, asıl karşı gelme ona bir demokrasi denmeyeceğidir. Çünkü yasaların ve yargı kararlarının otoritesi olmayan yerde demokrasi olmaz. Gerçek bir demokraside yasaların her şeyin üstünde olması ve devleti yönetenlerin ancak ayrıntılar üstünde karar vermesi gerektir. Demokrasi yasaların ve yargı kararlarının geçerli olduğu bir yönetim biçimidir.

    "Eğer demokrasi gerçek ve doğru bir yönetim biçimiyse, yasaların ve yargı kararlarının demagogların yönlendirdiği halkın reyleriyle geçerli olduğu bir yönetim biçimi, gerçek ve doğru bir demokrasi değildir." (A.G.)


  • 28 Kasım 2002
    Perşembe
     
    YÖNETENLER: Kürşat Bumin
    Alper Görmüş


    Künye
    Temsilcilikler
    ReklamTarifesi
    AboneFormu
    MesajFormu

    Ana Sayfa | Gündem | Politika | Ekonomi | Dünya
    Kültür | Spor | Yazarlar | Televizyon | Ramazan| Arşiv
    Bilişim
    | Dizi | Röportaj | Karikatür
    Bu sitede yayınlanan tüm materyalin HER HAKKI MAHFUZDUR. Kaynak gösterilmeden çoğaltılamaz.
    © ALL RIGHTS RESERVED