AYDINLIK TÜRKİYE'NİN HABERCİSİ

D Ü Ş Ü N C E    G Ü N L Ü Ğ Ü
İş hayatı ile ilgili anketin düşündürücü sonuçları

Araştırmamızın sonuçları çok açık bir şekilde çalışanların umutsuz olduklarını ve işverenler karşısında çaresizlik içinde olduklarını göstermiştir. Ülkenin ekonomisini kurtarma gayretleri çalışanların tatmininin ve motivasyonunun önüne geçmiştir. Günü kurtarma odaklı siyaset yapma çalışanların ruh sağlığının önüne geçirilmiştir.

  • TARKAN ZENGİN / ÇAL. EKO. UZMANI
    Çalışanlar üzerinde yaptığımız bir araştırma çalışma yaşamında yoğun olarak yaşanan bazı tartışmaların bilimsel zeminini ortaya koyması açısından kayda değerdir. Çalışma beklenen bazı sonuçlar vermesinin yanında aynı zamanda beklenmeyen sonuçlar da vermiştir. Araştırmanın çalışma yaşamına ilişkin bazı sorunlara ışık tutmasını diliyoruz.

    Araştırmamızın sonuçları çok açık bir şekilde çalışanların umutsuz olduklarını ve işverenler karşısında çaresizlik içinde olduklarını göstermiştir. Ülkenin ekonomisini kurtarma gayretleri çalışanların tatmininin ve motivasyonunun önüne geçmiştir. Günü kurtarma odaklı siyaset yapma çalışanların ruh sağlığının önüne geçirilmiştir. İşsizlik salt bir ekonomik problem değildir. Araştırmamız açıkça göstermiştir ki işsizlik karşısında bireyler intiharı düşünmekte, büyük bölümü psikolojik sorunlar yaşayacağını söylemektedir. Siyasetçiler işsizlik sorununa, sosyal politikalar çerçevesinde yaklaşırlarsa çözüm daha çabuk ve daha kolay olur.

    İşini kaybetme korkusu

    Yapılan araştırmada çalışanlara işlerini kaybetme korkusu yaşayıp yaşamadıkları sorulmuştur. Verilen cevaplarda % 18'inin bu korkuyu yaşadığı, % 45'inin yaşamadığı ve % 37'sinin kısmen bu korkuyu yaşadığı ortaya çıkmıştır. Bireylerden % 61'i iş güvencesi olan kamu kesimi çalışanlarından, % 38'i iş güvencesi olmayan özel sektör çalışanlarından oluşmaktadır.

    Dolayısıyla cevap veren bazı kamu çalışanlarının iş güvencesi olmasına rağmen işlerini kaybetme korkusu yaşadıkları görülmektedir. İşini kaybetme korkusunun iş güvencesi olanları dahi baskı altında tutması dikkat çekicidir. Bu durum aynı zamanda ülkemizde çalışanların içinde bulunduğu çaresizliği ortaya koymaktadır.

    İş kaybı ve tepkiler

    Yoğun işsizliğin yaşandığı ülkemizde bireylere işlerini kaybetmeleri durumunda ne tür tepkiler göstereceği sorulmuştur. Ankete katılanlardan çoğunluk durumu kabulleneceğini söylemiştir. Durumu kabullenenlerin oranı % 58'dir. Durumu kabullenmek çalışanların çaresizlik içinde olduklarını göstermektedir. İşsizliğe karşı tepki olarak intihar edeceğini söyleyenlerin oranı ise %6'dır. İntihar tepkisi en az cevap verilen soru olmasına rağmen işsizliğinin önemli toplumsal sorunlara yol açabileceğini göstermektedir.

    Bireylerden % 39'u ise işten atılmaları durumunda depresyona girebileceklerini söylemişlerdir. Araştırmamız kapsamına giren bireylerin yarıya yakınının depresyona girerim demesi işsizliğin sosyal maliyetinin çok yüksek olduğunu göstermektedir. Dolayısıyla işsizliğe yalnızca ekonomik açıdan bakamayız. Ankete katılan çalışanlardan yalnızca yüzde 10'u işsizliğin kendilerini etkilemeyeceğini çünkü başka güvenceleri olduğunu söylemektedir.

    Alınan ücretten tatmin düzeyi

    Bireylere aldıkları ücretten tatmin olup olmadıkları sorulmuştur. Ankete katılanların yalnızca % 9'u tam olarak tatmin olduğunu söylemişlerdir. Geriye kalan % 31'i hiç tatmin olmadıklarını, % 60'ı ise kısmen tatmin olduklarını söylemişlerdir. Buna göre cevap verenlerin genel olarak aldıkları ücretten tatmin olmadıklarını söyleyebiliriz. Ülkemizde yaşanan ekonomik krizin etkisi ile çalışanların reel ücretleri (satın alma güçleri) büyük oranda azaldığından ücretten tatmin düzeyleri azalmıştır.

    Çalışanların aldıkları ücretlerden yeterince tatmin olmamalarına rağmen işlerini değiştirmeyi göze alamadıkları görülmüştür. İşsizliğin önemli bir sorun olarak devam ettiği görülmektedir. Ücretlerden tatmin olunamamasına rağmen çalışanlar çaresizlik içinde işlerini değiştirmeyi göze alamamaktadırlar.

    İş değiştirme istekleri

    Bireylerin % 52'si işlerini değiştirme isteklerinin olmadığını söylemişlerdir. 'İşimi değiştirmeyi düşünebilirim' diyenler % 37'dir. 'İşimi en kısa zamanda değiştirmek istiyorum' diyenler ise % 11'i bulmaktadır. Bireylerin işlerini değiştirmekten kaçındıkları görülmektedir. Bunun nedenlerinden biri ülkemizde yoğun olarak yaşanan işsizlik ve ekonomik krizi gösterebiliriz. Ankete katılanlar içinde ücretten tamamen tatmin olanların oranı % 9 olarak karşımıza çıkmıştı. Bireyler ücretlerinden yeterince tatmin olmamalarına rağmen işlerini değiştirmekten kaçındıkları ortaya çıkmaktadır. Ailesine bakmak ve insan onuruna yaraşır bir hayat sürmek için yalnızca emeği olanlar işlerini kaybetmek istememektedirler.

    Tembellik gösterme eğilimi

    Bireyin beklentilerinin yeterince karşılanmaması durumunda tembellik eğilimi göstermeme oranı % 48'dir, % 26'sı kısmen tembellik eğilimi gösterebileceklerini, % 26'sı ise tembellik eğilimi göstermeyeceklerini söylemişlerdir. Genelde ülkemizde çalışanlar yeteri düzeyde ücret ve diğer hakları alamadıkları durumda tembellik gösterirler görüşü hakimdir. Ancak çalışanların ücretten yeterince tatmin olmadıkları halde tembellik eğilimi göstermedikleri ortaya çıkmıştır.

    'Ne kadar ücret o kadar iş'

    Çalışanlar ücretlerinin düşüklüğüne karşı tepki olarak 'ne kadar ücret o kadar iş' anlayışını benimseyebilirler. Ankete katılanların % 48'i bu görüşü benimsemedikleri, % 33'ü bu görüşü benimsedikleri, % 19'u ise ilgisi yok yönünde cevap vermişlerdir. Bu durum bireylerin ücret dışındaki değerlere biraz daha önem verdiklerini göstermektedir. Araştırmamız kapsamındaki çalışanların ücretleri yeterli olmadığı halde verimliliklerini düşürmedikleri ortaya çıkmıştır. Bu durum Türk toplumunun kültürel yapısıyla ilgilidir.

    Hak almak için eylemi

    Bireylerin haksızlıklara karşı mücadele etme yöntemi olarak grev ve boykotlara katılma eğilimlerine baktığımızda % 56'sı grev ve boykotlara katılabileceğini söylemişlerdir. Grev ve boykota katılmayı düşünürüm cevabı verenlerin oranı % 29'dur. Grev ve boykotu haksızlıklara karşı tek çare olarak görmeyenlerin oranı % 15'dir. Bireylerin büyük bölümünün haklarını almak için demokratik mücadele araçlarını kullanma eğilimindedir. Çalışanların haksızlıklara karşı mücadele yöntemi olarak demokratik tepkiler gösterme eğiliminde olması demokrasinin geleceği açısından önemlidir.

    Verimlilik derecesi

    Bireylere daha iyi imkanlar sağlanması durumunda verimliliklerinin artacağını söylemişlerdir. Ankete katılanlardan % 80'lik büyük çoğunluğu daha iyi imkanlar sağlanması durumunda verimliliklerinin artacağını vurgulamışlardır. Bireylerin içinde bulundukları durumların daha iyisini sunmak üretimin daha kaliteli ve daha verimli olmasını sağlayacak, bireylerin iş yaşamında her açıdan tatmin olmaları sağlanacaktır.


    Öğretim görevlisi ve okutman atamaları

  • MUSTAFA SAMİ ÇETİN / EĞİTİMCİ-YAZAR
    Kurulduğundan bugüne hep tartışılagelen fakat son altı-yedi aydır en fazla tartışılan ve gündemi işgal eden kurum ve konu hiç şüphesiz ki, YÖK oldu. Şimdi Kültür ve Turizm Bakanı olan Sn. Erkan Mumcu ile başlayan bir süreç, -yani, adı geçen kurumun daha demokratik ve çağdaş bir hale getirilmesi süreci- kendisinden daha sonra bu görevi devralan Sn. Hüseyin Çelik ile biraz daha farklı bir boyutta ama aynı amaca yönelik olarak devam etmektedir.

    Siyasîlerin ve Yükseköğretim Kurumları'nın birbirleriyle belirli bir çerçeve dışında muhatap olmalarının, aralarındaki sürtüşmenin, ne kadar büyük zararları netice verdiğinin ve bu işin kazananı olmadığının bilinmesinde büyük yararlar vardır. YÖK Başkanı ve diğer yöneticiler bunun böyle olduğunu çok iyi bilirler. Kendisi de bir akademisyen olan Sayın Bakan da zaten bu uygulamaların içinden geldiği için, işin özüne vakıf durumdadır.

    YÖK ve uygulamaları konusunda yeni düzenleme bir zorunluluk halini almıştır. Madem ki bir yola girildi. Bu kervan, en güzel ve en doğru şekilde mahall-i maksuda varmalıdır. O sebeple, bu süreçte, herkesin, kendine düşen görev ve sorumluluğu yerine getirme mecburiyeti vardır.

    YÖK'le ilgili tartışma sürecinin, tam da olması gerektiği gibi, çok sıhhatli bir zemine oturduğunu ve iyi bir atmosferde cereyan ettiğini şu an için söyleyebilmek mümkün değil. Zira, özellikle YÖK Başkanı'nın anlaşılması bir hayli güç tutum ve davranışları ile, konuya yabancı olanların dayanaktan yoksun iddiaları bunu engellemektedir. Fakat, Sn. Millî Eğitim Bakanı'nın, Üniversitelerarası Kurul toplantısına katılması, belki de dâvete icabet etmesi, daha sonra da bu konudaki yasa tasarısının, yükseköğretim kurumları başta olmak üzere diğer bazı kurum ve kuruluşların da görüşleri alınarak ondan sonra meclise sevkedilmesi gayet yerinde, isabetli bir tavır olduğu gibi, neticeleri itibariyle de daha verimli olacaktır.

    Daha önce, öğretmen, yönetici, müfettiş yardımcısı, şube müdürü, eğitim-öğretim plânlamacısı ve öğretim görevlisi olarak çalışan bir eğitimci olarak, Millî Eğitim Bakanı Sn. Hüseyin Çelik başta olmak üzere, bu konunun tüm ilgililerinin nazar-ı dikkatlerine, hazırlanan taslağın sadece öğretim görevlisi, okutman ve öğretim yardımcılarının (uzman, eğitim-öğretim planlamacısı ve çeviriciler) atanmaları ile ilgili 34, 35 ve 36. maddeleri hakkındaki düşüncelerimi arz edeceğim. Öncelikle, yukarıdaki unvan ve kadroların, yasa tasarısı taslağının tanımlar kısmında nasıl ifade edildiğine bakalım :

    Tanımlar

    Madde 3- Bu Kanunda yer alan;

    ö) Öğretim görevlisi: Öğretim üyesi bulunmayan alanlarda ders vermek ve uygulama yaptırmakla yükümlü olan ve konusunda uzmanlaşmış bulunan öğretim elemanını,

    p) Okutman: Çeşitli öğretim programlarında ortak olan dersleri okutan ve/veya uygulayan öğretim elemanını,

    r) Öğretim yardımcıları: Araştırma görevlileri, uzmanlar, çeviriciler ve eğitim-öğretim plânlamacılarını, ifade eder, denilmektedir.

    Öğretim görevlileri

    Madde 34- Öğretim görevlileri; yükseköğretim kurumlarında, öğretim üyesi bulunmayan dersler veya herhangi bir dersin özel bilgi ve uzmanlık isteyen konularının eğitim-öğretim ve uygulamaları için kendi uzmanlık alanlarında beş yıl çalışmış veya en az yüksek lisans derecesine sahip kişilerdir. Öğretim görevlileri; ilgili yönetim kurullarının önerisi üzerine, rektörün onayı ile öğretim görevlisi kadrolarına atanabilir veya her defasında üç yılı geçmemek üzere sözleşmeli olarak çalıştırılabilir ya da kadro şartı aranmaksızın ders saati ücreti ile istihdam edilebilirler.

    Okutmanlar

    Madde 35- Okutmanlar, ilgili yönetim kurullarının önerisi üzerine, rektörün onayı ile okutman kadrolarına atanabilir veya her defasında üç yılı geçmemek üzere sözleşmeli olarak çalıştırılabilir ya da kadro şartı aranmaksızın ders saati ücreti ile istihdam edilebilirler. Kadrolu veya sözleşmeli çalıştırılacak okutmanlar, üniversitelerin belirledikleri kontenjanlar çerçevesinde ÖSYM tarafından yapılan sınavdaki başarılarına göre ve tercihleri doğrultusunda yerleştirilirler.

    Öğretim yardımcıları

    Madde 36- Öğretim yardımcıları; belirli süreler için atanan araştırma görevlileri, uzmanlar, çeviriciler ve eğitim-öğretim plânlamacılarıdır.

    b) Uzmanlar; eğitim-öğretim ve araştırma hizmetleriyle doğrudan doğruya veya dolaylı olarak ilgili olan, özel bilgi veya uzmanlığa ihtiyaç gösteren bir işle lâboratuarlarda, kitaplıklarda, atölyelerde ve diğer uygulama alanlarında görevlendirilen öğretim yardımcılarıdır.

    c) Çeviriciler; sözlü veya yazılı çeviri işlerinde çalıştırılan öğretim yardımcılarıdır.

    d) Eğitim-öğretim plânlamacıları; yükseköğretim kurumlarında eğitim-öğretimin plânlaması ve öz değerlendirme faaliyetleriyle ilgili olarak görevlendirilen öğretim yardımcılarıdır.

    Uzman, çevirici ve eğitim-öğretim plânlamacısı kadrolarına adaylar; üniversitelerin belirledikleri kontenjanlar çerçevesinde, ÖSYM tarafından yapılan sınavdaki başarılarına göre ve tercihleri doğrultusunda yerleştirilirler.

    Yukarıdaki görev tanımlamaları, ilgili kadrolara atanma ve görevlendirmeler, mahiyet itibariyle 2547 sayılı Yüksek Öğretim Kanunu ile büyük oranda örtüşmekle beraber ayrıldığı hususlar da vardır. Hatta, bu taslak daha önce yine aynı hükümet tarafından hazırlanan taslaktan da hem şekil hem de içerik itibariyle ayrılmaktadır.

    Şüphesiz ki, bu, atılan yeni bir adımdır ve yepyeni bir sayfa açılacaktır. Böyle olacağı için de elbette kendine özgü bir şekil ve mahiyette tezahür edecektir. Fakat aklın yolu bir olduğuna göre, denenmişi tekrar denemenin bir anlam ifade etmeyeceği de hesaba katılarak, doğru tanımlama ve uygulamaları olduğu gibi muhafaza etmek ve onlardan yararlanmak gerekmektedir. Dışarıdan duyduğumuz kadarıyla, bu taslağın hazırlanmasına katkıda bulunan ve meslekî birikim ve görüşleriyle takdir ettiğim ve eğitim meselelerine bakışlarımız arasında büyük benzerlikler bulunan değerli akademisyenleri ve tüm katkısı olanları bir defa, taslakta kullanılan sade ve akıcı üsluptan dolayı tebrik etmeden geçemeyeceğim. Bu, gerçekten çok önemlidir.


    Tarihte ve günümüzde insan hak(sızlık)ları

  • ERHAN HERGÜN / ÖĞRENCİ
    İnsan; insanlık, insanın değeri, insanın onuru, insan hakları, özgürlük gibi kavramlarla tarih boyunca karşılaşılmasa da bu kavramlar belli bir noktadan sonra insanlar tarafından kullanılmaya, düşünülmeye, üzerinde durulup tartışmalar yaratılmaya başlamıştır. Bu nokta ise 1789 Fransız Devrimi'dir. Fransız Devrimi, Avrupa tarihinin geleneksel seyrine bir son verip; 18.yy'da, kendilerince refah yolu dedikleri bir dönemin başlangıcı olmuştur ve Batı, beraberindeki birçok gelişmeyle de bu dönemi tamamlamıştır.

    İnsan hakları, onur, saygı, değer vb. nosyonlar, birçok ülkede yasalar oluşturulurken önemli birer kıstas sayılıyor. Fakat Batı bu kıstasları oluştururken bencilliğini ortaya koyamadan edememiştir. İnsan haklarını kazandırma adına yapılan siyasal müdahalelerin çoğuna bakın, müdahalenin yaşandığı ülkelerde, daha etkin insan hakları ihlallerine yol açtığını rahatlıkla görebilirsiniz. Toplumların yasalarını oluştururken insan haklarına uygunluk şartını yasalarının başına koymaları, durumun bu derece önemini gösterirken, peki neden toplumlar gün geçtikçe insan hakları ihlallerinin artmasından yakınıyor? Aslında cevabı çok da zor değil...

    İnsan kelimesi ve beraberindeki bir çok kavram, günümüz dönemine gelinceye kadar pek çok siyasi, askeri, ekonomik vb. nedenlerle içi boşaltılmış ve Batı tarafından dünyaya sunulmuştur. Gerek ulusal gerekse uluslararası ilişkilerimizde ağzımızdan düşürmediğimiz insan hakları kavramına, içeriğine biraz daha yakından bakış, pekçok sorunun, insan hakları kavramı üzerindeki kavram kargaşasından çıktığını ortaya koyuyor. Tek kutuplu dünyada insan hakkı kavramı, insanın en temel haklarını kullanabilmesi olarak algılanmıyor. Mülkiyet hakkının kutsandığı bir eksende gelen insan hakkı kavramının içeriğinin çarpıtıldığı dayatmalarla, insan hakları, insan haklarının ihlallerine yol açan bir içerik kazanıyor. (Soner, 2002: s.7) Bu çarpıtılmış dayatmayı, Batı'nın kendisi yapmaktadır. Sahip olma bir şeyin özel mülkiyetine malik olma, iş bölümü ve yabancılaşmayı meydana getiren menşedir. Diğer bir ifadeyle eşitsizliğin kaynağıdır. Bu durumu özel mülkiyetçi sistem oluşturmaktadır. Çünkü; 'insan-ekonomi-sahip olma' kısır döngüsü insanın, üretim araçları karşısındaki yerini belirlemesinden kaynaklanmaktadır. Sistem ekonomik temellere, özel mülkiyete, iş bölümü ve rekabete dayandırıldığında; insan, insan hakkı, insan onuru, insan değeri gibi kavramlar gerçek ifadelerinden uzaklaşarak, mülkü elinde tutan (diğer bir insan)ın oluşturduğu çarptırdığı, dayattığı ifadelere dönüşür. Dünya sisteminin bugün ulaştığı nokta burasıdır ve insan haklarını, insan onurunu, insan değerini bırakın, insanı tanımlama gücünü elinde bulunduranların şekillendirdiği bir dünya oluşturulmuştur. Bu gücü elinde bulunduransa Batı (Avrupa ve Amerika)'dır.




  • 18 Ağustos 2003
    Pazartesi
     


    Künye
    Temsilcilikler
    AboneFormu
    MesajFormu

    Ana Sayfa | Gündem | Politika | Ekonomi | Dünya
    Kültür | Spor | Yazarlar | Televizyon | Hayat | Arşiv
    Bilişim
    | Dizi | Karikatür | Çocuk
    Bu sitede yayınlanan tüm materyalin HER HAKKI MAHFUZDUR. Kaynak gösterilmeden çoğaltılamaz.
    © ALL RIGHTS RESERVED