AYDINLIK TÜRKİYE'NİN HABERCİSİ
Albaraka Türk

Y A Z A R L A R
Çağdaş İslâm Düşüncesi'nin yoksunluğu: 'nazariyât' (I)

Geçen hafta Çağdaş İslâm Düşüncesi'nin metafizik ve/veya nazarî temellerden yoksun olduğunu öne sürmüş ve bu hususta da iki yazı kaleme almıştım. Yazıların devamına ilişkin okurdan gelen taleplerin yoğunluğu, belirtmeliyim ki bu satırların yazarını sadece teşvik etmekle kalmadı, aynı zamanda eleştirinin dayandığı bazı terimleri açıklamanın bir zaruret olduğunu da gösterdi. Çünkü 'metafizik' veya 'nazarî' sözcüklerinden pek hoşlanmayan bazı okurlar onları salt inançtan ibaret addettikleri Akide'yle, bazıları da salt bir aşk öğretisi (!) zannettikleri Tasavvuf'la bağdaştıramadıklarını söylüyorlar. Hal böyle olunca düşünmenin kendi yolunu açabilmesi için, önündeki yanlış anlama duvarlarını da aşması gerektiği ortaya çıkıyor. Belki biraz yavaşlamış olacağız ama aslâ aceleci olmayacağız. Çünkü biz sadece soruya yol açmaya çalışmıyoruz, yolun sorularla da açılacağına inanıyoruz.

O halde önce şu 'metafizik' sözcüğünün perdesini biraz olsun kaldırmayı deneyelim:

Terimin ilk kullanıldığı yerde, meta-fizik'in [fizik-ötesi'nin/mâba'dettabia'nın] konusu "ilk sebebin veya sebeplerin sebebinin bilgisi" olarak açıklanır. Bu yüzden meta-fizik'in diğer bir adı "İlk Felsefe"dir (Prima Philosophia/Felsefe-i Ula=İlm-i İlel). İkincisi, sebeplerin sebebi 'Hak Teâlâ' olduğundan, bu ilim daha ilk elden, yine Aristoteles tarafından 'Teoloji'yi (İlm-i İlahî) kendi konusu olarak ilan etmiştir: İlk Sebep=Hak Teâlâ. [Bu anlama karşılık olarak 'İlahiyât' sözcüğü de kullanılmaktadır ki bu karşılık doğru değildir. Çünkü İlahiyât "İlm-i İlahî" değil, "İlm-i İlahî'nin mesâili" demektir.

Nitekim Fahreddin Razî'nin Kelâm İlmi'nin Sem'iyât kısmı için "mahza ilahiyât' terkibini kullanıp akliyât'ı nakliyât'tan önceye alması üzerinde zahmet edip biraz düşünmeli!] Bu anlamlar dolayımında Metafizik'in konusunun niçin "varolan olarak varolan" veya "varlık olarak varlık" (on he on/min haysu hüve hüve/mevcudâtın vücudu) olduğu sanırım şimdi açıklık kazanmış oluyor. [Daha geniş bilgi almak isteyenler, esasen konuyla ilgili hemen her metinde kolaylıkla bulabilecekleri bu açıklamaları, Hans-Georg Gadamer'in, bizzat Yunanca'dan Almanca'ya çevirdiği Aristoteles'in Metafizik'inin XII. Kitab'ına yazdığı mukaddime ve şerhten de (Frankfurt, 1984) takip edebilirler.]

XVII. ve XVIII. yüzyılın metafizik kitaplarında felsefenin bu temel disiplinini tanımlamak sadedinde ilk kez 'ontoloji' (varlık-bilim) sözcüğünün kullanıldığını biliyoruz. Nitekim Christian Wolff bu ilme "İlk Felsefe veya Ontoloji" (Philosophia Prima sive Ontologia) adını vermişti. Eğer bu kısa izahât anlaşılmışsa, o zaman, Heidegger'in îcadı olan "onto-teo-logie" (varlık-tanrı-bilim) terkibini açmaya lüzum kalmamış demektir. Yok eğer hâlâ algı karışıklığı sürüyorsa, herkesin bu meseleye vakit ayırması gerekmez; zira hayatta yapacak başka güzel işler de var!

XIX. yüzyılın başlarından itibaren Empirizmin ve bilhassa Pozitivizm'in etkisiyle 'metafizik'in —tıpkı zavallı teoloji gibi— hurafât, laklakiyât, efkâr-ı bâtıla, vb. pejoratif tanımlamaların kurbanı olduğu cümlenin malumudur. Bugün bu sözcüklere alerji duyanların üçüncü elden magazin yayınlarının etkisinde kaldıklarını ve bu yöndeki itirazların dinî olmaktan ziyade modern alışkanlıklara dayalı olduğunu sanıyorum; zira İslâm Felsefesi ve Kelâmının tabir ve itibarlarına biraz olsun âşina olanların, bu terimlerin mânâ ve muhtevalarını Batı'dan esen yeni rüzgarların etkisine bağlamak kolaycılığına kapılmaları aslâ mümkün değildir.

Her neyse, âlimlerimizin eskiden dediği gibi, ıstılahta münakaşa olmaz! Çünkü her tabir bir itibara tâbidir. Ben hangi itibarla bu tabiri kullandığıma en azından işaret ettiğim için şimdilik bu meseleyi usulce (!) kenara doğru itecek ve ilkini izah sadedinde kullandığım 'nazarî' sözcüğüne açıklık getirmeyi deneyeceğim.

'Nazarî' sözcüğünü 'amelî'nin karşıtı olarak kullanıyorum. Nitekim bugün bu anlamda sık sık 'teorik-pratik' ayrımı kullanılıyor. [İsteyenler "usulî-tatbikî" çiftini de seçebilirler ama bugün "metodoloji ve uygulama" terimleri bilhassa modern bilimler bağlamında ve üstelik bambaşka mânâlarda kullanıldığından —hatırlatmalıyım ki— bu seçim tamamen isabetsiz olacaktır; tıpkı Kant'ın "reine/formale Logik-angewandte Logik" (Mantık-ı Sûrî/Mantık-ı Tatbikî) ayrımında olduğu gibi.]

Hâsılı, Hikmet-i Nazariye'nin konusu asırlarca "Fizik (İlm-i Tabii); Matematik (İlm-i Riyazî); Metafizik (İlm-i İlahî)" şeklinde tayin edilmiştir. Buna karşın Gazalî sonrası Kelâmcıları ise —gayet isabetle— akide'ye taalluku itibariyle "bilinebilir olan herşeyi" (malum'u) Kelâm'ın konusu ilan edip bu malum'u da mevcud ve madum'dan (varolan ve yokolan'dan) ibaret saymışlardır; zira varlık da yokluk da nazarî bilgi'nin konusudur. İlm-i Tasavvuf'a gelince, onun da ana konusu Mevcud ve Vücud'dur (Varolan ve Varlık). Nitekim İbn Sina'nın müridi, Martin Heidegger'in ise şeyhi Meister Eckhart şöyle der: "Das Sein ist der Gott" (Vücud, Hak Teâla'dır). Şeyh-i Ekber'in takipçilerinden Sütlüce Dergahı Postnişini Elif Efendi'nin dediği de şu: "Hak Teâlâ Vücud'dur!"

Çağdaş İslâm Düşüncesi'nin mahrum olduğu metafizik/nazarî cihet işte budur. Yani anlayacağınız, tüm yoksunluğumuz bütünü bütünün kendisinden hareketle görmekten (nazar-ı küllî'den) ibaret!!!


1 Kasım 2003
Cumartesi
 
DÜCANE CÜNDİOĞLU


Künye
Temsilcilikler
Abone Formu
Mesaj Formu

Ana Sayfa | Gündem | Politika | Ekonomi | Dünya
Kültür | Spor | Yazarlar | Televizyon | Ramazan | Arşiv
Bilişim
| Dizi | Karikatür | Çocuk
Bu sitede yayınlanan tüm materyalin HER HAKKI MAHFUZDUR. Kaynak gösterilmeden çoğaltılamaz.
© ALL RIGHTS RESERVED