AYDINLIK TÜRKİYE'NİN HABERCİSİ
Albaraka Türk

K R O N İ K  M E D Y A
'Ordu göreve' haberleri: Yılmaz ve Berkan'ın savunmaları...

"Rektörler yürüyüşü"nde bazı gazetelerin, yürüyüşte açılan "Ordu göreve" pankartını öne çıkarmamaları ve bunu açıkça "demokrasi ayıbı" olarak nitelememeleri eleştiri konusu oldu... Hürriyet ve Radikal gazetelerinin genel yayın yönetmenleri, haberlerini savunan yazılar yazdılar... Yılmaz'ın da Berkan'ın da haklı olduğu taraflar var ama en temel noktada yanıldıkları kanısındayız...

"Ordu göreve" pankartının açıldığı "Rektörler yürüyüşü"nü "darbeci" bir yaklaşımla haberleştirmekle suçlanan (27 Ekim) Milliyet'in genel yayın yönetmeni Mehmet Yılmaz, peşpeşe yazdığı iki yazıyla (29 ve 30 Ekim) suçlamalara cevap verdi. Ondan nispeten daha az sert eleştirilere maruz kalan Berkan da 29 Ekim'de aynı çerçevede bir yazı kaleme aldı.

Mehmet Yılmaz, "Milliyet asker postalı mı giydi?" başlıklı ilk yazıda gazetesinin neden "pankart"ı değil de "yürüyüşün kendisi"ni öne çıkardığını şöyle anlatıyor: "Provokasyon olduğu açıkça belli olan bir olayı 'Cumhuriyete Saygı' yürüyüşünün önüne geçirmek ve hak ettiğinden daha büyük değerlendirmek benim düşünceme göre provokasyona hizmet etmekten daha öteye bir anlam taşımıyor. O yürüyüşe katılan büyük çoğunluğun temel amacı Cumhuriyet'in niteliklerinin korunmasıydı ve Cumhuriyet'in temel nitelikleri arasında laiklik olduğu kadar 'insan haklarına saygılı bir demokrasi' de var... Bunu görmezden gelerek, küçük bir grubun yaptığı provokasyonu öne çıkarmanın ve yürüyüşü sadece bu arızi olaya indirgemenin ardındaki gizli amacın ne olduğunu da iyi değerlendirmek gerekiyor. Bu çevrelerin amacı, Cumhuriyet'e bağlılığı bir tür demokrasi düşmanlığı olarak göstermek ve özellikle YÖK Yasası nedeniyle ortaya çıkan muhalefeti bu yolla sindirmektir. Milliyet, işte bu oyuna gelmedi. Bize yönelik bu eleştirinin ardında Milliyet'in tuzağa düşmemiş olmasına duyulan kızgınlık var."

İsmet Berkan'ın da da benzer bir yaklaşımı var: "Bu yürüyüş sırasında bir grup, 'Ordu göreve' diye pankart açtı. Bir süre sonra düzenleme komitesi bu pankartın kaldırılmasını istedi. Pankart yürüyüşçülerin görüşlerini yansıtıyor muydu, yansıtmıyor muydu bilmiyorum ama pankartta dile getirilen darbe özlemciliğini Türkiye'de küçük fakat güçlü bir kesimin hâlâ taşımakta olduğuna kuşku yok.

(…)

"Bu küçücük grubun bir 'eylem'i, bütün bir yürüyüşü ele geçiriyor, günlerdir o grubu ve açtıkları pankartı konuşup duruyoruz. Peki ne yapmalıyız gazeteci olarak? Bu darbe kışkırtıcılığını ve kışkırtıcılarını görmezden mi gelmeliyiz? Belki de öyle yapmalıyız. Ama itiraf edeyim, benim midem de, yüreğim de bu çağda darbe kışkırtıcılığını kaldırmıyor. O yüzden, ajitasyona da çok açığım yani.

Belki de iyi ki cumartesi günü işe gelmemişim ve birinci sayfa hazırlanırken o fotoğrafı görmemişim. Burada olsaydım ve görseydim, bir kez daha o tuhaf komik kişilerin ekmeğine yağ sürecek, sinirlerime hâkim olamadığım için onları manşetten sergilemeye kalkışacaktım."

YÜRÜYÜŞÜN 'RUH'U?

Biz, her iki yazıdaki anahtar kelimenin "provokasyon" olduğu görüşündeyiz... Her iki yazar da yürüyüşün "ruhu"na o pankartın değil, "geniş kitlenin cumhuriyet coşkusu"nun damgasını vurduğu kanısında... Mehmet Yılmaz'ın yazısından, "rektörler"in, yürüyüşteki provokatif grubun ruhuyla hiçbir ortak noktasının bulunmadığı gibi bir sonuç çıkıyor. İsmet Berkan'ın ise o kadar emin olmadığını düşünebiliriz... Bu varsayım genel olarak doğruysa, Milliyet ve Radikal'in haberlerinin de hiçbir problem taşımadığını rahatlıkla söyleyebiliriz... Bir örnek: Samimiyetlerine herkesin inandığı binlerce pasifistin yürüyüşü sırasında, araya sızan birkaç provokatör, yürüyüşü izleyen insanlara saldırmış olsun... Şimdi bu olayın haberini o küçük grubun üzerinden vermek ve mesela "İşte pasifistlerin gerçek yüzü" gibi bir başlık kullanmak doğru olur mu? Kuşkusuz olmaz. Doğrusu, haberi geniş barışçı kitlenin eylemi üzerine oturtmak, bu arada porovokasyonu da duyurmaktır.

GERÇEKTEN İNANIYORLAR MI?

Ama "Rektörler yürüyüşü"nde gazetecilerin karşılaştığı problem tam da bu noktada ortaya çıkıyor. Yukarıda zikrettiğimiz varsayım geçerliyse mesele yok, peki ya geçerli değilse? Ya durum, Sabah yazarı Emre Aköz'ün yazdığı gibiyse? Bakın, "O pankarta hiç şaşırmadım" başlıklı yazısında (28 Ekim) ne diyor Aköz:

"Siz bakmayın yürüyüşü düzenleyenlerin bu pankartı kınamalarına... Onların hayali tam da bu! Ancak 'zamanlama' sorunu olduğunu düşünüyorlar. Yani 'Şimdi sırası değil, onun da vakti gelecek...' (...) Toplumdaki mayalanma henüz kıvamına gelmemişken, sonda söylenecek olan, hiç başta söylenir mi? Bu gençler de pek aceleci canım!"

Evet, ya yürüyüşe hakim olan "ruh" buysa?

Denebilir ki "Biz gazeteciyiz, 'niyet okumak' bizim işimiz değil..."

Denebilir tabii, ama hiçbir şeye yaramayan bir "objektiflik" olmaz mı bu? "Background" diye bir şey yok mu? Oraya bakınca "rektörler"in "pankart"ı kınamaları size samimi görünüyor mu?

Mehmet Yılmaz, gazetesinin "provokatörler"i ön plana çıkarmayarak "oyun"a gelmediklerini söylüyor. Sakın asıl oyuna gelmek, "rektörler"in demokratlığını peşinen varsaymak ve haberi bu varsayımın üzerine kurmak olmasın? (A.G.)

ÖNEMLİ NOT: Bazı başka "yürüyüş"lerde, özellikle Milliyet'in, "yürüyüşün kendisi"ni değil, araya karışmış bazı "provokatif gruplar"ın eylemini nasıl öne çıkadığını unuttuğumuz sanılmasın lütfen...


Gazetelere bayram ettiren bayram ilanları

Hiç şüphe yok ki, bayram günlerinde gazeteler iki kez bayram ediyor...

Unutmadan, bu çerçevede şu tespiti de yapmamız gerekir:

Gazeteler, bayramlarda bayram etmesi açısından da ikiye bölünmüş durumda...

Yani, "dini bayramlar" bir bölümünü, "milli bayramlar" ise tartışmasız diğer bölümünü daha ziyade memnun ediyor.

Meselenin temelinde "reklam dünyası"nın "ideolojik" tercihi yatsa da (bakın, 29 Ekim günü Yeni Şafak'a, o malûm site dışında "kutlama ilanı" veren hiçbir kuruluş yoktu!), hemen söyleyelim ki yaptığımız bu sınıflama tamamen "ilanlar"ı esas alıyor...

Cumhuriyet Bayramı, her zaman olduğu gibi bu yıl da "merkez medya"yı ihya etmediyse de epeyce rahatlatmış durumda. Gazeteler bu bayram günü için de epeyce hazırlık yaptı. Her biri gazetenin yanına bir "ek" ekleyerek, asıl olarak (yayınların içeriğinden bu açıkça görülüyor) "Cumhuriyet ilanları"nı toparlamayı amaçladı.

Söz konusu "kutlama ilanları"nı gözden geçirmek, her yıl olduğu gibi, tabii ki bu yıl da öğretici, hatta "eğlendirici".

İsterseniz önce bu ilanlardaki temel "konsept"i açıklayalım:

"İlan" verecek firma / şirket her neyse, herşeyden önce faaliyet alanıyla "bayram" arasında bir ilişki kurmaya çalışıyor. Belli ki, reklamcıların bu günlerde aklı fikri de hep bu işe çalışıyor...

Herhalde en iyisi örneklerle devam etmek:

Mesela "MNG Kargo" adlı "taşıma" şirketinin gazetelerde yer alan ilanı: "Cumhuriyet'i geleceğe taşımayı görevimiz olarak kabul ediyor ve Türkiye'ye hizmet için çalışıyoruz. / Cumhuruyet Bayramınız kutlu olsun!"(!)

Nasıl buldunuz, şirketin "faaliyet alanı" ile Cumhuriyet bayağı iyi bağdaştırılmış değil mi?

Mesela "OYAK BANK" adlı kuruluşun verdiği ilan: "Özkaynağımız: CUMHURİYET"(!)

Doğrusu bu da hiç fena değil. Söz konusu bankanın Ordu Yardımlaşma Kurumu'nun malı olduğu düşünülünce ilan metni daha bir anlam kazanıyor. (Yeri gelmişken: Bu ilanın yer aldığı Radikal-Bayram'da Prof. Mete Tunçay'ın da Cumhuriyet'e ilişkin bir yazısı var. Tunçay, yazısında Cumhuriyet'in 1960 sonrasını analiz ederken şöyle diyor: "Fakat bu dönemin belki en kalıcı sonucu, giderek büyük bir malî güce erişen Ordu Yardımlaşma Kurumu'nun (OYAK) yaratılması oldu.")

Mesela, Yaşar grubunun şu ilanı: "Cumhuriyet ve onun ışığından doğan kurumlar sonsuza dek yaşayacak.."

Çok yerinde bir "yaratıcılık" doğrusu; "Yaşar", "yaşatacak"....

Mesela, Türkiye İş Bankası'nın ilanı. İhap Hulusi imzalı bir afişin kullanıldığı bu ilana bugünden eklenen tek cümle şu: "Atatürk'ün sermayesiyle kurulan İş Bankası, Türkiye'nin en büyük bankalarından."(!)

Reklam metni yazarı da bayağı "kurnaz"mış yani... Ama bize göre, bu ilan "rekabet yasaları" olarak adlandırılan düzenlemeyi bayağı ihlal ediyor! İş Bankası'nın ilanın altına düştüğü bu not ile hangi banka başedebilir?!

Mesela, "Memorial Hastanesi"nin ilanı. Biraz uzunca ama o da çok eğlenceli:

"Zafer, 'Zafer benimdir' diyebilenin, başarı, 'Başaracağım' diye başlayanların ve 'başardım' diyebilenlerindir.' K. Atatürk / MEMORIAL'I BİR DÜNYA HASTANESİ YAPMAYI BAŞARDIK."

Düşünün; hastane ve reklam metni yazarı kafa kafaya vererek bu metni yaratabilmek için kim bilir kaç saat kafa patlattı?!

"Doğan Holding"in ilanına gelince: Bu ilan –hiç kuşku yok- okunur okunmaz insanda endişe hatta korku uyandıran bir ilan... İlanın şu temel sloganına bakın:

"Türkiye'nin geleceği geleceğimizdir"(!)

Haksız mıyız? Bütün bir ülkenin "geleceğini", kimseye fırsat vermeden peşin peşin "geleceğimizdir" diye ilan etmek, biraz korkutucu değil mi?

Gelelim bu bayramın en "hiper realist" ilanına:

Bu ilan gerçekten şöyle böyle değil... İlanı veren kuruluş "Dünya Göz Bankası".

Bu ilana "hiper realesit" olarak niteledik, çünkü ilanı hazırlayan reklamcı okurları doğrudan bir "göz" ile karşı karşıya getirmeyi seçmiş!

Evet, bir tam sayfayı kaplayan bu ilanda kime ait olduğunu bilmediğimiz tek bir "göz" görüyoruz. Ama tabii, günün ve ilanın anlamına uygun olsun diye bu gözün tam ortasına (göz bebeğine) bir Atatürk portresi yerleştirilmiş. İlan metninde de şunları okuyoruz:

"Gözümüz daima ilerde / Hep ulu önderin izinde, hep ilklerin peşinde, hep gözlerinizin hizmetindeyiz.

Bizlere gözlerini emanet eden Türk milletine en ileri teknoloji ve yöntemlerle, dünya standartlarında hizmet sunmanın onurunu yaşıyoruz.

Atatürk'ün bizlere emanet ettiği Cumhuriyet'i 80 yıldır yaşatmanın verdiği onur gibi."

Eğer "Ne ilgisi var?" diye soruyorsanız tamamen haklısınız, hiçbir ilgisi yok! (K.B.)


'İrticai' içki servisi...

Cumhuriyet'in yürüttüğü "Laikliğe karşı uygulamaları takip, saptama ve teşhir" kampanyası çerçevesindeki son haber 29 Ekim tarihli gazetede yer aldı: "AKPNİN HEDEFİ VALİLİK BALOLARI... SEÇİM BÖLGELERİNDE 'TÜRBAN ŞOV' YAPACAKLAR..."

Yani: "Türbanlı eşleriyle Çankaya Köşkü'ndeki kutlamalara gidemeyecek olan AKP'lilerin, seçim bölgelerine dağılarak valiliklerin düzenleyeceği balolarda gövde gösterisine hazırlandığı öne sürüldü. Bursa'daki ilerici derneklerin, baloların türban şova dönüşmesini protesto edeceği öğrenildi..."

Haber böyle başlıyor ve ondan sonra da sonuna dek sadece Bursa'daki muhtemel "türban şov"dan söz ediliyor. Buradan nasıl "valilikler" haberi çıkar, biz bilemedik ama meselenin orasına takılmayalım...

Cumhuriyet, Bursa balosunu iki noktadan "teşhir" ediyor.

Bunlardan birincisi, "Bursa Valiliği'nce bu akşam Clup Altınceylan'da düzenlenen 'Cumhuriyet Balosu' davetiyesinde geçen yılların aksine kıyafet bildirimi yapılmadı"ğına ilişkin...

İkinci "teşhir" ise ancak bu işlerde uzmanlaşmış olanların farkına varabileceği türden... Cumhuriyet'ten aynen aktarıyoruz:

"Bursa'daki etkinlikte, üstü örtülü içki yasağı uygulanacak, garsonlar içki servisi yapmayacak. İçki içmek isteyenler içkilerini hazırlanacak masadan kendileri alacak..."

Davet, sergi açılışı vb. işlere kalkışanları buradan uyarıyoruz: Kokteylde içki vermeyi düşünüyorsanız onları mutlaka "garsonlar"a dağıttırın... Misafirlerinizden, içkilerini "hazırlanacak masadan almalarını" sakın ola istemeyin... Aralarında bir Cumhuriyet muhabiri olur, başınız belaya girer! (A.G.)


31 Ekim 2003
Cuma
 
YÖNETENLER: Kürşat Bumin
Alper Görmüş


Künye
Temsilcilikler
Abone Formu
Mesaj Formu

Ana Sayfa | Gündem | Politika | Ekonomi | Dünya
Kültür | Spor | Yazarlar | Televizyon | Ramazan | Arşiv
Bilişim
| Dizi | Karikatür | Çocuk
Bu sitede yayınlanan tüm materyalin HER HAKKI MAHFUZDUR. Kaynak gösterilmeden çoğaltılamaz.
© ALL RIGHTS RESERVED