AYDINLIK TÜRKİYE'NİN HABERCİSİ

Y A Z A R L A R
"Delikli demir"

İnsanlık tarihini savaşların tarihi olarak da okuyabiliriz. Hattâ, bu okuyuşa, Kabil'in, kardeşi Habil'i haksız yere öldürmesinden başlayabiliriz. "Bütün öldürmeler "haksız" değil midir, "haklı" öldürme var mıdır?" sorusu anlamsız bir soru değildir ve bu anlamlı sorunun yanıtı "Evet, vardır!" olmalıdır. Madem ki "haksız öldürme" diye bir gerçeklik bulunmaktadır, işte o öldürmenin tam ve gerekli karşılığı "haklı öldürme" olacaktır. Bu işlerin ölçüleri de "hak" ve "haklılık" kavramlarının anlamına, amacına, kaynağına uygun olmalıdır. Bana öyle geliyor ki, insanlar kendi keyiflerine, heveslerine ya da çıkarlarına göre ürettikleri "hak-lılık" ölçütlerini bir kenara bırakıp Hakk'ın ölçütlerini, güçlü güçsüz ayrımı yapmaksızın uygulama iradesini göstermedikçe, gerçek ve saygıdeğer bir barışın yolu açılmayacak, açılamayacaktır. Bu iradeye karşın, aksamalar, çatışmalar, kavgalar ve savaşlar olabilir, olacaktır. Çünkü, "ahsen-i takvîm üzere" ve "eşref-i mahlûkat" olarak yaratılmış olan insan, aynı zamanda "zalim" ve "câhil" olabilmektedir. Ayrıca insanlar, barış ile ve barışta sınandıkları gibi savaş ile ve savaşta da sınanmaktadırlar. Ve dünya sonsuza dek kalacağımız bir yurt değildir, burada görülen ve görülmeyen bütün hesaplar, bir de orada, öte âlemde ve Hakk'ın mutlak adalet ölçüsüyle görülecektir.

Keşke, bütün ölümler, sadece "ölüm" olaydı, insanın eylemleri arasında "öldürme" hiç olmayaydı! Ama içinde yaşamaya mecbur olduğumuz bu yeryüzünün koşulları; insan olarak varlığımızı sürdürürken kimi canlıların canlarını almamızı kaçınılmaz kılıyor. Beslenmemiz için bitkilerin ve hayvanların canlarını alıyoruz. Ama bu işlemlerimize "öldürme" demeyi hiç mi hiç düşünmüyoruz. Onlara uyguladığımız işlemleri "koparmak, devşirmek, toplamak, hasat etmek, kesmek, kurban etmek, avlamak" gibi sözcüklerle ifâde ediyoruz. Ancak bizim için tehlikeli olan haşereleri ya da saldırgan hayvanları zararsız hâle getirirken "öldürmek"ten gönül rahatlığıyla söz edebiliyoruz.

İnsanın insanı öldürmesi, "meşrû müdafaa" denilen kendini savunma durumunda, bir de başkasını haksız yere, bile bile öldürmenin cezası olarak olağan, hattâ gerekli, belki onurlu bir iş sayılabilir.

Savaşlar, öteden beri ölmenin ve öldürmenin kahramanlık sayıldığı bir alan olmuştur. Destanların, kahramanlık öykülerinin, savaş kahramanlıklarıyla, şehitlik ve gazilik efsaneleriyle dolu olduğunu biliyoruz.

Ancak büyük halk kahramanı Köroğlu'nun söylediği:

Delikli demir çıktı, mertlik bozuldu!

ya da

Tüfek îcâd oldu, mertlik bozuldu!

sözü, "mertlik, kahramanlık, yiğitlik" anlayışının teknolojinin devreye girmesiyle değiştiğini gösteriyor. Orduların kılıç kalkan, mızrak, gürz ve benzeri silâhlarla çarpıştığı dönemlerde kişisel beceri ve yüreklilik daha belirleyici olurken, ateşli silâhların kullanılmaya başlamasından sonra silâh ve cephane üstünlüğü belirleyici olmaya başlamıştır. Bu süreç, atom bombasının kullanıldığı 1945 yılında doruk noktasına ulaşmıştır, diyebiliriz. Bugün de aynı sürecin içinde olduğumuz açık.

Ancak, delikli demir mertliği bozmuştur diye mertlikten vazgeçecek değiliz. Mert kişiler, nasıl kılıcı mertçe kullanırlarsa, delikli demiri de mertçe kullanabilirler. İnsan, araçlarının tutsağı olacak denli alçalmanın bedelini er geç öder. Adı Buş da olsa, Saddam da olsa, bu böyledir.

Not: Eski bir yazı bu. İstanbul'daki saldırı dolayısıyla hatırladım.


18 Kasım 2003
Salı
 
İBRAHİM KARDEŞ


Künye
Temsilcilikler
Abone Formu
Mesaj Formu

Ana Sayfa | Gündem | Politika | Ekonomi | Dünya
Kültür | Spor | Yazarlar | Televizyon | Ramazan | Arşiv
Bilişim
| Dizi | Karikatür | Çocuk
Bu sitede yayınlanan tüm materyalin HER HAKKI MAHFUZDUR. Kaynak gösterilmeden çoğaltılamaz.
© ALL RIGHTS RESERVED