T Ü R K İ Y E ' N İ N    B İ R İ K İ M İ
Y A Z A R L A R 5 ARALIK 2005 PAZARTESİ
  Ana Sayfa
  Gündem
  Politika
  Ekonomi
  Dünya
  Aktüel
  Spor
  Yazarlar
  Televizyon
  Sağlık
  Bugünkü Yeni Şafak
 
  657'liler Ailesi
  Bilişim
  Çalışanın Sesi
  Diziler
  Düşünce Gündemi
  Hayat
  Kültür-Sanat
  Nar-ı Beyza
  Okur Sözcüsü
  Röportaj
  Sinema
  Yemek
  Zamanda Yolculuk
 
  Bize Yazın
  Abone Formu
  Temsilcilikler
  Reklam
  Künye
 
  Arşiv

  Yeni Şafak'ta Ara
 

Kürşat BUMİN

Kimliğiniz nasıl olsun? (devam)

Önce “anayasal vatandaşlık” formulü önerildi. Dikkat ediyorsanız “formül” diyorum “kavram” değil. Bu formülün kendi içinde çok problemli olduğu apaçıktı; “kavram” olmaktan çok bir “totoloji” (“eşsesli”) manzarası arzediyordu. Çünkü formülün iddiasını aksine, “anayasal olmayan bir vatandaşlık”tan söz edebilmek zaten imkansızdı. “Vatandaşlık” ve “anayasal”lık karşılıklı olarak birbirlerinin varlığını gerektiren kavramlar değil miydi zaten? Dolayısıyla “yeni” hiçbir şey söylemeyen-önermeyen, sorunumuzun çözümüne hiç mi hiç yararı olmayacak, belki sadece telaffuz etmekten dolayı memnun olabileceğimiz bir formüldü söz konusu olan. Habermas’ın AB’yi düşünerek geliştirmeye çalıştığı“anayasal yurtseverlik” gibi yeni kavramla karşı karşıya olsak amenna, ciddiye alıp üzerine kafa yorardık; ama ne gezer...

Daha sonra “Türkiyelilk” formülü çıka geldi. Haksızlık etmemek lazım, bu formül ilki gibi “ev imalatı” özelliğini taşımıyordu. Taşımıyordu, çünkü hiç değilse TBMM’de 24 Anayasası tartışılırken telaffuz edilmiş, imparatorluk sonrası kimlik arayışı sürecinde bir çözüm yolu olarak gündeme gelmişti. 24 Anayasası’nın 88. maddesi TBMM’de görüşülürken içine düşülen terminoloji sıkıntısını “Bu Türk Cumhuriyetinin de bilcümle efradı Türk ve Müslüman değildir. Bunları ne yapacağız? (“Bunlar”a dikkat! K.B.) Ortada bir Rum var, bir Ermeni var, bir Yahudi var, türlü türlü anasır var. Lehülhamd ki ekalliyettir. Bunlara eğer Türklük sıfatını vermeyecek olursak ne diyeceğiz?” sözleriyle dile getiren Celal Nuri Bey’in sözleri genel kuruldan gelen “Türkiyeli sesleri” ile kesiliyordu.. Celal Nuri ise bu seslere şu karşılığı veriyordu: “Türkiyeli hiçbir manayı müfid değildir.” Tahmin edildiği gibi, genel kuruldan yükselen “Türkiyeli” sesleri bugün bu sözcüğe yüklenmek istenen anlamın tam tersine, farklılığı olumlu yönde tanımanın tam aksine olumsuz, dışlayıcıyı bir özellik taşıyordu.

Tuğrul Artunkal, “Türkiyeli” önerisi etrafındaki tartışmaların şiddetlendiği günlerde kaleme aldığı (yayımlanmamış) derli toplu bir denemesinde, “Almanyalı, İngiltereli (...) İtalyalı, ilh mi dersiniz, yoksa Alman, İngiliz (...) İtalyan mı?” diye sorduktan sonra söz konusu adlandırmaları teker teker gözden geçirmiş. Artunkal’ın güzel özetlediği gibi manzara sahiden karma karışıktır. “Fransa-Fransız”dan başlayarak sıralanan ülkelerdeki ahalinin adlarını nereden aldıklarının hiçbir sistematiği yoktur. Mesela “İspanya-İspanyol”, adını Romalıların bu ülkeye verdikleri “tavşan diyarı”ndan (Hispaniae), “Portekiz-Portekizli” adını “Galata limanı” demek olan “porto gallo”dan, “Polonya-Polonyalı”, adını, ova ve ovalılar demak olan “Pole- Polsksi”den, “Hollanda-Hollandalı”, adını “alçak topraklar”dan (Nederland) almaktadır.

Dolayısıyla konuya tekrar dönmek üzere bugünlük şu kadarını söylemekle yetineyim:

Öyle ya da böyle her ülkenin ahalisine birer ad verilmiş ve bu ad söz konusu ülkelerin anayasalarına girmiş. Bu çerçevede T.C Anayasaları da sırasıyla 88, 54 ve 66. maddelerde bir tanım yaparak vatandaşlarını “Türk” olarak adlandırmış. Cumhuriyetin 80 yıl içinde “Türk” sözcüğüne yüklediği anlamın hikayesini tabii ki unutmuyoruz.(Mesela, Ahmet Yıldız’ın o güzel kitabının sonuna eklediği şu “kamu ilanı”nda görüldüğü gibi: “Ankara Askeri Baytar Mektebine Talebe Kayid ve Kabulü / (...) A- Türkiye Cumhuriyeti tebaasından ve Türk ırkından olmak.”) Ancak ben son kertede, herşeye rağmen, Şükri Hanioğlu’nun “Şüphesiz karşı karşıya bulunulan mesele, üst kimliğe yeni bir ad bulmaktan ziyade onun içinin nasıl doldurulacağıdır” tespitine katılarak işi bir kelime fetişizmine dönüştürmenin kimseye yararı olmayacağını ve çözümün ad değiştirmeye gerek kalmadan atılacak yeni cesur adımlardan geçtiğini düşünüyorum. Yazık, enerjimizin önemli bir kısmını da nasıl gelişeceği belli olmayan bir kelime oyununa harcamayalım.

Geri dön   Mesaj gönder   Yazdır   Yukarı


ALPORT Trabzon Liman İşletmeciliği

Ana Sayfa | Gündem | Politika | Ekonomi | Dünya | Aktüel | Spor | Yazarlar
Televizyon | Sağlık | Bilişim | Diziler | Künye | Arşiv | Bize Yazın
Bu sitede yayınlanan tüm materyalin her hakkı mahfuzdur. Kaynak gösterilmeden çoğaltılamaz. © Yeni Şafak
Tasarım ve içerik yönetimi: Yeni Şafak İnternet Servisi