T Ü R K İ Y E ' N İ N    B İ R İ K İ M İ
Y A Z A R L A R 29 HAZİRAN 2006 PERŞEMBE
  Ana Sayfa
  Gündem
  Politika
  Ekonomi
  Dünya
  Aktüel
  Spor
  Yazarlar
  Televizyon
  Sağlık
  Yurt Haberler
  Son Dakika
 
 
 
  657'liler Ailesi
  Ankara'da Şafak
  Bilişim
  Çalışanın Sesi
  Diziler
  Düşünce Gündemi
  İzdüşüm
  Kültür-Sanat
  Röportaj
  Sinema
  Yemek
  Zamanda Yolculuk
 
  Bize Yazın
  Abone Formu
  Temsilcilikler
  Reklam
  Künye
 
  Arşiv

  Yeni Şafak'ta Ara
 

Akif EMRE

Müzeleştirilen 'müzesiz şehir'

İstanbul'a sahip çıkmak adına onu müzeleştirmeye çalışmak bu şehrin ruhunu öldürmekle eşanlamlıdır. Şehir her şeyden evvel yaşayan bir organizmadır. Eğer "şehirlerin ruhu" olmasaydı tarihin sisleri arasında seyrettiğimiz, donmuş bir nesne olarak müzeleşirdi. İstanbul yaşayan bir şehir olarak müzeleşmeye; dondurulup, içinin boşatılmasına karşı direniyor. Tarihin ve hayatın içine sinen 'İstanbul/un ruhu' onu dondurmak isteyen her girişime karşı yaşayan bir şehir olduğunu bir kez daha haykırmak istiyor adeta.

İstanbul, içi boşaltılıp, kendi kültürünü üreten, yaşayan bir organizma olmaktan çıkarılıp 'müzeleştirilirken' aynı anda 'müzesiz şehir' haline getirildiğini çoğumuz fark etmeyiz. Topkapı ve Dolmabahçe gibi sarayların müze haline getirilmeleri, hele hele tarihi camilerin müzeleştirilmesi bu şehrin birikiminin değerlendirilmesi demek değildir.

Dünyanın en muhteşem tarih ve kültür mirasının üstünde yükselen İstanbul'da hala bir 'şehir müzesi'nin, bir 'fetih müzesi'nin olmaması tarih ile kurduğumuz ilişkinin çarpıklığı ile izah edilebilir ancak. Osmanlı medeniyeti ile ilişkisi Topkapı'da sergilenen eserlerle sınırlı tarih anlayışı, İstanbul'u müzesiz bırakırken onu müzeleştirmektedir.

Oysa bir medeniyetin birikimi, onun hayatın tüm alanlarına yansıyan boyutu dikkate alınmadan kavranamaz, bugüne taşınamaz. Kendi medeniyetiyle sadece seremonik unsurlarla ilişki kurabilen bir toplumun tarihi ile sahih bir irtibat kurması beklenemez.

Nitekim, önceki gün Haliç Tersanesi'ni gezerken yaşayan en önemli Osmanlı tarihçilerimizden Mehmet Genç hocanın tespiti çok çarpıcı geldi: Türklerin tarihi yok, sadece geçmişleri var.

Müzeler, bir medeniyetin tarihe mal olan birikimiyle temas imkanı sağlayan hafızasıdır. Kütüphaneler nasıl ilmi ve kültürel birikimi bugüne taşıyan kurumlar ise, müzeler de medeniyetin farklı açılımlarını bugüne hatırlatır...

Osmanlı birikimini saltanat eşyalarıyla sınırlı tutmak bizi hafızasızlaştırdığı gibi medeniyetimizi küçümseyen, garbzede bir nesil haline getirdi.

Osmanlıyı kılıç zoruyla ülkeleri zapt eden bir dönem olmaktan ibaret sayan bir tarih anlayışı gelişirken kendimize olan öz güvenimizi kaybettik.

Oysa bu toplumun bilim, kültür, teknik, endüstri alanında gerçekleştirdiklerini göz önüne sermek tarihle sağlıklı ilişki kurmayı ve toplumun özgüven kazanmasını sağlayacaktır.

Şu anda dünyada faal olan en eski tersanelerden biri olan Haliç Tersanesi (Tersane-i Amire) bilim tarihi açısından olduğu kadar Osmanlının kullandığı teknik ve geliştirdiği sanayi birikimini gözlemlemek için eşiz bir örnektir. Faaliyetine son verilecek olan tersanede fetihten bu yana kullanılan taş havuzların yanı sıra endüstri devrimini takiben geliştirilen yenilikleri de yan yana izlemek mümkün. Üçüncü Selim, ikinci Mahmut ve Abdülmecit-Abdülaziz dönemlerinde gerçekleştirilen yeniliklerle buhar enerjisinden modern teknolojiye geçişin aynı anda izlenebildiği bir sanayi müzesi gibidir.

Hindistanlı Müslümanların önderlerinden Şibli Numani; Abdülhamid döneminde kendisine tersaneyi gezdiren Osmanlı yetkililerinin "Burada Avrupalılara hiçbir ihtiyaç duymadan gemi yapabiliyoruz" sözünü aktardıktan sonra nasıl sevinç duyduğunu yazar. Doğrusu tersaneyi gezerken sökülen kitabeler ve ihmal edilmişlikler karşısında hüzün duydum.

Osmanlı denizcilik tarihi ve gemiciliği konusunda otorite olarak bilinen İdris Bostan'nın öncülüğünde Mehmet Genç, Teoman Duarali, ihsan Fazlıoğlu, Özlem Kumrular'dan oluşan bilim adamlarıyla halen üretime devam eden bu tarihi mekanı gezerken şehrin hafızasının ne demek olduğunu üzerinde tekrar düşündüm. Yakında üretime son verecek olan bu tarihi tesisc ancak Venedik tersaneleriyle kıyaslanabilir ki, İdris Hoca, Tersane-i Amire'nin kapasite olarak Venedik tersanelerini geride bıraktığının altını çiziyor. Bu tarihi sanayi tesisinin İstanbul'a yeniden kazandırılması medeniyetimizin gerçekleştirdikleri üzerinde yeniden düşünmeyi sağlayacaktır.

Parası olan meraklıların topladığı eserlerin müzecilik zannedildiği günümüzde tarihimizin en önemli bilimsel ve teknolojik birikiminin paylaşılması, gözler önüne serilmesi gerekir. Bilimsel bir araştırma ve hazırlık sonucunda, büyük ölçüde orijinalliğini koruyan bu tesis dünya çapında bir bilim tarihi müzesi haline getirilebilir. Her şeyden önce denizci karakteri öne çıkan Osmanlıların kullandığı teknikleri, dönemsel olarak gelişmeleri nasıl takip ettiklerini yansıtacak bir deniz müzesinin hayata geçirilmesi için siyasi bir irade gerekiyor. Bu projenin hayata geçirilmesi devlet politikası olarak ele alınmalıdır.

Geri dön   Yazdır   Yukarı


ALPORT Trabzon Liman İşletmeciliği

Ana Sayfa | Gündem | Politika | Ekonomi | Dünya | Aktüel | Spor | Yazarlar
Televizyon | Sağlık | Bilişim | Diziler | Künye | Arşiv | Bize Yazın
Bu sitede yayınlanan tüm materyalin her hakkı mahfuzdur. Kaynak gösterilmeden çoğaltılamaz. © Yeni Şafak
Tasarım ve içerik yönetimi: Yeni Şafak İnternet Servisi