T Ü R K İ Y E ' N İ N B İ R İ K İ M İ |
||
Y A Z A R L A R | 29 HAZİRAN 2006 PERŞEMBE | ||
Güneşin üstümüze düşürdüğü ışıklı notalardan derdimize deva olacak ilahi bir beste üretmeye çalışıyoruz. O eşsiz musikinin ipuçlarını bir araya getirmek muradımız. Kıpırtısız ağaç dallarındaki teslimiyeti, sulardaki tarifsiz sükûneti örtüştürebildiğimiz anlarda, derin, uzak ve ahenkli bir orkestranın ilk selamları geliyor kulağımıza. Gözümüzden ruhumuzun derinliklerine doğru düşen manidar seğirmeyi avuçlarımızın içinde korumaya alıyoruz. Evrenin en uzak noktalarına yöneltiyoruz cüretini bilediğimiz bakışlarımızı. Ve o sonsuz genişliğin bir benzerini arıyoruz kararaduran içimizde. ... Günlerin ortasında dolanıp duruyorken; küçük iğneciklerini tatlı tatlı batırarak uyarıyor tenimizi güneş. Eksik kalan bütün şeylerin aslında tamamlandığını, tamam görünen her şeyin bir parça eksik kaldığını ve zamana yayılan tereddütlerin gerçekte en keskin cevaplar olduğunu fısıldayarak kulağımıza... Yapacak hiçbir şey bulamadığımızdan durup dinliyoruz bu ışıltılı söylevi. Hayatın tamamlanmış bir eksiklik duygusu olmaktan öte bir tad bırakmayacağını kavrayıveriyoruz en sonunda. ... Küçüktüm hatırlıyorum, homurtulu bir kamyonun kasasına bir mahalle insan doluşup gittiğimiz kır gezmelerinin dönüşünde, bütün gün çılgınca koşuşturmaktan yorulan bedenimi kendi haline bırakır, güneşi kaybolmuş lacivert gökyüzüne dikerdim gözlerimi. Yaz gecelerinin başka hiçbir şeye benzemeyen bir bambaşkalığı vardır. Uzaklardan cırcır böceklerinin ya da başka kim bilir nelerin sesi varlığını havaya çiziktirir. Tatlı bir serinlik zamanın kol saatini kollayarak yavaş yavaş örter gündüzün kavurduğu hayatı. Herkesin bir parçası evinin dışındadır. İç avlularda, teraslarda, demirli balkonlarda, asmaların, söğütlerin, at kestanelerinin, mis gibi akasyaların ve ıhlamurların altındadır. Herkesin, her şeyin, her anın bir parçası... Hele bir kamyonun kasasında kırdan eve dönen bir çocuğun içinden, sallana kımıldaya gökyüzüne bakarken ve yıldızlarla birlikte sonsuzluğa doğru kayıp giderken... Buna benzeyen hiçbir başka derinlik bilmiyorum. Böylesine bir genişlik duygusuyla başka hiçbir yerde göz göze gelmedim. Başka hiçbir anında yaşamanın, böylesine masum bir hafifliğe bürünmedim. Ama sonra geçti hepsi. ... Günler hırpani çuvallara girerken, gökyüzü lacivert kadifeden elbisesini giyerken, akşam alacalarında kuş gölgeleri yiterken, anlar sonsuz girdaplarda dönerken, terkedilmiş çocuklar için için çağlarken, gizli gizli ağlarken, avuç içlerindeki çizgiler yılışık sarmaşıklar gibi uzayıp giderken, hiç iç geçirilmeyen, hiç gülümsenmeyen, hiç düşünülmeyen, hiç kaybolunmayan saatler ellerini kollarını sallayarak önümüzden gelip geçerken, şöyle bir dinelmeden, öfkelenmeden, kale burçlarından kağıt uçaklar uçurmadan, peşlerine takılıp gitmeden, titremeden, sigara dumanlarının ardına gizlenmeden, hiçbir şey değişmeden, hiçbir ağırlık yerinden kıpırdamadan, gözler seğirmeden, kalpler seğirmeden ölüp gidecek miyiz?
|
|
Ana Sayfa |
Gündem |
Politika |
Ekonomi |
Dünya |
Aktüel |
Spor |
Yazarlar Televizyon | Sağlık | Bilişim | Dizi | Künye | Arşiv | Bize Yazın |
Bu sitede yayınlanan tüm materyalin her hakkı mahfuzdur. Kaynak gösterilmeden çoğaltılamaz. © Yeni Şafak Tasarım ve içerik yönetimi: Yeni Şafak İnternet Servisi |