T Ü R K İ Y E ' N İ N B İ R İ K İ M İ |
||
Y A Z A R L A R | 29 HAZİRAN 2006 PERŞEMBE | ||
|
Fikri Akyüz "ihtida eden bir kişi, yani bir mühtedi, İslâm'ı bilmiş olsaydı, yine Hristiyan olur muydu? Bir kişi kendi iradesiyle din değiştiriyorsa, dolayısıyla din değiştirecek kadar İslâm'a uzaksa, makul olan onu engellemek mi, yoksa ona İslâm'ı anlatmak mıdır?" diye soruyordu. (Yeni Şafak, 26 Haziran 2006 Pazartesi) Dil kullanımı açısından bir düzeltme yapmak zorundayım: İhtida, (doğruyu bulma, hidayete erme) din değiştirme anlamında renksiz bir terim değildir. Bir değer yargısı içerir. Şu halde "ihtida" terimi yerine, "din değiştirme" deme kaydı ile, soru şeklinde ifade edilen bu görüş doğrudur. "Lâ ikrâhe fîd-dîn" ilkesi İslâm'ın ilkesidir. (Bakara, 256) Bu ilkeyi "Ehl-i kitab'a zorla İslâm benimsetilmez, ancak, Müslüman doğan bir kimse başka bir dine geçerse veya Ehl-i Kitab'dan birisi, bir Musevî veya Hristiyan, kendi dinini terk ederse, ne Musevî, ne Hristiyan, ne Müslüman olursa, cezası ölümdür" diye yorumlamak yanlış olmuştur. Bu gibi yanlışlıkların birikiminden de "misyonerler" yararlanırlar. Özellikle Engizisyon zulmünü reddettiklerini söyleyip Calvin'in Servetus'u Cenevre'de yakarak öldürttüğünü "meskût" bırakan Protestan misyonerler, Katolik ve İslâm'a karşı bu gibi tarihî birikimlerden yararlanırlar. Kur'an-ı Kerim, "Sözü dinleyip en güzeline uyanlar, işte onlardır Allah'ın hidayet verdiği kimseler, onlardır sağduyulular" buyurur. (Zümer, 39/18) Yine Kur'an-ı Kerim buyuruyor ki: "İçlerinden zulmedenler müstesnâ olmak üzere, kitâb ehli ile ancak en güzel şekilde cidal edin ve onlara şöyle söyleyin: Biz; bize indirilene de, size indirilene de iman ettik, Tanrımız ve Tanrınız birdir (Allahdır), ve biz ona teslim olup ondan esenlik bulanlarız" (Ankebut, 29/46). "Zulmedenler müstesna" istisnası, din bahanesi ile müslümanlara karşı savaş açanlar, zora başvuranlar, bir de İslâm'ı kötüleyenler, Resûl-i Ekrem'e (S.A.) saygısızlık edenlerdir. Meşru müdafaa hali müstesna, "içlerinden zulmedenler" ibaresi kötüye kullanılarak hiçbir ferde -Trabzon'da öldürülen Katolik rahibi olayında olduğu gibi- "misyonerlik" yaptığını iddia ettiği bir kimseye karşı şiddete başvurma hakkı tanınamaz. Yine Kur'an-ı Kerim buyuruyor ki: "Rabbi'nin yoluna hikmetle ve güzel öğütle çağır ve onlarla en güzel şekilde mücadele et (tartış)".. (Nahl, 16/125) Fikri Akyüz'ün yazısı, bu bakımdan çok doğru ve güzel bir İslâmi tepkinin ifadesidir. "Misyonerliğin yaygınlaşmasının ana nedenlerinden biri, Devlet'in, içini doldurmadığı bir lâiklik ilkesini din haline getirmesi değil midir?" sorusu üzerinde de -bu kez, misyonerliğe İslâmi gerekçelerle değil, lâiklik ilkesi gerekçesi ile karşı çıkanlar- düşünmelidirler. Kur'an-ı Kerîm müslümana da "Rabinin yoluna hikmet ve güzel öğütle çağırma" ödevini yüklüyor. Bu ödev Müslümanlar tarafından yerine getirilmezse, elbette birçok genç "muztarib", "Sevgi"den söz eden hristiyan misyonerlerinin çevresinde Sevgi'ye özlemlerini ve susuzluklarını gidermeye çalışacaklardır. İnsanın yaradılışında olan bu susuzluğu, "Sevgi ve Sevgi'nin adalet düzeni" özlemini gideremiyorsak, İslâm'ı "Huseynî" makamından tebliğ edemiyorsak, susuzluklarını gidermek için başkalarına koşanları değil, kendimizi sorumlu tutalım ve "halimizi değiştirelim". Bugün "Sosyal Adalet ve Sosyal Devlet İlkesi" dediğimiz Mâûn ilkesini de gerçekleştirirsek, biz kendimiz şeklî ve zahirî bir Müslümanlık ile yetinmeyip Allah ile Sevgi ilişkisi kurabilmiş mü'minler olabilirsek, gençlerimiz de bu Mâûn Düzeni'nde (Sosyal Devlet İlkesi) ne ekmek için, ne de esasen "en güzel" biçimde tatmin edebildikleri ilâhî Sevgi ihtiyacı için başka kapılara gitmezler. Kitab ehlini de, kendimi de, bütün dindaşlarımı da Sevgi seferberliğine çağırıyorum.
|
|
Ana Sayfa |
Gündem |
Politika |
Ekonomi |
Dünya |
Aktüel |
Spor |
Yazarlar Televizyon | Sağlık | Bilişim | Diziler | Künye | Arşiv | Bize Yazın |
Bu sitede yayınlanan tüm materyalin her hakkı mahfuzdur. Kaynak gösterilmeden çoğaltılamaz. © Yeni Şafak Tasarım ve içerik yönetimi: Yeni Şafak İnternet Servisi |