T Ü R K İ Y E ' N İ N    B İ R İ K İ M İ
Y A Z A R L A R 5 OCAK 2006 PERŞEMBE
  Ana Sayfa
  Gündem
  Politika
  Ekonomi
  Dünya
  Aktüel
  Spor
  Yazarlar
  Televizyon
  Sağlık
  Bugünkü Yeni Şafak
 
  657'liler Ailesi
  Bilişim
  Çalışanın Sesi
  Diziler
  Düşünce Gündemi
  İzdüşüm
  Kültür-Sanat
  Nar-ı Beyza
  Okur Sözcüsü
  Röportaj
  Sinema
  Yemek
  Zamanda Yolculuk
 
  Bize Yazın
  Abone Formu
  Temsilcilikler
  Reklam
  Künye
 
  Arşiv

  Yeni Şafak'ta Ara
 

Rasim ÖZDENÖREN

Irk meselesi

Prof. Hüsamettin Arslan, kendisiyle yapılan bir mülakatta şöyle bir şey söylüyor: "Bana göre Türk diye bir ırk yoktur. Irkçı düşüncenin vurgu yaptığı öyle kanı belli bir ırk yoktur. Böyle bir Kürt ırkı da yok. Türkiye'de ırk yok. Türkiye'de Ermeni ırkından da söz edemeyiz. Bu coğrafyada Türk, Kürt ya da Ermeni diye saf ırk yok. Başka coğrafyalarda da saf ırk yok." (Radikal, 19 Aralık 2005, s. 6).

İmdi, Türkiye'de sayın profesörün ileri sürdüğü görüşü paylaşanların sayısının az olmadığını düşünüyorum. İlkokul yıllarımızdan bu yana, burada tekrarlanan görüş neredeyse ezberimize sokulmuştur. Anadolu, farklı ırklara dayanan etnik (kavimle ilgili, budunsal, kavmî) unsurların binlerce yıldan beri bir arada yaşadığı bir toprak olduğu için, bu toprakların üzerinde yaşayan insanların birbirine karıştığı, dolayısıyla da, iddia edildiği gibi, bütün ırkların saflığını yitirdiği yönünde bir varsayım ileri sürülmektedir.

Kendi payıma, bu görüşe itibar edemiyorum. İlkin belirtelim ki, ırkçı olmak, ırkçı düşünceye destek vermek ayrı bir şeydir; ırk veya kavim olgusunu bir gerçeklik olarak kabul etmek başka bir şeydir.

Sayın profesörün kabul ettiği Anadolu'da saf ırkın varbulunmadığı hususundaki varsayım, aslında, farklı bir yönden Türkiye Cumhuriyeti'nin de temel kabulleri arasında yer almaktadır. Nitekim sayın profesör, mülakatın bir başka yerinde, bu görüşe de yer vererek şu hususu isabetle vurguluyor: "[Osmanlılar] için iki şey önemliydi: Devlet ve Müslümanlık. Cumhuriyet'te işte bu Müslüman halka 'Türk' denildi."

Dolayısıyla öteki bütün ırkların (kavimlerin), bu ad altında anılmasını istedi. Devletin izlediği bu politikanın hayatın gerçeği ile örtüşmediği belliydi. Nitekim bu politika kendi mantığının müntehasına (son sınırlarına) götürüldüğünde, bundan Türk ırkçılığına yol veren görüş ortaya çıktı. Bu görüşün sonuçları ise halen yaşanmaktadır. Yakın zamanlara kadar, bu topraklarda Kürt diye bir etnik unsurun, Kürtçe diye bir dilin olmadığı iddia edilebilmekteydi.

Fakat ben, asıl, bir başka hususu vurgulamak istiyorum. O da, ırkların birbirine karışarak saflığını yitirdiği konusu... Sayın profesör, konuşmasının başka bir yerinde: "(...) Bana göre etnisitenin kanla ilgisi yok. İnsanların karmaşık ilişkileri içinde saf süt, saf yün gibi saf bir etnisite, saf bir toplum, saf bir maya bulmak mümkün değildir. Bu, Kürt, Çerkez, Ermeni, Laz için de geçerli. Mesela Türkler gibi Kürtler de etnik olarak homojen değiller. Kırmançiler Zazaları Kürt kabul etmiyor ve 'Saf Kürt biziz. Onlar eski Anadolu halkı' diyorlar."diyor (a.g.y.).

İmdi, sayın profesörün iddia ettiği gibi, ırklar birbirine karışıp saflıklarını yitirmiş olaydı, bunun sonucu Anadolu kadar, belki ondan da çok İstanbul'da ortaya çıkardı. İstanbul yetmişiki buçuk milletin bir arada yaşadığı bir anakenttir. Kuşkusuz, farklı kavimlerden insanların ilişkileri sürecinde birbirleriyle evlilikleri de vuku bulmuştur. Ancak herkes bilir ki, bir aileye, başka bir ırktan (dahası, ırk bir yana, başka bir soydan veya boydan) bir gelin veya damat girmişse, bu olay, o ailenin tarihinde unutulmaz, nesiller boyu anılır. Evlilik dolayısıyla ırkların birbirine karışması yalnızca marjinal bir olgu olarak kabul görür. Bir ırkın tümüyle bir başka ırka dönüşmesi söz konusu değildir. Fakat bir kavmin veya bir soyun, bir boyun tümüyle helak olup tarihten silinmesi vakidir. Kırmançiler'in Zaza'ları Kürt kabul etmemesi, tam da bizim tezimizi destekliyor. Zazalar da kendilerini Kürt kabul etmiyor, "biz Zaza'yız" diyor. Onlar, aynı ırkın farklı kavimlerinden olabilir. Nitekim Türkler de farklı akraba boylara ayrışmıştır. Araplarla Yahudiler de, Sami ırkının iki farklı damarından gelir. Marjinal noktada (uçlarda), ırklar arasında ihtilat (karışma) olduğu kabul edilse bile, ana kitle hiçbir zaman tümüyle bir başka ana kitle tarafından massedilmez, edilmemiştir. Her ırk, kendi özgül karakterini (saf halini) hep muhafaza etmiştir. Bundan sonra bu saflığın kaybolacağına ilişkin bir kanıya sahip olabilmemiz içinse elimizde delil bulunmuyor.

Geri dön   Yazdır   Yukarı


ALPORT Trabzon Liman İşletmeciliği

Ana Sayfa | Gündem | Politika | Ekonomi | Dünya | Aktüel | Spor | Yazarlar
Televizyon | Sağlık | Bilişim | Diziler | Künye | Arşiv | Bize Yazın
Bu sitede yayınlanan tüm materyalin her hakkı mahfuzdur. Kaynak gösterilmeden çoğaltılamaz. © Yeni Şafak
Tasarım ve içerik yönetimi: Yeni Şafak İnternet Servisi