YeniSafak.com “ Türkiye'nin birikimi... ” Yazarlar

 
Ana Sayfa...
Gündem'den...
Politika'dan...
Ekonomiden...
Dünya'dan...
Kültür'den...
Yazarlar'dan
Spor'dan

  Arşivden Arama

 

 

Şiar'ın öyküsü

Pencereden İstanbul'a; aşağıda gri, donuk, ağır bir nehir gibi akan Haliç'e bakardım... Bir de lodos vurmuş, yağmur yağmış, ardından güneş açmışsa, uzaktan tekneler, çatanalar, gökyüzüne uzamış sayısız direklerin arasından pırıl pırıl minareler görünürdü.

Siyasetten, gündelik siyasete rengini veren yoz cangıldan, bu ilişkilerden, bu üretim tarzından kaçma fırsatı buldukça sığındığım o güvenli liman...

Aynalıçeşme Caddesi.

No 25.

1985'in soğuk, çamurlu ve geceleri ayaza kesen İstanbul'unda; başında kavak yelleri esen, suratında hep bir haftalık sakal, hafif megoloman, çokca sevdalı, geleceğin hangi kahırlara gebe olduğunu kestirmekten uzak bir "toy delikanlı" olarak yaşamıştım o evde.

Salih Zeki Bey'i orada tanımıştım.

Tiyatrocu İsmet Bey.

Neyzen Doğan.

Ve "öteki" çocuklar.

Salih Zeki bey, 60'lı yılların ünlü savcısı Şiar Bey'i gözleri dolarak anlatır ve sık sık dalıp giderdi.

Şiar Bey'in, bulmaca ve briç ustası Şiar Yalçın olduğunu; bu meraklarına son yıllarda bir de maaşı onmilyarlarla ifade edilen köşe yazarlarına "de"lerin, "da"ların, "mi"lerin, "mı"ların ayrı yazılması gerektiğini öğretmeyi eklediğini tahmin edemezdim.

Tıpkı "İzmir Suikasti"ne karıştığı gerekçesiyle "Üç Ali'ler Divanı"nca ölüme mahkûm edilen ünlü maliyeci Cavit Bey'in "Şiar'a Mektuplar"ı, bulmaca ve briç ustası Şiar Yalçın için kaleme aldığını bilmediğim gibi.

Şiar Yalçın, Cavit Bey'in oğluydu.

Bu bilgiyi, Kemal Tahir'in "Kurt Kanunu"nu okuduktan sonra, "karine" yoluyla elde etmiştim.

Babası asılınca gazeteci Hüseyin Cahit Yalçın'ın himayesinde büyümüş, soyadı kanunu çıkınca da babası gibi sevdiği adamın soyadını almakta beis görmemişti. Ama İzmir Suikasti'nin esrarını öğrenip, babasını darağacına gönderen "Divan"la ödeşmeyi hiçbir surette düşünmemiş; Cavit Bey'leri, Ali Şükrü'leri, Mustafa Suphi'leri, Atıf Hoca'ları, Esat Efendi'leri ortadan kaldıran mekanizmadan şekvacı olmamıştı.

Belki gerek duymamıştı.

Belki korkmuştu.

Cavit Bey'in suçu, ünlü İaşe Nazırı Kara Kemal'in can dostu olmasıdır... Bir gece ansızın Heybeliada'daki evinden alınıp "mevcutlu olarak" Ankara'ya götürülür. Ankara'da, üç üyesinin de ismi "Ali" olan uyduruk bir mahkemede yargılanır ve "idam"a mahkûm edilir.

Duruşma esnasında söylediği "Vereceğiniz karar, mes'ut zamanlarınızda bir istifham işareti ve bir sual şeklinde vicdanınızı rahatsız etmesin" sözleri mahkeme heyetinin yüzünü kızartmış mıdır bilmiyorum; ama üzerinden yetmişbeş yıl geçmiş bu olay, hayatının hiçbir döneminde Cavit Bey'le kesişmemiş, ona karşı düşünsel bir yakınlık duymamış fakirin yüreğini sızlatmaya devam ediyor; varoluşunu "hukuk dışı" uygulamalara borçlu İttihat ve Terakki bakıyesiyle aynı havayı teneffüs ettiği için de fena halde hicap duyuyor.

Evet, masondu.

Yıldızı, Babıali baskınından çok çok önce parlamıştı.

İttihat ve Terakki hükümetinin Maliye Nazırı'ydı.

Bakanlığı döneminde kapitülasyonların kaldırılmasını sağlamış, bu kararıyla hem kendi başını yakmış, hem de İttihat ve Terakki'nin sonunu hazırlamıştı.

Balkan ve Birinci Dünya Savaşı bozgunuyla imparatorluk dağılıp tuzla buz olacak, o da Enver, Talat ve Cemal üçlüsü gibi soluğu yurtdışında alacaktır.

Beş yıllık sürgün...

Sonra yeniden Türkiye'ye dönüş...

Döndükten sonra, el altından İttihat ve Terakki'yi yeniden örgütlediği, Ankara hükümetini devirmek için gizli faaliyetler yürüttüğü öne sürüldüyse de, sonradan bütün bunların cumhuriyetçilerin vehminden ibaret olduğu anlaşıldı.

Ömrünün kalan kısmını, adadaki köşkünde, "istirahatle", emekli hayatı yaşayarak geçirmek istiyordu. Ama İstiklal Mahkemeleri'den, daha doğrusu "Üç Ali'ler Divanı"ndan yakasını kurtaramadı.

"Vakit geç" diyordu şair.

Vakit çok geç

Ölüm geri çeviriyor beni

Hayat istemiyor

Ben şimdi nereye gidebilirim ki...

Ekalliyetten kalma ve on yıllık transformasyon sürecinde kirlenip kararmış o sakalet örneği evde Salih Zeki Bey'den "Şiar'ın Öyküsü"nü dinlerken aklıma üşüşüvermişti.

Boş kaldıkça hüzünlü öyküler kuran, Ali Şeriati ve Rilke'yi seven, pazar izinlerini Malte Laurids Brigge'nin "de" edisyonunu düşürmek için sahaf sahaf dolaşarak tüketen bu mutsuz hergele, neden yazacağı "üçleme"ye Şiar'ın öyküsünü konu etmesin?

Olur mu, olur...

On yıl sonra o romana kalkıştım.

Onbeş yirmi sayfa kadar yazdım.

Şiar bey'i tanıyıp yazdıklarını okuduktan, hele 28 Şubat sürecinde "Ankara konvansiyonu"na karşı takındığı o "lakayd" suskunluğu çözdükten sonra da, yırtıp attım...


17 HAZİRAN 2000


Kağıda basmak için tıklayın.

 


Ana Sayfa | Gündem | Politika | Ekonomi | Dünya | Kültür | Yazarlar | Spor | Bilişim
İnteraktif: Mesaj Formu | ABONE FORMU | İNTERNET TARAMA FORMU | KÜNYE | ARŞİV

Bu sitede yayınlanan tüm materyalin HER HAKKI MAHFUZDUR. Kaynak gösterilmeden çoğaltılamaz.
© ALL RIGHTS RESERVED

Bu sitenin tasarım ve inşası, İNTERNET yayını ve tanıtımı, TALLANDTHIN Web tarafından yapılmaktadır. İçerik ve güncelleme Yeni Şafak Gazetesi İnternet Servisi tarafından gerçekleştirilmektir. Lütfen siteyle ilgili problemleri webmaster@tallandthin.com adresine bildiriniz...