AYDINLIK TÜRKİYE'NİN HABERCİSİ
Albaraka Türk

Y A Z A R L A R
Meşrutiyet'ten Cumhuriyet'e Tasavvuf ve Tarikatlerin Siyasî Tarihi

Mustafa Kara'nın "Metinlerle Günümüz Tasavvuf Hareketleri" (Dergah Yayınları, İstanbul, Şubat 2002) adlı devasa eserinin başlığı —muhtevası nazar-ı itibara alındığı takdirde— pekâlâ bu şekilde de olabilirdi.

Şahıslar... olaylar... fikirler... tartışmalar... metinler...

Hakikaten büyük bir emek mahsulü... Bu eseri kendi adıma bu sıcak yazın cilvelerinden addediyorum... Bahardan beri masamın üzerinde yığılı kitapların arasında iken zaman zaman sırasını ve yerini kaybetti. Öyle ki bir göründü, bir kayboldu. Aşağılara doğru seyrettiğinde kulaklarından tutup tekrar yukarılara çıkardım. Araya kimler girmedi ki?!? "Olsun, onun yeri başka" dedim, alıp tekrar sıraya soktum... Tabii yine kayboluverdi. Lâkin geçen gün tekrar gözüme ilişivermesin mi, hemen yakalayıp çantama yerleştirdim. Çengelköy'e, Çınaraltı'na indiğimde okunacaktı.... VE en nihayet geçen hafta fetih müyesser oldu da ben 600 küsur sayfalık bu kırkambar türü eserin üstesinden gelebildim.

Okunması belki gecikti ama yazısının gecikmesine gönlüm razı olmadı.

O halde en sonda söyleyeceğimi en başta söyleyeyim: Türkiye'de din-devlet, tasavvuf-siyaset münasebetlerini kavramak, hiç değilse neler olup bittiğini yakından anlamak isteyeceklerin dikkatle, sabırla okumaları gereken büyük bir tomarın karşındayız... Bir yakın dönem tarihçisi gibi hareket etmiş Mustafa Kara... yakın dönem tasavvuf literatürü kadar, yakın dönem siyasî tarihi de elden geçirmiş... sıkı taramalar... dikkatli gözlemler... biraraya getirilmesi güç ayrıntılar... Sadece ana caddeleri değil, ara sokakları da elinden geldiğince tesbite çalışmış... "Tasvire..." diyemiyorum; zira müellifin, bazen sayfalar süren alıntılar yüzünden ve belki de hem mizacı (tevazûu), hem de konunun nezaketi gereği kendisini geriye çekmeyi tercih etmesinden ötürü olguların tasavvurunu işbu tesbitlerden elde etme işinin çoğu okura bırakılmış...

Teşbihte hata olmaz, olmamalı, bu eser ayrıntılı bir şehir rehberi gibi... Sadece tasavvuf ve tarikatlerin siyasî tarihinin mazisi değil, bugünü de büyük ölçüde kayıt altına alınmış... Belli ki Mustafa Kara öncelikle bir yazar gibi değil, bir hoca gibi davranmış ve "Ben toprağı kazdım, yolu düzledim, biraz zahmet edin de gerisini siz getirin" der gibi, sanki öğrencilerine bir konunun nasıl çalışılması gerektiğini, bu sırada nelerin gözden kaçırılmaması lazım geldiğini itinayla ve bilfiil göstermiş... Bir de bu konularda kalem oynatmış bilgiçlerin curufâtından tesbit edilmiş yığınla hata...

Okur hiç kuşkusuz eserde yer alan sınırlı sayıdaki metinle yetinmemeli, ciddi bir okumayla eldekilerden daha geniş ve ayrıntılı bir tasavvur oluşturmayı hedeflemeli... Hep derim, Türkiye üzerine düşünmenin ve konuşmanın ağır bir bedeli vardır. [Tam da sözünü etmişken yarıda (yarım) bıraktığım "yerlilik" tezi, benim nezdimde bir tavrın, bir duruşun adıydı; bilmenin, bilginin zorladığı bir tavır idi... Şimdilerdeyse yönsüzlüğün istikamet (!) verdiği ve duyguların sathîleştirdiği bir söylem halini aldı. Korkarım bu köylülükten tiksintim sebebiyle uzun bir süre daha yarım kalacak!].

Kara'nın eserinde görülebilecek eksiklikler geniş bir dönemi ve çok karmaşık olaylar dizgesini ihata etmek arzusunun tabii bir neticesi... Hem hukukî ve siyasî mevzuâta, hem de Cumhuriyet'in siyasî tarihine ilişkin bilgi ve belgelerin desteğinde tasavvuf ve tarikatlerin üzerinde seyrettiği yolu aydınlatmak kolay olmasa gerek... Bu bakımdan "Mürüvvete endaze olmaz" deyişi sanki bu eser için söylenmiş gibi...

Askerler ve tasavvuf... siyasîler ve tarikat... meşayih ve müridân... şeyh çocuğu veya torunu ya da ehl-i tarîk olan aydınlar, yazarlar, akademisyenler ve sanatçılar... Resmen yasak, fiilen serbest bir hareketin birbirinden ilginç ve renkli simaları... mutasavvıfe yazarlar... bir şeyhin irşadıyla yolunu bulmuş yerli-yabancı hanım yazarlar... Sadece Türkiye'de tasavvuf ve tarikatler mi? Hayır, İslâm dünyasında tasavvuf hareketlerinin ser-encâmı...

600 sayfayı aşkın, bir ciltlik bir ser-encâm... Haklı olarak bazı küçük ayrıntılara girilmemiş... Fakat keşke "ehl-i tarîk" olduğu belirtilen profesörün aslında bir Uşşakî şeyhi (!) olduğu da yazılabilseydi... Diyanet İşleri Başkanlığı da yapmış bir ilahiyatçının icazetli bir şeyh olduğuna değinmekte sakınca mı görüldü bilemiyorum. Moskova sefaretinde kafayı çeken Kadirî Şeyhi'nin hikayesini zikretmemek olur mu? Yazılmalıydı. Tahir'ul-Mevlevî niçin kenarda kalmış? Hele hele Ahmed Avni Konuk hazretleri... Belki mahviyet onun hususiyetiydi, ancak âsarının da, menakıbının da üzerinden bu perde artık kalkmıştır, destek verilmeliydi... Müteşerria ile mutasavvıfa ya da Nakşîler ile muhibb-i ehl-i beyt arasındaki niza yeterince açık kılınmamış, siyasî değeri olduğundan bu konudaki tartışma metinleri de aktarılabilirdi.

Mürüvvete endaze olmayacağını söylemiştim. Maksadım ikinci cilt için hocamızı tahrike cüret etmekten ibaret.

Ne diyelim, ellerine sağlık!


16 Ağustos 2003
Cumartesi
 
DÜCANE CÜNDİOĞLU


Künye
Temsilcilikler
AboneFormu
MesajFormu

Ana Sayfa | Gündem | Politika | Ekonomi | Dünya
Kültür | Spor | Yazarlar | Televizyon | Hayat | Arşiv
Bilişim
| Dizi | Karikatür | Çocuk
Bu sitede yayınlanan tüm materyalin HER HAKKI MAHFUZDUR. Kaynak gösterilmeden çoğaltılamaz.
© ALL RIGHTS RESERVED