AYDINLIK TÜRKİYE'NİN HABERCİSİ
Albaraka Türk

Y A Z A R L A R
Milletin yurdu tarihtir

Her milletin an'aneleri, üzerinde yaşadığı topraktan daha kıymetli bir manevî vatandır. Çünkü insan topluluklarını millet haline getiren onlardır. Bir millet, toprağını değil, an'anelerini kaybettiği için bağımsızlığından olur.

Kapitalist sistemin merkezinde gerilim arttıkça, taşranın nabzı yükseliyor. Kalp sektesine maruz kalmaması için yegane yol, merkezce tanımlanan ilişkinin dışına çıkmasıdır. Bunu yapabilmesi kendi kimliğini yeniden tanımlamasına, ne'ye ve nereye ait olduğunu derinden kavramasına bağlıdır. Merkezin kelimeleriyle düşünen taşra, iddia sahibi olamaz. İddiası olmayan, aşağılanmaktan kurtulamaz.

Temmuz ayında, Türk siyasî düşüncesinin zirve isimlerinden Prof. Kemal Karpat ile söyleşiyorduk. Dobruca'da doğup büyüyen, sonra üniversite tahsilini Türkiye'de yapıp ABD'ye giden ve orada zanaatının büyük isimleri arasına giren tarihçi-sosyal bilimci, dört saatlik buluşmada bize hayatını ve eserini bütün incelikleriyle özetledi. "Niçin hocalığınızı Türkiye'de değil de ABD'de sürdürdünüz" sorusuna cevabı sarsıcıydı: "Dobruca'da, bütün Rumeli'de, Türk ile Müslüman aynı şeydi. Karşımızda ise, kendini modern, medenî filan diye tanımlayan 'Avrupalı' vardı. Biz bu bilinçle büyüdük. Türkiye'ye gelince, Türk ile Müslüman'ın ayrı anlamlarda kullanıldığını gördük. Neticede, Türk kalabilmek için Amerika'ya gittim. Orada rahatça Türkleştim."

Türk olmak niçin ve nasıl Müslüman olmakla özdeş olabilir? Bugünün gençleri için anlaşılması biraz zor gibi gözüken bu mesele, bu ülkede yüz yıl öncesine kadar yaşayan insanlar için ekmek kadar, su kadar tabiiydi. Seksenbeş yıl kadar önce, Said Halim Paşa şöyle yazıyordu: "Her milletin kanun ve an'aneleri, üzerinde yaşadığı topraktan daha kıymetli bir manevî vatandır. Çünkü insan topluluklarını millet haline getiren onlardır. Başka bir kavmin tahakkümü altına düşen millet, toprağını değil, kanun ve an'anelerini kaybettiği için bağımsızlığından olur. Üzerinde yaşadığı toprağı çoğu zaman terke mecbur olmadığı ve belki de ondan daha da fazla istifade ettiği halde esirdir, çünkü millî değerlerini kaybetmiştir."

Millet, milliyet, millî değerler.. bugün yenibaştan tanımlanması gereken kavramlardır. Özellikle, Küresel Kapitalizm'in emekliye ayırmak istediği ulusçu (veya ulus-devletçi)ların bu kelimeleri muharref çerçeveleri içinde kullanmaya devam etmelerine dikkat kesilmeliyiz. Küreselleşme, aslında uluslaş(tır)ma ile başlayan bir sürecin doğal sonucudur. Bugün ulusçuların, karşısında acze düştükleri eski efendileri olan küresel aktörlere karşı milleti vatan kurtarıcılığına çağırmaları boşunadır. Çünkü milletin yurdu vatan değil, tarihtir. Kerkük'ü Diyarbakır'dan, Bahçesaray'ı Erzurum'dan, Saraybosna'yı Edirne'den ayrı tahayyül eden; ne Diyarbakır'ı elde tutabilir, ne de Erzurum ve Edirne'yi.

Millet, devleti kurtaracaktır!

Kemal Karpat ile söyleşimizde, tecrübeli bilgin şöyle bir değerlendirme yaptı: Üçüncü Selim'den beri yapılagelen bütün ıslahatlarda hedef devleti güçlendirmek olmuştur. Oysa ıslahatın asıl hedefi milleti güçlendirmek olmalıdır. Millet güçlenirse, devlet ayakta kalır. Devletimiz, milletin karşısında bir korku duvarı gibi durmaktan vazgeçmelidir!

Devletlerin birinci amacı, devletliklerinin temeli olan vatanı (mülkü) korumaktır. İdeolojiler, bu amaca hizmet eden fikrî kurgulardır. Vatan tehlikeye düşmüşse, ideoloji yeniden kurgulanmak zorundadır. Yüz yıl önce, bu topraklarda yönetici elitin önünde dört temel ideoloji (dört tarz-ı ziyaset) bulunuyordu: İslamcılık, Osmanlıcılık, Türkçülük ve Batıcılık. Yönetimin bunlardan herhangi birini tercih etmesi, yöneticilerin kişisel tercihi (mesela daha dindar olanın İslamcılığı, şarap içenlerin Batıcılığı tercih etmesi) değildi. Hangi siyaset mülkün muhafazasına daha fazla yarayacaksa, o tercih edilecekti. 1920'lerde kurulan yeni Türk devleti, düvel-i muazzamanın baskısı karşısında, Batıcılık ve sınırlanmış bir Türkçülük siyaseti ile Anadolu ve Şarkî Trakya'yı elde tutmayı başardı.

Yirmibirinci yüzyıl, yeni tehditlerle (ve yeni fırsatlarla) geliyor. Bölgesinin derinliğine doğru genişleyemeyen devletler, kendi içlerine doğru küçülmek zorundadırlar. Bu, Almanya için olduğu kadar, Türkiye için de geçerlidir. Ya etkinlik alanınızı genişletecek, yahut içe doğru büzülecek ve iddiasız, sıradan bir toplum/devlet sistemi olacaksınız. Almanya'nın etkinlik alanını, Soğuk Savaş sonrası on yıl içinde Rusya sınırlarına kadar genişletmesi, Türkiye'ninse İran, Irak ve Libya gibi tarihî ve coğrafî hayat alanından geri püskürtülmüş olması bu bakımdan dikkate değer gelişmelerdir.

AKP iktidarı sadece Türkiye'de halkın korku duvarı devlete isyanı olarak değerlendirilmemelidir. Her ne kadar AKP kurmayları seçim öncesinde iktidara değil, sadece 'iş başına' gelmek istediklerini vurgulamışsalar da, şartlar onları iktidarın tabiatını dönüştürmeğe zorlamaktadır. Bunu yapabildikleri ölçüde, milleti gerçek yurtları olan tarihle buluşturacak; devleti de sistemin ayakları altında ezilmekten kurtaracaklardır.

Biraz daha açalım: Türk ile Müslüman arasında devletçe tanımlanan farkın ortadan kaldırılmak zorunda olduğu bir uğraktayız. Devlet, 80 yıllık 'Türkçülük-Batıcılık' siyasetinin vatanı korumaya yetmediğini görmeye başlamıştır. ABD'nin Irak operasyonu, etkinlik alanını genişletemeyen bir Türk devletinin içe doğru büzüleceği ve belki de ayakta kalma imkânını topyekün yitirebileceği endişesini yaratmıştır. Türkiye Cumhuriyeti, 20. yüzyıl başlarındaki dört tarzı siyasetten ikisinin bileşiminden bir milli siyaset türetmişti. Bunlar Türkçülük ve Batıcılık siyasetleriydi. Şimdi diğer ikisinin sunabileceği hayat iksiriyle yaşamaya mahkumdur: Osmanlıcılık ve İslamcılık. Türkiye ya Asya derinliğine doğru büyüyerek Avrupa'ya girecektir; ya Avrupa derinliğine doğru küçülerek Asya'ya geçişin asma köprüsü olacaktır.

Millî tercih, milleti yurduna yani tarihine kavuşturan tercihtir.


Küresel sermaye, millî devletleri kullanıyor!

Millî devletler zayıflıyor ve etki alanlarını gün be gün ulusaşırı şirketlere bırakmaya zorlanıyorlar. Yirmibirinci yüzyılın ikinci yarısı muhtemelen ulus-devletten şirket-devlete doğru hızlı bir kayışa sahne olacak. AB gibi ulus-devlet-üstü yapılar, ulusların değil şirketlerin temsilcisidir. Postkolonyal bir evreye doğru ilerliyoruz. Yeni sömürgecilik, eskisine rahmet okutabilir.

Klasik sömürgeciliğin nasıl sona erdirildiğini kavradığımız ölçüde, yeni sömürgeciliğin aldığı ve alacağı biçimleri kestirebiliriz. Batı dünyası nasıl köleliği, günün birinde insanî duyguları kabardığı, manevî bir dönüşüm geçirdiği için değil, köle emeği işçi emeğine nispetle verimsiz olmaya başladığı için terketmişse; klasik sömürgeciliğe de bir yandan artık "rantabl" olmaması, diğer yandan kendi içindeki çıkar çatışmaları yüzünden son vermişti. Bu süreçte başı çeken siyasî birim, ABD idi.

Theodore Roosevelt, 1910 yılında yaptığı bir konuşmada şöyle diyordu: "İnsanlığın ilerleyişindeki pekçok evrede, hak ettiğinden daha fazlasına sahip olanlar ile, sahip olduğundan daha fazlasını hak edenler arasındaki çatışma, ilerlemenin eksenini oluşturur." Bu tarihten yedi yıl sonra ise, Woodrow Wilson ünlü self-determinasyon ilkesini ilân ediyordu: "Artık dünyada kesin barışı sağlamak için, dünya üzerindeki halkların özgürlüğü için dövüşecek olmaktan sevinç duyuyoruz; büyük küçük bütün ulusların hayatı ve dünyanın her tarafındaki insanların, nasıl bir hayat sürüp kime itaat edeceklerine kendi başlarına karar verme hakları için dövüşecek olmaktan sevinç duyuyoruz. Dünya, demokrasi için güvenli bir yer haline getirilmelidir." Dünyayı Amerikan kapitalizmi için güvenli hale getirmek demekti bu. Avrupalılar, hak ettiklerinden fazlasına sahiptiler; ABD ise sahip olduklarından fazlasını hak ediyordu. Klasik sömürgeciliğin sonu, Amerikan hegemonyasının başlangıcını oluşturacaktı. Öyle oldu. Batı sömürgeciliğinin 16. yüzyıldan 20. yüzyılın ortalarına kadarki gelişmesi ulus-devletin yükseliş ve düşüşüyle çakışmaktadır. Ancak, ulus-devletin kaderi büyük güçlerin yükseliş ve düşüşü ile eşanlamlı değildir artık. Gerçi sanayileşmiş dünyadaki kapitalist başkentler bugün de her zamanki gibi güçlüdürler, ama kullandıkları mantık, hizmet ettikleri kişiler, ellerindeki araçlar, işgal ettikleri yerler, uzun sözün kısası, bizzat kimlikleri tamamen değişmiş bulunmaktadır. Kapitalistler korunma ve işlerin kolaylaştırılması için, sınırları içinde kuruldukları ulus-devlete tamamen bağımlı değildirler artık. Elbette ulus-devlet yapılarını kullanmaktadırlar, fakat güç ve enerjileri farklı bir odağa kaymış bulunmaktadır.

Günümüzün ulusaşırı veya transnasyonal şirketleri (TNŞ) akıl almaz derecede güçlüdürler. Dünyanın en büyük 200 ekonomik biriminin üçte ikisi devlet değil, şirketlerdir. Bu gelişme birdenbire ortaya çıkmış da değildir. Daha 1973 yılında, dünyanın en büyük 100 ekonomik biriminden ancak yarısının ulus-devlet olduğu, diğerlerininse çeşitli çokuluslu şirketler olduğu tesbit edilebiliyordu.

Küresel kapitalizm çağına giriyoruz. Yeni bir uluslararası işbölümü karşısındayız: Üretim süreci, uluslararası altmüteahhitlik (taşeronluk) yoluyla küreselleştirilmektedir. Bu süreçte millî devletlerin kendi yurttaşlarını, hatta bizzat kendilerini dev şirketler karşısında nasıl koruyabilecekleri ciddi bir mesele olarak karşımıza çıkmaktadır. Küreselleşme, küçük bir ekonomik (ağırlıklı olarak da malî) elitin, gücünü bütün yerküre üzerinde genişlettiği, meta ve hizmet fiyatlarını şişirdiği, serveti düşük gelirli (umumiyetle Batı-dışı dünyadaki) sektörlerden yüksek gelirli sektörlere doğru yeniden dağıttığı bir sistemin oluşturulması sürecidir.

Bu süreç, ulusluğu da yeniden tanımlamaktadır. Yüz yıl öncesinin ırk-eksenli tanımlarına sarılıp ayakta kalabileceğini vehmeden ulus-devletlerin çok geçmeden yerinde yeller esecektir. Siyasî elitler merkez ile çevre, sermaye ile insan arasında hayatî bir tercihle karşı karşıyadırlar. Millî duruş, insanî duruşla eşanlamlı olacaktır.


28 Eylül 2003
Pazar
 
MUSTAFA ÖZEL


Künye
Temsilcilikler
Abone Formu
Mesaj Formu

Ana Sayfa | Gündem | Politika | Ekonomi | Dünya
Kültür | Spor | Yazarlar | Televizyon | Hayat | Arşiv
Bilişim
| Dizi | Karikatür | Çocuk
Bu sitede yayınlanan tüm materyalin HER HAKKI MAHFUZDUR. Kaynak gösterilmeden çoğaltılamaz.
© ALL RIGHTS RESERVED