AYDINLIK TÜRKİYE'NİN HABERCİSİ
Bugünkü Yeni Şafak
K R O N İ K  M E D Y A
'Türk ordusunun kışlası medyanın yüreğidir' desek,
uygunsuz mu kaçar acaba?

TSK'nın 30 Ağustos Zaferi'nin bu yılki kutlamaları çerçevesinde hazırlattığı afişler arasında şöyle bir afiş de vardı: "Türk ordusunun kışlası halkının yüreğidir". İşte, bu "şüpheci" başlığımızı atarken, bu afişten esinlendik. İnsana "Türk ordusunun kışlası medyanın yüreğindedir" lafını ettirecek türden bir manşet ile karşı karşıya olduğumuz muhakkak. İnsanın inanası gelmiyor...

Görüyorsunuz, "dogmatik" bir başlık attığımızı söyleyemezsiniz... "Uygunsuz kaçar mı acaba?" diyoruz, daha doğrusu soruyoruz... Bir biçimde karşılaşmış ya da duymuş olmalısınız: TSK'nın 30 Ağustos Zaferi'nin bu yılki kutlamaları çerçevesinde hazırlattığı afişler arasında şöyle bir afiş de vardı:

"Türk ordusunun kışlası halkının yüreğidir". İşte, bu "şüpheci" başlığımızı atarken bu afişten esinlendik. Şimdi de sorumuzu cevaplamaya çalışalım: Biz, "Türk medyası" genelinde göz önüne alındığında "uygunsuz kaçmayacağı" düşüncesindeyiz. Bunu söylerken sanmayın ki "Türk medyası"nın hiç değilse 27 Mayıs'tan bu yana ülkenin karşılaştığı ("modern" ya da "post modern" farketmez) askeri müdahalelerde bu işlere "yüreğini" nasıl açtığından söz etmiyoruz sadece. "Türk medyası" çok çok iyi dönemler dışında TSK'nın emir ve komuta zinciri karşısında her zaman "yüreğini" açmaktan geri durmamıştır.

Ankara'da hava ne merkezde

Neyse, işin "teorik" faslını fazla uzatmayıp, doğrudan, bize bu satırları bir daha yazdıran örneğimize gelelim:

Sabah gazetesinin Ankara temsilcisini mutlaka tanıyorsunuzdur. Aslı Aydıntaşbaş, gazetesinin Washington muhabirliğinden sonra (bu dönemde güzel haberlerini okuduğumuzu belirtmeden geçmeyelim) bir müddettir bu görevi sürdürüyor. Kendisi genç ve işinde iddialı bir gazeteci. Gazetelerin Ankara temsilcileri malum; kendilerinden İstanbul'a haftanın hiç değilse birkaç günü "manşetlik" haber postalamaları bekleniyor. Zor iş haliyle. Dolayısıyla, bu zorluğun altından kalkabilmek için de Ankara'nın siyasi merkezlerine olduğu kadar Ankara'nın bürokrasisine de yakın olmak gerekiyor. Bu bürokrasi içinde (haliyle) askeri bürokrasi de var. Bu alanda "akredite" olmanın yanında başka özellikler de taşımak gerekiyor. Gerekiyor, çünkü bu alanda yer alan önemli kişilerin "açıklanması istenmeyen" de dahil olmak üzere bir bakıma "nabzının tutulması" gerekiyor. Yani kısaca, "Ankara'da hava ne merkezde?" türünden bir soruya cevap yetiştirebilmek için gerekli malumata sahip olmak gerekiyor.

Şimdi de gelelim, Aslı Aydıntaşbaş'ın gazetesinin 27 Ağustos tarihli sayısının manşetine oturan son haberine:

Manşet şöyleydi: "Teşekkür gözyaşları". Yani: "Veda eden komutanlar kürsüden eşlerinin hakkını teslim etti: 'Onlar olmasa biz burada olmazdık'".

Mesele anlaşılmıştır muhakkak; 30 Ağustos'da emekliye ayrılacak 'kuvvet komutanları'nın eşleri için tasarlanmış bir sayfa ile karşı karşıyayız. Sabah'ın baş sayfasında atılan manşeti doğrulayan görsel malzeme de kullanılmış. Oramiral Özden Örnek'i kendi eşinin ve görevi teslim ettiği yeni komutanın eşinin arasında görüntüleyen bir fotoğraf bu. İki eş de gözyaşlarını tutamıyorlar...

Aslı Aydıntaşbaş, manşet ve fotoğrafın okurları yeterince ikna edemeyeceğine kanat getirmiş olacak ki şu notu düşmüş: "ASKER (evet aynen böyle, yani büyük harfle K.B.), sadece kendi performansıyla terfi alamıyor... Eşi de yükselmesinde kilit rol oynuyor. Bu nedenle komutanların, veda konuşmalarında eşlerine teşekkür etmesi çok ama, çok önemli. Keşke, siyasetçiler de, eşlerinin hakkını daha sık teslim etse..."(!)

Eşlere teşekkür

Aslı Aydıntaşbaş'ın haberinin devamında (içeride bir tam sayfa) başka neler yazdığından söz etmeyeceğiz, çünkü bu kadarı bol bol yeter... Zaten haberin devamında yeni bir bilgi de yok; "eşlere teşekkür" konuşmaları olabildiğince geniş olarak aktarılmış, bu kadar.

Aslı Aydıntaşbaş'ın "ASKER"in veda konuşmalarında eşlerine teşekkür etmesinin altını "çok ama, çok önemli" diyerek çizmesinin, Sabah yazarının aktardığım satırlarını daha bir "dokunaklı" kıldığı muhakkak! Ancak aktardığım satırlarda (siz de zaten açıkça görüyorsunuz) okuyanı gülümseten (acı acı tabii ki!) bölüm bu değil tabii ki. Sizi bilmem ama ben en çok, Aydıntaşbaş'ın bu "çok ama, çok önemli" jestten "siyasetçiler"in de ders alması gerektiğini belirmesinden-dilemesinden etkilendim!

"Keşke, siyasetciler de, eşlerinin hakkını daha sık teslim etse..."(!)
Görüyorsunuz, "şaka gibi" bir dilekle karşı karşıya değil miyiz?

Düşünün, "siyasetçi eşleri"nin "paşa eşleri"nin yanına yaklaştırılmadığı bir ülkede "Ah Keşke..." diye başlayan bir dilek... Oysa bana öyle geliyor ki, siyasetçilerin eşlerinin "hakkını teslim etmeleri" yolunda bir dilekte bulunmak yerine "ASKER"in siyasetçi eşlerinin hakkını teslim etmeleri yolunda bir dilekte bulunulsa çok daha anlamlı ve yerinde olurmuş!

Neyse, bu konuyu da geçelim ve gelelim Aydıntaşbaş'ın "terfilerde eş faktörü"ne ilişkin yazdıklarına:

Ben bu tespiti de problemli buldum. Acaba bu doğru mu? Yani gerçekten de "ASKER"in terfisi söz konusu olduğunda "Eşi de yükselmesinde kilit rol oynuyor" mu? Bana göre bu tespit doğru değil, çünkü ilk olarak hepimizin bildiği gibi "eşsiz", yani bekâr komutanlar (hem de çok yüksek rütbeli) var. Eğer Aydıntaşbaş'ın dediği gibi "eşlerin" terfi konusunda çok önemli bir rolleri olsaydı, bu bekâr komutanların albaylıktan yukarı çıkamaması gerekirdi. Ayrıca çok daha önemli olarak, "eş durumu"nun "Asker" terfisinde "yükselmekten" çok "ordudan ihraca" etki yaptığını söylesek yanlış mı olur? "Eş durumu" terfilerde değil de meslekte kalıp kalmama hususunda çok etkili değil mi?

Ayrıca şu da var: Aydıntaşbaş'ın bu gereksiz satırları manşete çıkarmasının sırası mı? Tamam muhakkak ki "münferit" bir hadisedir ama bir eski Kuvvet Komutanı'nın -hem de "eşinin harcamaları" yüzünden- halen askeri mahkemede hesap vermekte olduğu günlerde böyle gereksiz satırları manşete çıkarmanın ne âlemi var?

Sonuç olarak, gerçekten çok gereksiz, insana "Türk ordusunun kışlası medyanın yüreğindedir" lafını ettirecek türden bir manşet ile karşı karşıya olduğumuz muhakkak. İnsanın inanası gelmiyor; ülkenin (ve de belki dünyanın) iyi okullarında bunca eğitim-öğretim, gazeteci olarak Washington'da filan geçen yıllar, üstüne üstlük "gençlik", ama sonuç "sivil" bir yayın organında bulanmaması gereken laflar... Hadi kolaysa gelin de "sivil toplum"dan umutlu olun bakalım! (K.B.)


Sonunda amacına ulaştı!

Gamze Özçelik olduğu ileri sürülen bir genç kadına (kadının baygın olduğunu unutmayın) ait pornografik malzemenin ortada dolastığını -tabii ki!- önce bir haber sitesinde okuduk. Olay şöyle duyuruluyordu: "... görünteler dün sanal alemde elden ele dolaştı."(!)

Ne yapabiliriz; her teknolojinin yararları gibi zararları da var... Madem ki artık "sanal ortam" adı verilen bir ortam var bundan da her biçimde yararlanmak gerekir!

Dikkat ediyorsanız, haber "elden ele dolaştı" diyor. Bu ifade epeyce abartılmış bir ifade doğrusu; "sanal ortam" bu tür görüntüleri şimdilik -çok şükür- "gözden göze" dolaştırabiliyor...

Gamze Özçelik, ısrarla bu görüntülerin kendisine ait olmadığını söylüyor. İnanalım mı?

Tabii ki inanacağız, başka türlüsü mümkün mü?

Ama siz gelin de bu en tabii davranışı "medya"ya anlatın, anlatabilirseniz...

Bu arada "elden ele dolaşan" görüntüleri elde edememiş olanların merakını ve gayretini de unutmayın.

İşte, "gazeteniz Hürriyet" sonunda bu merakınızı da gideren bir hizmetle karşısınızda...

Gazetenin 28 Ağustos tarihli sayısının ikinci sayfasında "elden ile dolaşın" görüntülerden "tadımlık" kabilinden de olsa iki küçük kare....

Karelerden birisinde Gamze Özçelik'e benzeyen baygın-yarı baygın-? bir kadının portresi! İkinci karede ise, çok daha "cüretli" bir görüntü: Baygın kadının -göğüsleri çıplak olarak- belden yukarı bir fotoğrafı...

Utanç verici bir yayınla karşı karşıya olduğumuz muhakkak... Fotoğraflardaki kadın Gamze Özçelik midir değil midir, bizi hiç -ama hiç- ilgilendirmiyor.

Ayrıca tabii ki, bu görüntülerin "sanal ortam"da dolaşıma sokulmak amacıyla bir alçak tarafından çekildiği de ortada...

Yani, o alçak ve Hürriyet gazetesi elele vererek bize günlerdir "sanal ortam"da dolaşan görüntüleri sonuyor. Söyleyin, "medeni bir ülke"de buna izin verirler mi? Yasal olmayan yollardan dolaşıma sokulmuş pornografik malzemenin ülkenin en büyük gazetesinde (bir "halk gazetesi"!) okurların bakışları altına getirilmesine izin verirler mi?

Ne yapmalı? Hürriyet'i yine "Basın Konseyi"ne mi şikayet etmeli acaba?

Yok yok, en iyisi "basın savcıları"nı göreve çağırmak...

Şu "yaşlı" gazetenin yaptığı işe bakın siz...

Size ne bundan? Diyelim ki görüntüler sözü edilen genç kadına ait, size ne bundan?

"Yaşlı" gazetenin "Özel hayat"a yeni bir tecavüzü ile karşı karşıyayız...

Allah kurtarsın.... . (K.B.)


Bülent hanım uğraştı, Deniz bey popüler oldu!

İşin gürültüsü kesilmeye yüz tuttu, artık ben de yazacağımı yazabilirim. Biliyorum 5N 1K'ya uygun bir cümle olmadı, ama eksikleri hemen gidereceğim: Bülent Ersoy-Deniz Baykal hadisesinden sözediyorum. Hani Bülent Ersoy 12 Eylül sonrasında yasaklı duruma düşünce şu an da büyük bir partinin lideri konumunda olan etkin bir ismin sahne izni karşılığında kendisinden para talep ettiğini açıklamıştı ya... Mevcut parti liderleri tek tek kronoloji testine tabi tutulmuş ve Deniz Baykal ismi üzerinde yoğunlaşılmıştı, sonradan bu ikili arasında, mahiyeti konusunda iki tarafın iki ayrı iddia ortaya attığı bir konuşmanın gerçekten yapıldığı ortaya çıkmıştı ya... Zaten hadiseyi yakından takip ettik, neden malumatı uzatıyorsun diyorsanız demeyin, 5N 1K gereği... Esasen ben de hadiseyi yakından takip ettim, "darbe sonrası travmatik etkiler" hususu özel ilgi alanıma girdiği için... Türk musikisine ilgim de, Deniz Baykal'ın siyasi geçmişine olan ilgimden ziyadedir. Buna rağmen ben konuyu bütünlüklü ele aldım ve kasırganın dinmeye yüz tuttuğu şu günlerde çıkarsamalarımın da objektif olması noktasında fevkalade dikkat sarfettim.

Bana sorarsanız konunun bir kaybedeni, bir kazananı, bir de hem kaybedip hem kazananı var. Kaybeden açık ve net: Bir kere daha 12 Eylül mimarları... Bu noktanın uzun açıklamalara ihtiyaç gösterdiğini hiç zannetmiyorum. Onun için bu kadar söyleyip geçiyorum.

Bana göre bu meselede hem kaybedip hem kazanan Bülent Ersoy... Eğer söylendiği üzere çıkacak albümünün ve TV şovunun reklamı için 12 Eylül'den yıllar sonra bu dosyanın kapağını açtıysa, kampanyasını en etkili biçimde amacına yanaştırdığını söyleyebiliriz. Bu bakımdan helal olsun ablamız sana!.. Eğer o zaman çıkıp söyleyemediği için içinde kalmıştı da daha fazla dayanamayıp bu sırrı açık ettiyse, buna da diyecek bir şey yok, sabır sabır bir yere kadar!.. Bu beklenmedik çıkışın Deniz Baykal'a gıcık kapmak, CHP'yi barajın altında bırakmak, medyanın gündem boşluğunu gidermek gibi dolaylı amaçları varsa, ona da artık ben bir şey diyemem, bu kadar hinlik beni aşar. Netice olarak Bülent Ersoy'un yeni albümü çok satacak, TV şovu da daha fazla izlenecektir. Peki Bülent hanım nerede kaybetmiştir. Bakın o bugün itibariyle belli değildir; ancak kalıbımı basarım gelecekte bir yerlerde iş olarak, kazanç olarak, organizasyon olarak mutlaka kaybedecektir. Atv'deki şov programında bizzat kendi ağzından dile getirdiği gibi Türkiye'de "Hem konuşan Türkiye istiyoruz derler, hem de doğru konuşanı dokuz köyden kovarlar!"

Peki bu işin kazananı kim dersiniz? Deniz Baykal! Şaşırdınız değil mi? Kamuoyunun genel görüşü bu işten Deniz Baykal'ın yıpranarak çıktığı şeklinde... Ben hiç aynı kanaatte değilim. Bu süreç içinde Deniz Baykal, CHP Genel Başkanı olarak alabileceğinden çok daha gazla yer almıştır medyada. Bülent Ersoy iddialarını sıraladıkça Deniz Baykal gündemin odak noktasına yerleşmiştir. Doğrusu bir siyasetçi olarak kurduğu cümlelerin büyük çoğunluğu haberci ilgisini üstünde toplayabilecek tazelikte değildi. Bu olay tam zamanında geldi ve çok muhtemeldir ki Deniz Baykal'ın toplumdaki tanınırlık oranını bile yükseltti. Şimdi yayladaki çobana resmini gösterseniz, "Ha bu adam Bülent Ersoy'un kendisi hakkında ileri geri konuştuğu adam" diyecektir. Bu iyi bir aşama, bu temelin üstüne yayladaki çobanların "Ha bu adam Türkiye için falanca projeyi ortaya atan adam değil mi?" diyeceği günlerin binası da çıkılabilir. Deniz Baykal'ın asıl kazancı, zannımca budur! (G.Ö.)


30 Ağustos 2005
Salı
 
YÖNETENLER: Kürşat Bumin
G. Özcan


Künye
Temsilcilikler
Abone Formu
Mesaj Formu
Online İlan

ALPORT Trabzon Liman İşletmeciliği

Ana Sayfa | Gündem | Politika | Ekonomi | Dünya
Kültür | Spor | Yazarlar | Televizyon | Sağlık | Arşiv
Bilişim
| Dizi | Çocuk
Bu sitede yayınlanan tüm materyalin HER HAKKI MAHFUZDUR. Kaynak gösterilmeden çoğaltılamaz.
© ALL RIGHTS RESERVED