T Ü R K İ Y E ' N İ N    B İ R İ K İ M İ
Y A Z A R L A R 28 OCAK 2006 CUMARTESİ
  Ana Sayfa
  Gündem
  Politika
  Ekonomi
  Dünya
  Aktüel
  Spor
  Yazarlar
  Televizyon
  Sağlık
  Bugünkü Yeni Şafak
 
  657'liler Ailesi
  Bilişim
  Çalışanın Sesi
  Diziler
  Düşünce Gündemi
  İzdüşüm
  Kültür-Sanat
  Nar-ı Beyza
  Okur Sözcüsü
  Röportaj
  Sinema
  Yemek
  Zamanda Yolculuk
 
  Bize Yazın
  Abone Formu
  Temsilcilikler
  Reklam
  Künye
 
  Arşiv

  Yeni Şafak'ta Ara
 

Dücane CÜNDİOĞLU

Sen kayıb etmedin, kayıb oldun!

Birçok dilde 'duyu' ve 'duygu' karşılığında genellikle bir tek sözcük (sens) kullanıldığından, her iki yeti türünü ve tabiatıyla işlevlerini birbirinden ayırmakta/ayrıştırmakta zorluk çekildiği malumdur. Nitekim bugün Türkçe'de -biraz da Batı dillerinin etkisiyle- duymak'tan türetilen "duyu, duyum, duyumsama" sözcüklerinin yanısıra "duygu, duygulanmak, duygulanım" gibi sözcükler de kullanılmaktadır. Tam da bu bağlamda, Arapça'dan Osmanlıca'ya, Osmanlıca'dan da günümüz Türkçesine geçen 'his' (çoğ. havass) veya "hissetmek' sözcükleri hatırlanabilir; zira "görme hissi" dediğimiz gibi, "Ne hisli bir kadın!" da der ve fakat her iki kullanımda da -ilkinde 'duyu', ikincisinde ise "duygu' anlamında olmak üzere- farklı mânâlar kastederiz. Aynı kökten türeyen "ihsas, ihtisas, hissiyât, mahsüs, mütehassis" sözcükleri gündelik dilde umumiyetle anlamları birbirine karıştırılarak kullanıldığı gibi, Latin alfabesi yüzünden his'ten türeyen sözcüklerle has'tan türeyen sözcükler (msl. husus, ihtisas, mahsus, mütehassıs) dahi birbirine karıştırılmaktadır.

"Havass-ı hamse-i zahira" (beş dış duyu) başlığı altında, klasik metinlerimiz beş yeti sayarlar: 1. Kuvve-i bâsıra (görme yetisi); 2. Kuvve-i sâmia (işitme yetisi); 3. Kuvve-i şâmme (koklama yetisi); 4. Kuvve-i zâika (tat alma yetisi); 5. Kuvve-i lâmise (dokunma yetisi)... [Bu yetiler tümevarım yöntemiyle tesbit edildiğinden, Kelâmcılarımız, 'beş' sözcüğünün, "dış duyularımız beşten fazla olamaz" anlamına gelmediğini, bilâkis kastedilenin "Tesbit edilebilen şimdilik beş tanedir" demek olduğunu hususan belirtmek ihtiyacı duymuşlardır.]

Kant bu beş duyuyu/yetiyi 'genel' ve 'özel' olmak üzere ikiye ayırıp görme, işitme ve dokunma'yı "genel duyular" (sensus comminus), tatma ve koklama'yı ise "özel duyular" (sensus privatus) başlığı altında inceler ki İskoç felsefesinin yaptığı bir yanlışı, başka bir yoldan kendisi de sürdürür. Çünkü İskoçlar, geleneksel olarak "hiss-i müşterek" (ortak duyu) şeklinde adlandırılan bir psikoloji terimini (sensus comminus), yanlış olarak bir sosyoloji terimine (common sense) dönüştürüp bu terime 'kamuoyu' veya 'efkâr-ı umumiye' mânâsı verirlerken, Kant, gereksiz yere aynı terimi bu sefer üç iç duyuya/yetiye tahsis etmiş, böylelikle algı (verstehen) sürecinin iç duyulardaki en önemli aşamasını dış duyular (sinnlichkeit) ile karıştırarak klasik psikolojinin, beş duyudan gelen verileri süzen hiss-i müşterek'ini çok farklı bir biçimde yorumlamıştır.

"Terimlerde tartışma olmaz!"

Evet, bu bir kaidedir. Bir düşünür kendi kullandığı terimlere özel anlamlar yüklemekte özgürdür. Muhatablarına düşen, o düşünürün terimlerini, öncelikle kendisinin kasdettiği anlamda anlamaktır. Lâkin unutulmamalıdır ki sözcükler veya terimler değişirken, o sözcüklerin anlam ve kavramları da ister istemez değişir. Aynı terimlerle farklı mânâlar kastedilebileceği gibi, aksi de mümkündür. Sözgelimi bugün 'algı' veya 'algılama' terimiyle kastedilen nedir? İlim adamlarımız bu soruya, Batı dillerine müracaat etmeden cevap veremiyorlar. Bazıları da dostlar alışverişte görsün kabilinden sadece 'idrak' deyip geçiyorlar. Oysa 'ihsas' da bir algıdır ve fakat duyuların algısıdır. Hangi duyuların? Elbette iç duyuların. Şayet dış duyuların algısından söz ediliyor olsaydı, 'ihsas' değil, 'ihtisas' denmesi gerekirdi. (Birinin aktif, diğerinin pasif olduğuna dikkat edilmelidir.)

Doğru, 'idrak' da bir algı türüdür, ama duyuların değil, aksine aklın (müdrike'nin) algısı... Bu farklılığı farketmiş olan eski ustalarımız, bu nedenledir ki 'idrak' ile "idrak'ul-idrak"i birbirinden ayırmak zorunda kalmışlardır; tıpkı 'bilmek' ile 'bilmeyi bilmek'i birbirinden ayırdıkları gibi. Eh bir de "iz'an" var; zira iz'an da bir algı türüdür. Öyle ki biraz dikkat edilirse iz'anın eşlik ettiği idrak ile iz'ansız idrak'ın birbirinden çok farklı oldukları görülür. Bir dilden başka bir dile, bir kültürden başka bir kültüre geçerken yapılacak kazalar öyle saymakla, sıralamakla bitirilecek gibi değildir. Nitekim klasik psikoloji'nin çok bilinen iki terimini hatırlayalım: 'hayal' ve 'vehim'. Meselâ 'hayal' (hayalhâne) başka, 'mütehayyile' (hayal yetisi) çok daha başkadır. İlki, iç duyulardan hiss-i müşterek'in kayıt yeri iken; ikincisi, bizzat vehim düzeyinde iş gören kuvve-i mutasarrıfa'nın adıdır.

'Vehim' ile 'mütevehhime'ye gelince, Batı dillerinde karşılığını bulana aşk olsun! Babanzâde Ahmed Naim (öl. 1934) bile çaresiz 'imagination' karşılığını önermiş. Oysa bu sözcük, aynı zamanda "hayal etme"nin karşılığı. Dahası, bunlar da birer idrak türü... Kaybettiğimizin ne olduğunu bilmek için kendimizi zorlamaya gerek yok! Çünkü biz kendimizi kaybettik!

Geri dön   Yazdır   Yukarı


ALPORT Trabzon Liman İşletmeciliği

Ana Sayfa | Gündem | Politika | Ekonomi | Dünya | Aktüel | Spor | Yazarlar
Televizyon | Sağlık | Bilişim | Diziler | Künye | Arşiv | Bize Yazın
Bu sitede yayınlanan tüm materyalin her hakkı mahfuzdur. Kaynak gösterilmeden çoğaltılamaz. © Yeni Şafak
Tasarım ve içerik yönetimi: Yeni Şafak İnternet Servisi