T Ü R K İ Y E ' N İ N B İ R İ K İ M İ |
||
Y A Z A R L A R | 28 OCAK 2006 CUMARTESİ | ||
|
'Kan tükürüp kızılcık şerbeti içtim' gibi metaforik anlatımlı bir deyimi 'doğuran' kadınların artık tarih olduğu herkesce malum. 'Feleğin tokadını yemiş' kadınların, kocalarından yediği dayağı, ağlaya söyleye anlatmaları da artık posası çıkmış, cazibesini yitirmiş bir konu. Şimdi trend, eğitimli kadınların dayak yemesi. Bu, eskiden de bilinirdi lakin elde veri olmadığı için utangaç bir fısıltıdan öteye geçmezdi. Eğitimli olsun olmasın, ekonomik güç hatta ün sahibi kadınların da kocalarından, erkek arkadaşlarından dayak yediklerini, yüzlerindeki morlukları ancak pahalı fondotönlerle kapatabildiklerini 'itiraf' etmeleri ile nihayet 'flaş flaş' mertebesine ulaştı; görünür bilinir oldu. İyi de oldu ama sonuç itibariyle ne oldu? Medyaya reyting kazandırmanın dışında, kadına yönelik şiddette azalmaya, şiddete sığınan erkekleri caydıracak güçte bir kınamaya yol açtı mı? Elbette hayır. Şimdilik bunun, yanlış bir örneklemeye yol açmadığını; dayak yemekten usanan ama uslanmayıp isyan eden 'mağdure'lerin dayakçılarına, yeni bir meşruiyet zemini oluşturmadığını umalım. Bildiğiniz üzere, Kadın ve Aileden Sorumlu Devlet Bakanı Nimet Çubukçu, tıpkı selefleri gibi 'sorumlu' olduğu kadınları şiddetten korumak amacıyla çalmadık kapı bırakmıyor. Camilere toplanan erkek cemaate ulaşabilmek için Diyanet'ten hutbe, silah altındaki askerleri eğitebilmek için Genelkurmay'dan 'kadın dövmeyin' dersleri koparmaya çalışıyor. Mevcut gerçekler bunu gerektirdiği, Türkiye'de kadın, edilgen bir varlık olmaktan çıkamadığı için böyle yapıyor. Bir yandan da kadının ailedeki ve toplumdaki yerini sağlamlaştırabilmek, kadınları özgüven ile donatabilmek için başka eylem planlarını bir bir uygulamaya koymaya çalışıyor. Kadın dernekleri de asla boş durmuyor. Farklı fraksiyonlardan olsalar bile, tüm feminist dernekler, şiddetin önüne geçmek, kadının konumunu güçlendirmek için yıllardır çaba harcıyorlar. Sorun büyük, çözüm parmak şıklatmakla gelecek gibi değil çünkü. Bakanlık ve kadın dernekleri iğneyle kuyu kaza dursun, 'sabun köpüğü' hükmündeki 'garabet' bir program, zemini kayganlaştırıp binbir güçlükle elde edilmiş kazanımları kolaylıkla kayba dönüştürebiliyor: Türkiye son bir iki aydır, ünlü bir kadının sevgilisinden gördüğü şiddete, kıs kıs 'gülüyor'! Banu Alkan adlı, Afrodit namlı tezatlar kraliçesi, izlenme oranlarında tavan yapıyor! Çünkü, şiddetin boyut değiştirip toplumsal zorbalığa dönüştüğü noktada, erkekler kadar kadınlar da kendilerini Afrodit'i izlemekten alıkoyamıyor. Aklı başında olanların bir kısmı 'Banu Alkan efendi mi köle mi, zavallı olan hangisi', diye tartışıp ikiliye psikanaliz yapmaktan bitap düşerken, bir kısmı 'Aziz Nesin yaşasaydı halkın yüzde 99'u aptal, geriye kalanı da zaten Banu Alkan der miydi' diye tartışıyor. Ama işte, illüzyon işe yarıyor; Hatice neticeye galebe çalıyor. Banu Alkan, kameralarla çevrili evde 'duygusal şiddete maruz kalıyor' diye kendisine destek veren İnsan Hakları Derneği'ne 'siz kendi işinize bakın' diyebiliyor. İkilinin didişmelerinin TBMM gündemine taşındığını; CHP milletvekili Hasan Aydın Taşdemir'in 'Alkan nezdinde Türk kadınının aşağılanıp aşağılanmadığını' öğrenmek için verdiği soru önergesini, karnına saplanan ağrı eşliğinde takip edenlerdenseniz eğer; gevşemek için şunu bilmeye ihtiyacınız var: Banu Alkan'ın doğum günü 1 Nisan! Madem durum bu, Dünya Kadınlar Günü'nü 8 Mart'tan 1 Nisan'a kaydırsak hiç fena olmayacak galiba.
|
|
Ana Sayfa |
Gündem |
Politika |
Ekonomi |
Dünya |
Aktüel |
Spor |
Yazarlar Televizyon | Sağlık | Bilişim | Diziler | Künye | Arşiv | Bize Yazın |
Bu sitede yayınlanan tüm materyalin her hakkı mahfuzdur. Kaynak gösterilmeden çoğaltılamaz. © Yeni Şafak Tasarım ve içerik yönetimi: Yeni Şafak İnternet Servisi |