T Ü R K İ Y E ' N İ N    B İ R İ K İ M İ
Y A Z A R L A R 21 ŞUBAT 2006 SALI
  Ana Sayfa
  Gündem
  Politika
  Ekonomi
  Dünya
  Aktüel
  Spor
  Yazarlar
  Televizyon
  Sağlık
  Bugünkü Yeni Şafak
 
  657'liler Ailesi
  Bilişim
  Çalışanın Sesi
  Diziler
  Düşünce Gündemi
  İzdüşüm
  Kültür-Sanat
  Okur Sözcüsü
  Röportaj
  Sinema
  Yemek
  Zamanda Yolculuk
 
  Bize Yazın
  Abone Formu
  Temsilcilikler
  Reklam
  Künye
 
  Arşiv

  Yeni Şafak'ta Ara
 

Mehmet ŞEKER

Medeniyetler çatışması mı, çıkarların çatışması mı?

Hafta sonu Bihmed'in davetlisi olarak Bursa'daydık. Bihmed, Bursa İmam Hatip Mezunları ve Mensupları Derneği.

Bu tür kısaltma isimleri bütünüyle büyük harfle yazamıyorum; Bihmed'li arkadaşların beni mazur görmesini rica ederim. Zira sonra yazı içinde geçebilecek Ahmed, Mehmed yahut Ahmet, Mehmet gibi isimleri de baştan sonra büyük harfle yazmak gerekir gibi bir düşünce oluşuyor.

Onları büyük harfle yazınca, geriden gelecek Nihat, Osman, Ali, Muzaffer ve diğer isimleri de küçük yazmamak lâzım. O zaman yazının yarısı büyük, yarısı küçük olacak ve çok saçma bir şekil çıkacak. Gereksiz yere göz yorgunluğu yapar okuyanlarda. Mazeretim budur, anlatabiliyor muyum?

SEDDİ AŞALIM, HADDİ AŞMAYALIM

"Firuze Geceler" adıyla düzenlenen bir sohbet toplantısıydı.

Eğitimci ve şair arkadaşım Şaban Abak'la beraber katıldık.

Eskiden böyle toplantılarda bir araya gelince memleketi kurtarırdık; küreselleşme süreciyle âlem global olduğundan beri daha geniş düşünmek zorunda hissediyor ve kendimizi tutamayıp memleketi, Ortadoğu'yu, Balkanlar'ı, Kafkasları ve nihayet cümle âlemi dâhil ediyoruz.

Adriyatik'ten Çin Seddi'ne kadar olan bölge bile kesmiyor. Seddi aşıyoruz fakat haddi aşmıyoruz. Cümle âlem dedikten sonra zaten anlaşılacağı üzere, geride ne Avrupa kalır, ne Amerika.

Fena da olmuyor hani.

Rahatlamış bir şekilde çıkıyoruz salondan.

YIKILASI DUVARLAR

Firuze Geceler'in bu yılki ilk toplantısında ele alınan konuları başlıklar halinde şu şekilde sıralayabiliriz:

- Dinler arası diyalog mümkün müdür?

- Halid Meşal'in ziyareti nasıl yorumlanmalıdır?

- Küreselleşme süreci ne cins bir şeydir?

- Medeniyetler çatışması mı daha önemlidir, çıkarların çatışması mı?

- Medeniyet dediğin gerçekten tek dişi kalmış canavar mıdır yoksa alt-üst komple takma diş yaptırmış olabilir mi?

- Kurtlar, kuşlar, kaplumbağalar, kelebekler ve bütün börtü böcekler sınırları pasaportsuz vizesiz, sorgusuz sualsiz geçip giderlerken, hatta griplerini bile ülkeden ülkeye keyiflerince taşıyabilirlerken, biz insanlar niye sınırlarda takılıp kalıyoruz?

- Ülkeler ve toplumlar arasındaki duvarlar, dikenli teller, mayınlar neyin göstergesidir?

- Berlin'deki utanç duvarını yıkan insanoğlu, günün birinde Filistin'deki utanç duvarını da yıkabilecek mi?

- Türkiye AB'ye girecek mi?

- Ülkenin kalkınması sadece iktidarın meselesi midir?

- Muhalefetin ve muhalif olmanın gereği, faydası ve usulü nedir?

- Sezai Karakoç'un eserleri nasıl bir bakışla kaleme alınmıştır?

- Dünya kaç kutupludur?

- Haritaya nasıl bakmalıyız, tarihe nasıl?

- Çevremizde olup bitenlere bakınca karamsarlığa mı düşmeliyiz yoksa başka bir yere mi?

ÇAYLARI KONTROL ETTİK

Cuma günkü yazıda Bihmed'in çaylarından bahsetmiştim.

Derneğin eski başkanlarından biri, daha önce de geldiğimizi hatırlatarak çaylar hakkında ileri geri konuşmamızı anlayamadığını nazikçe ifade etti.

Evet, daha önce de gitmiştik.

Üzerinden altı yıl geçmiş.

Derneğin binası değişmiş, başkanı değişmiş, hepsinden önemlisi çaycısı değişmiş.

Bunca değişimin bir arada yaşandığı bir mekânda çayları kontrol etme ihtiyacı hissetmek yanlış olmasa gerek.

Nitekim çayların güzelliğine diyecek yok. Ve önceki çaycı ahşap oymacılığı olan eski mesleğine dönmüş ve tarihi Irgandı Köprüsü üzerindeki dükkânlardan birinde çalışmaya başlamış.

Dükkânı ziyaret ettik ve çalışmalarını yerinde gördük. Ki onu başka bir zaman ayrıca anlatmak gerekecek.

İŞKENCE GÖRÜNTÜLERİ

Avustralya'da bir televizyon kanalı, Amerikan askerlerinin Ebu Garip Cezaevi'nde Iraklılara yaptığı işkencelerin yeni görüntülerini yayınladı.

Bütün dünyanın haberdar olduğu o görüntüler, pek fazla tepki çekmedi.

Sebebi şu:

Hem karikatür krizi yanında ufak kalıyordu, hem de kanıksama noktasına gelinmişti.

Yarın bir başka ülkeden bir televizyon kanalı, başka işkence görüntüleri yayınlasa, gariptir ama daha az ilgi uyandırır.

Dünyanın işkenceyi kanıksayacak hale gelmesi ne acı. İşgalcidir, ne yapsa yeridir düşüncesiyle yaklaşıyor herhalde insanlar.

Biz bu filmi daha önce görmüştük, bunlar aynı işkencenin devamı niteliğindeki görüntüler deyip geçiyorlar. Yazık.

SBS DEMEK ZOR MU?

O görüntüleri biz Avustralya kanalında seyretmedik. Türkiye'deki televizyonlardan, ajanslardan ve gazetelerden takip ettik.

Avustralya'daki televizyonun adı SBS idi ve bizim televizyonlarımızdaki, radyolarımızdaki haber sunucuları nedense SBS demeyi bilmiyorlardı. "Si bi es" şeklinde telaffuz ettiler kanalın adını.

*

Türkçe okusa "se be se" diyecek.

İngilizce okusa "es bi es" demesi gerekir.

Öyleyse "si bi es" nereden çıktı?

Ne Türkçe'ye, ne İngilizce'ye uyuyor bu söyleyiş. Israrla söyledikleri "si bi es"in karşılığı o dilde CBS olmalı.

Yoksa Avustralya'da insanlar s'ye bazen si bazen de es mi diyorlar?

Gülelim mi, kızalım mı?

Geri dön   Yazdır   Yukarı


ALPORT Trabzon Liman İşletmeciliği

Ana Sayfa | Gündem | Politika | Ekonomi | Dünya | Aktüel | Spor | Yazarlar
Televizyon | Sağlık | Bilişim | Diziler | Künye | Arşiv | Bize Yazın
Bu sitede yayınlanan tüm materyalin her hakkı mahfuzdur. Kaynak gösterilmeden çoğaltılamaz. © Yeni Şafak
Tasarım ve içerik yönetimi: Yeni Şafak İnternet Servisi