YeniSafak.com “ Türkiye'nin birikimi... ” Yazarlar

 
Ana Sayfa...
Gündem'den...
Politika'dan...
Ekonomiden...
Dünya'dan...
Kültür'den...
Yazarlar'dan

  Arşivden Arama

  I Explorer Kullanıcıları, TIKLAYIN.

 

Akif İnan ve ölüm

 
Cenazesi eller üstünde, Harrankapı tarafındaki aile kabristanına doğru sanki uçarak götürülüyordu. Gene sükûnet vardı, o heybetli sükûnet..

 

Büyük rüyalar geçmişse ömür
hiç yanmam ölümün her çeşidine

Doğru, herşeye rağmen, bir yandan onun sağlığına kavuşacağı zamanı niyaz ederek bekliyor olsak da, bir yandan da tedirginlik yakamızı bırakmıyor, emri hakkın vukuundan kaygılanıyorduk. Ve olanlar 6 Ocak 2000 (29 Ramazan 1420) perşembe günü, sabah saat 02'de oldu. Vade o kadarmış!

Cenazesi bir gün sonra, Cuma günü öğle namazından sonra Şanlıurfa Hasanpaşa Camii'nden kaldırılacaktı. Hasan Seyithanoğlu, Ramazan Kaplan, fakir, vefakâr dostumuz İsmet Bilezikçi'nin arabasıyla yola koyulduk. Onüç saatlik bir yolculuktan sonra, gece saat 1'de Urfa'ya ulaştık, bir otele indik.

Yol boyunca ve Urfa'da hep Akif'ten bahsettik. Ramazan Kaplan hoca, vaktiyle rahmetli babamın, Akif'in yazılarını okuduktan sonra ona iltifat sadedinde: "Akif, döktürmüşsün gene; kaleminden kan damlıyor" dediğini Akif'in ağzından hatırlatıp durdu. Her birimiz, durup durup birbirimize: "Akif, kaleminden kan damlıyor gene" diyerek onu anmaya ve içimizin ağırlığını hafifletmeye çalışıyorduk (güya!).

Cuma vaktinden önce Hasanpaşa Camiinin avlusu Türkiye'nin dört bucağından gelmiş Akif dostlarıyla dolmuştu bile. Uzun zamandır göremediğimiz nice dostumuzla orada hasret giderdik. Erdem Bayazıt, Ahmet Bayazıt, Osman Nalbant, Beşir Atalay, Fehmi Koru, Ahmet Hakan, Arif Altunbaş, sendikacı dostlar, Belediye Başkanı Ahmet Bahçıvan, Bahri Zengin, başka milletvekili kardeşlerimiz, Atilla Maraş, Yasin Küçükoğlu ve daha yüzlerce dost insan, binlerce "Akif segilisi".

Hayır, havanın kasvetli olduğunu söyleyemeyeceğim. Tuhaf, heybetli bir sükûnet hakimdi ortalığa. Akif, kapaksız tabutunun içinde, üstü ayeti kerimeyle donatılmış örtünün altında, uyuyor, biraderleri de orada, onun yanıbaşında bekliyorlardı. Kardeşi doktor Ahmet İnan'la selamlaştık. Sarıldık. "Telefon ettiğinde sana ne demişti, hatırlıyor musun ağabey?" diye sordu ve devam etti: "Sen bayramda buluşalım Akifçiğim, dediğinde, o da sana, bayram çok geç Rasimciğim, demişti!" Evet, aynen öyle demişti: "Bayram çok geç olur!" Ve ertesi gün, 8 Ocak cumartesi günü bayramdı. Akif'inse, Ramazan fırsatını kaçırmak istemeyeceğini düşünememiştik!

Cenazesi eller üstünde, Harrankapı tarafındaki aile kabristanına doğru sanki uçarak götürülüyordu. Gene sükûnet vardı, o heybetli sükûnet.. Birden, yıllar önce, Akif'le bir cenaze merasiminde, onun bana söylediklerini hatırladım: "Cenazenin arkasından tekbir getirilmez, bidattir" demişti. Ve cemaat, şimdi, onun cenazesinde, sükûnetle ve aynı ölçüde vekarla yürüyordu. Hiç bir taşkınlık yoktu. Akif, aslında cezbeli ve cerbezeli bir insandı, ama cenazesinden heybetli bir sükûnet yayılıyordu. Üstad Necip Fazıl'ın cenazesinde taşkınlık vardı; Cahit Zarifoğlu'nun cenazesinde ruhaniyet feyezan ediyordu. Akif İnan'ınkindeyse vakur bir sükûnet hakimdi.

Onun arkasından yürürken, birden, bir tahayyülat vaki oldu ve gözümün önünde şu manzara canlandı. Cennetin Halilullah aleyhisselama tahsis edilmiş mevkiinde, O, etrafına: "Akif geliyor, hazır olun" diye talimat veriyordu. "Onu iyi karşılayın, lakin ilk çay servisini bizzat kendisi yapsın, böylelikle buranın havasına aşinalık kesbetsin. Bilahare Cahit'le buluştuklarında Cahit de, teberrüken ona bir çay servisi yapar. Sonra da Necip Fazıl'la buluşurlar. Ve diğer peygamberlerle birlikte, hep beraber Habibullah'ın huzuruna gideriz!" Acaba neydi bu, bilmiyorum, tahayyülat diyorum, ama bilmiyorum.

O gece İsmet'in rüyası: Akif'i on yıl önceki haliyle görüyor. Taziye mahallindeki salonun camından dışarısını seyrediyormuş. Siyah bir pantolon, sarı ekose bir gömlek giymiş, gayet şık ve temiz. Halinden memnun. İsmet'le kucaklaşıyorlar. İsmet, Akif'in simsiyah, gür saçlarına bakarak taaccüp ediyor, kendi kendine: "Saçları dökülmüş diyorlardı, halbuki hiç de öyle değilmiş" diyor.

Daha kimbilir kimlerin ne rüyaları vardır onun üzerine. Onun ömrü büyük rüyalarla geçtiğine göre ne gam! Kimin kime yanması gerekiyor? Onu da bilemiyorum. Bildiğim o ki, bizim dünyamız, fanilerin bu dünyası, şimdi, asaletli bir şairinden, mütevazi fakat vakur ve cerbezeli bir şahsiyetten, bir fikir ve dava adamından mahrum bulunuyor. Ondan mahrum bulunmaya kendini alıştırabilecek mi, belli değil. Taziye mahallinde, izlenimimi belirtmek üzere önümde duran deftere ancak şunları karalayabilmiştim: "Akif'imle buluşmak mahşere mi kaldı?" diyebilmiştim. Öyle mi olmuştu?


13.OCAK.2000


Kağıda basmak için tıklayın.

Rasim Özdenören

 


Ana Sayfa | Gündem | Politika | Ekonomi | Dünya | Kültür | Yazarlar
İnteraktif: Mesaj Formu | ABONE FORMU | İNTERNET TARAMA FORMU | KÜNYE | ARŞİV

Bu sitede yayınlanan tüm materyalin HER HAKKI MAHFUZDUR. Kaynak gösterilmeden çoğaltılamaz.
© ALL RIGHTS RESERVED

Bu sitenin tasarım ve inşası, İNTERNET yayını ve tanıtımı, TALLANDTHIN Web tarafından yapılmaktadır. İçerik ve güncelleme Yeni Şafak Gazetesi İnternet Servisi tarafından gerçekleştirilmektir. Lütfen siteyle ilgili problemleri webmaster@tallandthin.com adresine bildiriniz...