T ü r k i y e ' n i n   B i r i k i m i

Y A Z A R L A R
Hükümet Tüsiad'ı istismar ediyor...

Dün bir gazetenin birinci sayfasında verilen haber bildiğimiz birşeyi tekrarlıyor: Türkiye, 'cumhuriyet tarihinin en büyük yoksullaşmasını' yaşıyor. İşbaşındaki hükümet uyguladığı politikalarla bu durumu kışkırtmanın abidesi sanki. Herşeyden önce ülkede bir siyasi iradenin olmadığının ayan beyan ortada olmasının maliyetinden sorumlu bu hükümet. Hergeçen gün biraz daha 'siyasetsizleşme'yi derinleştirerek, ülkenin ödediği maliyetleri artırıyor bu hükümeti vareden statüko. Ve sonuçta, ancak savaş zamanlarında rastlanabilecek bir yoksullaşma yaşıyor Türkiye...

Hükümetin ve aslında gerisindeki 'siyasi statüko'nun temsil ettiği 'siyasi aklın' dünyanın neresine düştüğü, en açık Kıbrıs konusunda verilen tepkilerden anlaşılabilir. Kıbrıs konusundaki tercihlerden daha çok, konuya yaklaşımın 'dile dökülme biçimi' belli bir 'siyasi mantığı' çıplaklaştırıyor. Ve bu mantığın bu derece yoksullaşan bir Türkiye karşısında hiçbirşey yapamayacağı görülüyor.

Tüsiad Başkanı'nın açıklamalarına karşı, Ecevit ve Bahçeli 'sert tepkiler' (?) verdiler. Tüsiad Başkanı'nın belli bir takvim kaygısı gözeterek söylediklerinin dikkate alınması gerekiyor. Kasım 2002'deki ilerleme raporunu da 'ıskalamamak' için böyle bir takvim kaygısı içinde olması şart. Tüsiad Başkanı'nın söyledikleri içinde kilit ifadelerden biri 'Denktaş'ın görüşmeleri kilitleyen tutumunun' eleştirilmesi. Denktaş'ın nasıl bir politikayı tercih ettiğinden bile önemli bu artık. Çünkü Türkiye'nin adeta Denktaş'a endeksli bir tutum içinde olması, Bahçeli'nin ve temsil ettiği siyasi zihniyetin hala Kıbrıs konusundaki en vurgulu sözünün Denktaş'ın arkasında olmaktan ibaret olması, aslında Türkiye'nin politikasızlık hattına çakılmasından başka birşey değil.

Otuz yıla yaklaşan bir Kıbrıs politikasının başarılı olamadığı çok açık ortadadır. Bunu destekleyen Hükümetin, cumhuriyet tarihinin en büyük yoksullaşmasından sorumlu olduğu da açıktır. O zaman tartışılan konu nedir? Bu konuyu Tüsiad'ı hedefe koyarak tartışmaya çalışmak, olan biteni örtbas etmekten başka ne anlama gelir? Üstelik Denktaş saygın kişiliği ile uyuşması mümkün olmayan polemiklere daha çok sarılıyor bu aşamada. 'Adana ve Kayseri'ye ne kadar para harcandığını soran var mı ki, bu soru Kıbrıs konusunda soruluyor?' diye konuyla ilgisi olmayan bir zemine kaymaya çalışıyor... Bu durumda 'Denktaş bir siyasi lider midir, yoksa bir devletin ta kendisi midir?' sorusu geliyor ortaya.

Bütün bunların üstünde ise adına 'milli dava'ya da 'milli siyaset' denen anlayış var. Bu anlayış, karşılaşılan her sorunu içe kapanarak ve dünyadan kopmaya yönelerek çözmeye çalışıyor. 'Tesbit edilmiş herhangi bir politikanın tartışılmazlığına' yaslanıyor bu zihniyet. Avrupa Birliği ölçülerine göre eleştirilmesi gereken her yönümüz, bu anlayış tarafından anında 'milli değer' gibi takdim ediliyor. Bunun politikleşmesi ise 'milli siyaset' olarak etiketleniyor. Bu siyasi mantığın son temsilcisi mevcut hükümet. Türkiye açısından temel mesele, adı illa aynı kalacaksa, 'milli siyaset' anlayışını tazelemektir. Bunun omurgasına da 'milli siyaset, AB ölçüleri açısından eleştirilemez konuma ve düzeye gelmektir,' mantığı yerleştirilmezse, Türkiye kendi sesini ancak kendisi duyan bir ülke olmaktan kurtulamaz. Hükümetin Tüsiad'a sert çıkması da, bu ülkenin içine düştüğü yoksullaşmayı örtbas etmeye yetmez...


1 Aralık 2001
Cumartesi
 
ÖMER ÇELİK


Künye
Temsilcilikler
ReklamTarifesi
AboneFormu
MesajFormu

Ana Sayfa | Gündem | Politika | Ekonomi | Dünya
Kültür | Spor | Yazarlar | Televizyon | Ramazan | Arşiv
Bilişim
| Aktüel | Dizi | Röportaj | Karikatür
Bu sitede yayınlanan tüm materyalin HER HAKKI MAHFUZDUR. Kaynak gösterilmeden çoğaltılamaz.
© ALL RIGHTS RESERVED