T ü r k i y e ' n i n   B i r i k i m i

Y A Z A R L A R
Bakınız, bu edebiyatcılar nelerle uğraştı! (1)

Bizdeki bu "Cumhuriyet öncesi ve sonrası" edebiyat tartışmaları çok konuşulup, üzerinde çok şeyler yazılacak bir mahiyet arz etti!

O günlerdir, bir taraf yazıyor, bir taraf da sessiz kalıyordu.

Bizde 28 Şubat'tan beri bir sessizlik vardı. Şimdi "uyum yasaları" bahanesi ile, çok şeyler söylenecek. Ve böylece, 28 Şubat öncesi ve sonrası, 11 Eylül öncesi ve sonrası, olduğu gibi, Cumhuriyet öncesi ve sonrası da, bizde bir takım değişim ve başkalaşım örnekleri ile dolup taşmıştır. Bunlardan biri de İsmail Habib (Sevük) olduğu gibi, bir tür "teceddüt-yenilikcilik"te, maarifin desteğini almıştır. İşte onun bu yoldaki "destursuz bağa girme" işlemlerinden bir paşaj: "Çağdaş Devrim Yobazları, İstanbul/1991, sh: 233-237)

"Edremit'te doğdu: 1892. İstanbul Hukuk'u bitirdi. Kastamonu'da başlayan edebiyat öğretmenliği, Galatasaray'da son buldu. Henüz 28 yaşında iken, 1920'de, "İzmir'e Doğru" gazetesinde şöyle yazıyordu:

"Haydi Türk ve İslâm Ordusu, sen evvelce Halid bin Velid'in elinde harekete gelmiş bir ecel, Selahaddin Eyyubî'nin elinde yerinden oynamış bir zelzele, Sultan Selim'in elinde de hiddetinden kükremiş bir arslan gibi giderdin. Şimdi de git; Türk ve İslâm ordusu!.. O esir melikeye doğru, bir kasırga gibi, bir zelzele gibi, Selim'den kalmış bir arslan gibi git. Haydi git Türk ve İslâm ordusu, o güzel beldede dalgalanan mavi ve beyaz renklerin mavisini denizin koynuna, beyazını köpüklü dalgaların sinesinde gömmek için git." (O zamanlar, sh: 14).

Balıkesir'den Kastamonu'ya gidince, orada çıkan "Açık Söz"de baş yazarlık yaptı:

"İslâmiyet'in Hamza'sı gibi Anadolu'nun bu Hamza'sı da gök gürlemesini andıran bir sadâ ile o putlu ve haçlı Krala haykırdı:

"-Hamle et, kâfir!.." (O zamanlar, sh: 61)

İki sene sonra daha başka şeyler yazdı... Ankara'ya geldi ve "Yeni Gün"de Yunus Nadi'nin çömezliğine soyundu ve ilerici mebusların çığırtkanı olarak, meclis müzakerelerini izledi... Sonra da yazdı:

"Onlara nasıl anlatmalı ki, Tanzimat gecelerinin gündüze geçtiği bir devirde, onda gecelerin bakiyye ve gündüzlerden hisse alan alaca bir mahiyet vardı. O devri takdis ediyoruz. Çünkü karanlığı aydınlatan ilk nurları o zaman gördük, o devri tenkit ediyoruz. Çünkü karanlıkları bırakmamak ve alacalı ziyada yaşamamak azmindeyiz."

"..............."

"Bir tarafta dini hurafenin duvarına mıhlayanlar, diğer tarafta dini sırtından çıkarttıkları palto gibi çiviye asanlar: Bunlara nasıl anlatmalı ki, dini mıhlarsak dinden, dini bırakırsak benliğimizden çıkacağız." (O zamanlar, sh: 235).

Bu yazılar, daha sonra renk değiştirdi, yeni bir "yeni" yolda, bir yenicilik akışında, kitaba dönüştü...

1924'te Maarif Vekâleti, "Türk Teceddüt Edebiyatı"nı bastı. Bunun yazarı da, yukarıdaki satırların sahibi: İsmail Habib!..

İsmail Habib, geçmiş dönemin "Dört Kuvvet"inden bahs eder: Saray, Ordu, Medrese ve Enderun!.. Edebiyatta, Bakî, Nedim ve Yahya'nın "Türk" düşmanlığından deliller getirdikten sonra, "Devlette dinsizlik" başlığında, konuyu şöyle irdeler:

"Devletin bu dört kuvveti milliyete düşmandı. Anladık. Bari dindar mıydılar? Selçuk Türk'ünü imparatorluk yapan bu altı asırlık saltanatın din karşısındaki manzarası da çok ibretlidir:

"Bir defa şüphesiz ki altı asrı döndüren yegâne siyaset mihveri dindi. Dinin oynadığı yegâne feyizli rol de çok kudretli bir temsil cihazı olmasıydı. Müslüman olan herkes münferiden bizim camiamız içinde eriyordu..."

"Devletin dört kuvveti milliyetsizdi, fakat dindar hiç değildi: Dördünün elinde de din bir riya ve riya bir din olmuştu. Dindar görüneceksin, fakat dini batırarak. Din namına her şenaeti yapacaksın, fakat dindar görünerek!" (Türk teceddüt Edebiyatı, Matbaa-i Amire/1340, sh: 599-601).

İsmail Habib, yavaş yavaş zehir kusmanın baharatlı günlerinin geldiği uyanıklığı içinde, "yenici" kahramanların postuna bürünüyordu. "Bozkurt" kültürü ile yeni bir dönemin fikir ve edebiyatta habercisi oluyordu...

"Kara kuvvet"in yerine, kanun hakim olmuştu ya, aydınlığa kavuşmanın heyecanını nutukları ile 28 Ağustos 1928'de Adana'da Maarif Emini sıfatıyla, şöyle teskin ediyor, tatmin yollarını buluyordu:

"...Kara hürriyet yok, kendi bencilliğini milletin bedbahtlığında arayan hürriyet yok. Şimdiye kadar felâketleri yenmek için harpler yaptık. Şimdi de saadet harbini yapmaktayız." (T. Toros Türk Hatibleri, sh: 152-153).


4 Ocak 2001
Cuma
 
SADIK ALBAYRAK


Künye
Temsilcilikler
ReklamTarifesi
AboneFormu
MesajFormu

Ana Sayfa | Gündem | Politika | Ekonomi | Dünya
Kültür | Spor | Yazarlar | Televizyon | Hayat | Arşiv
Bilişim
| Aktüel | Dizi | Röportaj | Karikatür
Bu sitede yayınlanan tüm materyalin HER HAKKI MAHFUZDUR. Kaynak gösterilmeden çoğaltılamaz.
© ALL RIGHTS RESERVED