AYDINLIK TÜRKİYE'NİN HABERCİSİ

Y A Z A R L A R
Selefî Anakronizm: "Çadırda Evcilik Oynamak" ya da... (1)

...Mecrâ'sızlık'ın / "Evsizlik"in İnsanlara Nasıl Bunaltıcı "Romantizm"ler, Macera'lar, Savrulmalar, Paradokslar ve "Parodi"ler Yaşattığına Dâir...

Son iki asırdır iliklerimize kadar yaşadığımız medeniyet buhranının yol açtığı savrulmalara, sarsıntılara, yıkıcı sorunlara cevap bulmak, cevap vermek ve bunları aşmak amacıyla geliştirdiğimiz ortak "dil" ve "tavır"ları, selefî anakronizm olarak adlandırıyorum.

Burada henüz fark etmekte bile bir hayli zorlandığımız yakıcı nokta şurası: Selefî anakronizm, bunalım zamanlarının nevzuhûr (yani "modern"!) çocuğu ve zorunlu ilk tepki biçimidir. Zamanını şaşıran, tarih ve zaman duygusunu kaybeden bütün selefî anakronizm biçimleri, yenilgi psikolojilerini kışkırtmakla / hortlatmakla ve hâkim kültürü, farkında olmaksızın tersinden yeniden üretmekle ve meşrûlaştırmakla sonuçlanır.

Medeniyet buhranı sürecinde zuhûr eden, savunma ya da yenilgi psikolojileri üzerine bina edilen ve kendilerine özgü "altın çağa", "köklere", "öz'e" dönüş çağrıları yapan, Meşrûtiyet'ten bu yana geliştirdiğimiz, İslâmcı, Türkçü ve Batıcı / Seküler söylemlerin tümüne damgasını vuran "dil"in, savunma ve savrulma mekanizmasının ortak adı selefî anakronizmdir. İster Batı'ya Göre, isterse Batı'ya Karşı "diller" ve tavırlar geliştirme kaygısı içinde olsunlar, bu söylemlerin hepsinin ortak paydaları, aksiyoner (Özne) değil, reaksiyoner (Nesne) olmaları, özgüven duygusu ile değil, yenilgi psikolojisi ile hareket ediyor olmalarıdır. Ortak kaderleri ise, hâkim kültürün küresel ölçekte hem bilinç (dış) dünyamıza, hem de bilinçaltı (iç) dünyamıza nüfûz, sirayet ve hükmettiği bir vasatta -yani hâkim kültürün BELİRLEDİĞİ bir alanda- konuşuyor ve konumlanıyor oldukları için hâkim kültüre karşı çıktıkları zamanlarda bile hâkim kültürü burada ve tersinden meşrûlaştırmaktan başka bir şey yapamamalarıdır.

Bu yazıda, Mustafa İslamoğlu ile giriştiğimiz, ilk karesi sevimsiz bir iletişim sorunu şeklinde tezahür eden tartışmanın görünmeyen nedenini oluşturan -ve benimle ilgili yazdığı üç yazıya damgasını vuran- selefî anakronizmin "İslâmcı" versiyonunu masaya yatıracağım. Ve selefî anakronizmin, medeniyet buhranı sürecinde yaşadığımız en temel varoluşsal sorunlarımıza cevap üretmek ve bunları aşmamıza katkıda bulunmak yerine, bu sorunları daha da katmerleştirmekten, karmaşıklaştırmaktan ve içinden çıkılmaz hâle getirmekten, üstüne üstlük -bizden öncekileri yok saymak gibi- kişilik sorunları üretmekten başka bir şey yapamadığını göstermeye ve selefî anakronizm sorununu nasıl aşabileceğimize ilişkin bir şeyler söylemeye çalışacağım.

Bugün ABD'nin gönüllü kolonisi rolüne soyunmakla tarihimizde bir benzeri olmayan talihsiz bir maceraya girişerek, Moğolların çağdaş rolünü oynayan ABD'nin yanında, hatta yanıbaşında yer alarak "hazır ol!" vaziyetine geçiyor oluşumuzun da, pergelimizi şaşırmamıza, yönümüzü ve özgüvenimizi yitirmemize yol açan medeniyet buhranının ürünü olduğunu söylediğim bu selefî anakronizm illetiyle kaçınılmaz olarak ilişkisi olduğuna dikkatinizi çekmek isterim. Ancak konuya doğrudan giriş yapmadan önce dikkat çekmem gereken birkaç "küçük" mesele daha var.

Birinci mesele: Primitif yöntemlerle bir kez daha üzerine gidilen, yeni düşünür tipinin en ilginç temsilcilerinden Alev Erkilet Başer'le ilgili bir şeyler yazacağım ama bir türlü fırsat bulamıyorum; ilk fırsatta dişe dokunur bir şeyler yazacağım.

İkinci mesele: "Çadırda evcilik oynamak" tanımlamasını, Bilgi Üniversitesi'nde yüksek lisans tezi yaptırdığım öğrenci arkadaşlarımdan, gerçekten birinci sınıf bir çalışma çıkaran Aslı Yazır'ın "1990'lar Türkiye Sinemasında Evsizlik: Çadırda Evcilik Oynamak" başlıklı tezinden ödünç aldığımı belirtmek istiyorum.

Üçüncü mesele: Sevgili Mustafa İslamoğlu'na -özür dileyerek- şu soruyu yöneltmek istiyorum: Anlamadığımız, dahası, anlamadığımızı da anlamadığımız bazı meseleler hakkında ille de yazmak zorunda mıyız? Bu soru, sadece İslamoğlu için değil, yazan çizen herkes için, en başta, tabii ki benim için de geçerli.

İslamoğlu, selefî anakronizm dediğim zihniyetin temsilcisi ve "kurban"ı olan bir arkadaşımız. Yazıyı İslamoğlu etrafında kurgulayışımın nedeni burada gizli. Amacım onu yargılamak ve üstünü çizmek değil. Allah rızası için kendi çapında önemli çalışmalar yapan bir yazar kardeşim için böyle bir şeyi yapamam. Pazartesi günkü yazıda yapmaya çalıştığım şey, bu selefî anakronizmin İslamoğlu'nu sürüklediği ve devâsâ İslâm düşünce geleneğinin son halkasının temsilcileri hakîkat erlerini "tırpanlama" girişiminin kendisini kaçınılmaz olarak vardırdığı "acıklı" durumu "ifşâ etmek" ve bu durumun adını koymaktı. Bir savunma ve karşı-saldırıda bulunmak, hele de kavgaya tutuşmak değildi. Kavga benim işim değil ve olamaz da.

Şimdi konuya giriş yapabiliriz artık...

Selefîlik fenomeni, sadece müslüman toplumlarda ve İslâm medeniyet tarihinde ortaya çıkan bir durum değildir. Bütün toplumlarda, medeniyetlerde gözlenebilen ve yaşanabilen bir durumdur selefîlik.

Bütün selefîlikler, medeniyetlerin büyük bunalım dönemlerinde ortaya çıkarlar. Ve reaksiyoner hareketler, davranışlar, söylemler ve diller üretirler. Eğer bunalım yaşayan medeniyetin anlam haritaları ve anlam dünyası, o medeniyete ait toplumlarda hâkim olan dünya tasavvurunun ürünü olma KONUMunu koruyorsa, bu durumda ortaya çıkan selefîlik, bir ihya ve ıslah hareketi şeklini alır. Ve her şeye rağmen bir süreliğine de olsa sağlıklı sonuçlar üretir: O medeniyeti bunalıma sürükleyen paradigma kırılmasını tamir eder. Kıblesini buldurtur insanlara. Ancak selefîliğin gördüğü iş, orada biter, bitmek zorundadır. Çünkü selefîlik, zaman ve mekân duygusundan yoksun olduğu için, doğası gereği, hiçbir zaman bütün zamanları seferber edebilecek bir inşâ hareketi olamaz ve üretemez. Eğer iş orada bitmez de, selefîlik, medeniyetin dünya tasavvurunun ürettiği vasatın merkezine oturmaya kalkışırsa bu kez içinden çıkılması ve başedilmesi son derece zor marazî durumlar, marazî zihin kalıpları, marazî davranış biçimleri ve hastalıklı vasıtalar üretir.

Çarşamba günü, hem İslâm tarihinde, hem de Batı tarihinde yaşanan selefîliklerin izini sürerek, medeniyet buhranı sürecine handiyse tek başına damgasını vuran selefî anakronizmlerin bizi, sonuçta İslâm'ı protestanlaştırma projelerine zemin hazırlayacak, en uç ve "kaçık" örneğini Yaşar Nuri Öztürkvarî "Kur'ân İslâm'ı"nın oluşturduğu nasıl sığ ve tehlikeli projeler üretmeye kışkırttığına, yani başlangıçta sorunsuzmuş ("öz'e dönüş") gibi görünen ama zamanla nasıl içinden çıkılması son derece zor (özü dönüştürücü) "çıkmaz sokaklar"a sürüklediğine ve bu açmazları nasıl aşabileceğimize dair dişe dokunur bir şeyler söylemeye çalışacağım...


13 Ekim 2003
Pazartesi
 
YUSUF KAPLAN


Künye
Temsilcilikler
Abone Formu
Mesaj Formu

Ana Sayfa | Gündem | Politika | Ekonomi | Dünya
Kültür | Spor | Yazarlar | Televizyon | Hayat | Arşiv
Bilişim
| Dizi | Karikatür | Çocuk
Bu sitede yayınlanan tüm materyalin HER HAKKI MAHFUZDUR. Kaynak gösterilmeden çoğaltılamaz.
© ALL RIGHTS RESERVED