AYDINLIK TÜRKİYE'NİN HABERCİSİ
Albaraka Türk

K R O N İ K  M E D Y A
'Vahşete tanıklık eden asker' haberi şimdi daha anlamlı

PSİKOLOJİK SAVAŞ HİKAYELERİ – 2
HAYATA DÖNÜŞ OPERASYONU'NDA MAHKÛMLARIN
KENDİ KENDİLERİNİ YAKMASI MESELESİ…

Son yıllarda gazetelerde "haber" diye okuduğumuz pekçok şeyin "psikolojik savaş"ın bir uzantısı olarak düzenlenmiş kurmaca metinler olması ihtimali gazetecileri hiç ilgilendirmemiş görünüyor. Dün, "kışkırtıcı" olması umuduyla başlattığımız "Psikolojik savaş uzantısı izlenimi veren haberler" dizimizin bugünkü bölümünde "Hayata Dönüş Operasyonu"ndan birkaç enstantane var…

Bugün de kamuoyunu psikolojik açıdan hazırlamaksızın (yani medyasız) yürütülemeyecek bir olay-haberle karşınızdayız… Bugünkü bölümün konusu, 2000 yılının son günlerine rastlayan Hayata Dönüş Operasyonu…

Önce meseleyi kısaca bir hatırlatalım: Tutuklu ve mahkûmların büyük koğuşlarda tutulduğu sistemden, oda-hücre esasına dayanan F tipi cezaevi sistemine geçiş öncesi cezaevlerinde büyük bir direniş başlamıştı. Açlık grevlerinin ölüm oruçlarına dönüşmesiyle birlikte cezaevlerinden çok sayıda ölüm haberleri gelmeye başlamıştı.

Hükümet, 2000 yılının Aralık ayı sonunda cezaevlerini bir operasyonla boşaltma kararı aldı.

OPERASYON BAŞLIYOR

Operasyon kuşkulu (en azından gazetecilerin dikkatli bir dille, "iddia" rezerviyle vermeleri gereken) bir "ses bantı"yla başladı. İddiaya göre bu ses bantı, Bayrampaşa ve Bartın cezaevlerinde bulunan iki mahkûm arasındaki cep telefonu görüşmesinin kaydıydı. Görüşmede "operasyon başlarsa aranızdan bir kişi kendini yaksın" talimatı veren kişi örgütte şef, hattın öbür ucundaki kişi de talimat alan örgüt elemanıydı. Bant, bakanlıkça verilmişti medyaya. Onlar da hemen yayımlamıştı. Bu bantın doğruluğundan şüphelenen, bunu "çek etme" gereği duyan olmamıştı. Gazeteciliğin, eline geçen malzemenin çarpıcılığına pabuç bırakmama, doğruluğundan emin olmak için çırpınma mesleği olduğunu hatırlayan çıkmamıştı.

Gazeteler sonraki günlerde kendilerine verilen bilgiler doğrultusunda "altı kadının kendilerini yaktığını"; "mahkûmların içerden Kalaşnikoflar'la ateş açtığını", "Ümraniye ve Çanakkale cezaevlerindeki kuşatmada ölen jandarmaların mahkûm kurşunlarıyla öldüğü" yönünde bir dizi haberi "kesin" bir dille duyurdular okurlarına... Bunların hiçbiri sonraki Adli Tıp raporlarında doğrulanmadı... Raporlara göre içerden ateş açılmamıştı, jandarmalar da başka jandarmaların silahlarından çıkan kurşunlarla ölmüştü. Keza, altı kadın kendilerini yakmamış, dışardan atılan bombaların yol açtığı yangın sırasında koğuşta sıkışıp yanmışlardı... Ne var ki, Aralık 2000'de on gün boyunca olayları propaganda diliyle manşetten izleyen gazeteler, birkaç istisna dışında Adli Tıp raporlarının hiçbirine yer vermedi. Hakkını yemeyelim, bu istisnalar arasında operasyon sırasında "çıldıran" Milliyet de vardı...

'VAHŞETE TANIK OLAN ASKER'

Biz bugün burada kurumu ilgilendirmediği için Adli Tıp raporlarının yalanlamadığı, ama dönüp baktığımızda "psikolojik savaş"ın bir parçası olduğu neredeyse kesin bir örnek üzerinde durmak istiyoruz...

Aralarında Radikal ve Yeni Binyıl'ın da bulunduğu bazı gazeteler 20 Aralık'ta "cezaevi operasyonları sırasında kendi kendilerini yakan" tutuklu ve mahkûmlarla ilgili soru işaretlerine dikkat çekmeye başlamıştı. Aynı gün televizyonlar, Türkiye Barolar Birliği'nin bu kuşkularla ilgili olarak Adalet Bakanlığı'na başvurduğunu ve daha geniş açıklama istediğini duyurdu.

İşte tam böyle bir günde iki büyük gazetemiz "çok özel" bir haberle çıktı. Hürriyet'e göre, Bayrampaşa operasyonuna katılan bir asker Hürriyet'e konuşmuş ve içerdekilerin kendi kendilerini yaktığını gözleriyle gördüğünü açıklamıştı.

Aynı tarihli (21 Aralık) Sabah'ta da şu haberi okuduk: "VAHŞETİ TANIK ASKER ANLATTI: Örgütçüler tiner döktü, ateşe verdi."

İki haberi ayrıntısıyla okuyunca, iki gazetenin askerinin aynı asker olduğu açık bir biçimde çıkıyordu ortaya. Bu tuhaf durumla ilgili sorulara geçmeden önce, "asker"in iki gazetedeki ifadelerini aktaralım…

Hürriyet:

"C Blok'a girip, teslim olmaları için anons yaptık. PKK'lılar teslim oldu. Diğerleri direndi. Operasyon başladı. Teröristlerin bulunduğu bölümde bombalar patlıyor, otomatik silah ve tabancalarla ateş ediliyordu.

"Örgüt liderleri, bize saldırmaları için militanlara talimat yağdırıyorlardı. Bizi en çok dehşete düşüren, örgüt liderlerinin, militanların üzerine benzin dökerek bizzat kibriti çakmasıydı.

"Alev alev yanan militanlara uzaktık, müdahale edemedik. DHKP-C'nin Cezaevi Askeri Kanat Sorumlusu Ercan Kartal ve siyasi kanat sorumlusu Şükrü Özpolat'ı bir koğuşta kıstırdık, hemen ellerini kaldırıp teslim oldular."

Sabah:

"Önce C Blok'una girip 'Teslim ol' çağrısı yaptık. PKK'lılar gelip teslim oldu. Diğerleri ise direndi. Otomatik silah ve tabancalarla ateş açtılar.

"Örgüt liderleri sürekli talimat veriyordu. Bir ara dehşetten donup kaldık. Örgüt elebaşıları, militanların üzerine tiner döküp kibrit çakıyordu. Alev alev yanan militanları üzerimize gönderiyorlardı. Sonunda DHKP-C'nin liderleri Ercan Kartal ile Şadi Özpolat'ı bir koğuşta sıkıştırdık. Hemen teslim oldular."

Notlar, sorular: Hürriyet ve Sabah gazetesi muhabirleri, haberlerinin kaynağı olarak gösterdikleri askerle birlikte mi görüşmüştü? Gazetecilik pratiğinde bunun çok küçük bir ihtimal olduğunu herkes bilir. Hem zaten Sabah'ın haberinde Hürriyet'te gördüğümüz "bize konuştu" gibi bir kayda rastlamıyorduk. Belli ki "konuşma" falan yoktu, "iletme" vardı... Her iki gazete de "asker"i değil ama, "askerin ilettiği metni" görmüş, metni küçük değişikliklerle yayımlamıştı.

Biz Hürriyet'çilerin ve Sabah'çıların yerinde olsak o günlere geri döneriz, bu haberin hangi kanallardan nasıl iletildiğine, kimlerin aracılık ettiğine bakarız... Psikolojik savaşın bundan sonraki aşamalarına karşı "aşı" niyetine... (A.G.)


'Aferin sana kız' başlığı 'sınıfsal' bir refleksin eseri olmasın?

Bizim gözümüzden kaçmış; bir Hürriyet okurunun gazetesinin "Okur Temsilcisi" köşesine gönderdiği bir mektup vasıtasıyla haberimiz oldu...

Meğerse Hürriyet, Süreyya Ayhan'ın başarısını (yine önde bitirdiği son koşusu olsa gerek) "Aferin sana kız" başlığıyla duyurmuş.

İşte okurun eleştirdiği başlık da bu zaten. Hürriyet okuru, başlığı "çok argo bulduğunu" belirttikten sonra şöyle devam ediyor:

"Bu başlığa iki itirazım var: Birincisi, 'kız' sözcüğünde ayrımcılık olduğunu düşünüyorum. Yani aslında bu kız başaramaz ama nasıl olduysa başardı denmek isteniyor. İkincisi eğer Süreyya Ayhan erkek olsa, 'Aferin sana lan' mı denilecekti?"

Görüyorsunuz, gayet yerinde bir eleştiri. "Aferin sana kız" başlığı da nereden çıktı?

Mektubu okuyan Okur Temsilcisi hemen bu başlığı atan spor editörü Mehmet Arslan'ı bulmuş ve eleştiriyi doğrudan müellife yöneltmiş.

Arslan, Süreyya'yı nasıl yakından izlediğini anlattıktan sonra "başlık" meselesine gelerek şöyle bir açıklama yapıyor:

"Bu yarışı izleyen herkesin içinden Süreyya'ya, 'Aferin sana be!... Bravo sana!' demek geçtiğine emenim. Bu ifadeler, Süreyya'yı ve onun başarısını küçümsemek değil, tam aksine taçlandırmak için kullanıldı. Ama okurlarımızın bu konuda gösterdiği hassasiyet bizi de çok sevindirdi."

Editörün açıklamasının problemli bir açıklama olduğu muhakkak...

Bir kere, başlık meselesi madem ki okurun anladığı gibi değil (yani okur meseleyi tamamen tersinden anlamış), o zaman okurların bu "hassasiyeti"ne teşekkür niye?!

Başlığı tamamen yanlış anladılar diye mi?!

Bundan da önemli olarak, açıklamanın, açıklamaya çalıştığı "ifadeler" ile "başlığın" ilişkisini iyi açıklayamadığı da ortada...

Siz söyleyin; "Aferin sana be!... Bravo sana" ifadeleriyle, "Aferin sana kız" başlığı aynı şey mi?

Olur mu öyle şey... İlk ifadelerin tabii ki Süreyya'yı "taçlandırmak", başlık olarak seçilen ifadenin ise tabii ki Süreyya'yı "küçümsemek" için kullanıldığı apaçık değil mi?

Hürriyet okurunun haklı olarak belirttiği gibi, "Aferin sana..." diye başlayan ifadeler gündelik hayatta her zaman "...aslında başaramaz ama nasıl olduysa başardı" anlamında kullanılmıyor mu?

Aslında olabilir; belki gerçekten de spor editörü söz konusu başlığı gerçek anlamında kullanmadı... Belki de amacı gerçekten de Süreyya'yı "taçlandırmak"tı, olabilir...

Ama bize sorarsanız, durum böyle bile olsa bu başlık "masum" bir başlık değil...

"Aferin sana kız" başlığı, tabii ki, basının Süreyya'nın içinden çıktığı ve bırakacak gibi de görünmediği "sosyal sınıfı"nı ister istemez hatırlamasından kaynaklanıyor.

"Aferin sana kız" başlığı da, basının koşucuya bu "bir türlü ısınamaması"ndan dolayı ağzından kaçırdığı bir nevi "dil sürçmesi" değil mi? (K.B.)


Bir 'pazarlama kategorisi' olarak 'solcu' gazete…

Hürriyet'in reklam-iletişim yazarı Ali Atıf Bir, Sabah Gazetesi Genel Yayın Yönetmeni Ergun Babahan'ı eleştirdiği "Reklamveren Robin Hood mu?" başlıklı yazısının bir yerinde şöyle diyor:

"Babahan diyor ki 'Bir kişinin elinde hem sağcı, hem solcu, hem liberal yayın organları bulunması demokrasi için bir tehdittir.' Oysa biz bunlara pazarlamada 'kategori' adını veriyoruz."

Atıf Hoca, "Kategori" meselesini, basın dışı ticaret âleminden verdiği birkaç örnekle şöyle açıyor:

"Bir yayın grubunun liberal bir ekonomide bir sektörün her alt kategorisinde yer alması kadar doğal bir şey yok. Şimdi Arçelik dayanıklı tüketim malları sektöründe hem televizyon, hem buzdolabı, hem çamaşır makinesi, hem mutfak, hem klima kategorisinde yer alıyor hem de çoğunda liderlik yapıyor diye Arçelik'e hatta Koç Grubu'na 'kötü adam' mı diyeceğiz?"

Ne münasebet, tabii ki demeyeceğiz, hiç öyle şey olur mu? Atıf Hoca haklı… "Liberal bir ekonomide" gazete ile çamaşır makinesi arasında hiçbir fark yoktur!

Öte yandan, bize sorarsanız, Ergun Babahan'ın baştan beri tutturduğu iddialı dil artık kendisi için "tehlikeli" olmaya başladı. Gelecek için taahhüt niteliği taşıyan bazı saptamaları yakında onu mahçup edebilir… Ne bilelim, mesela bir süre sonra kendisini, sahip olduğu sağcı, solcu, liberal gazeteler nedeniyle "demokrasi için bir tehdit" konumuna gelen bir patronun gazetelerinden birinin genel yayın yönetmeni olarak bulabilir… Bizden hatırlatması…(A.G.)


Beynin 'sağ yarım küresi'yle Atatürkçülük…

Hürriyet'ten Yalçın Bayer'in "Yeter Söz Milletin" köşesinde (21 Eylül) ilginç bir eğitim projesiyle karşılaştık, sizinle paylaşmak istiyoruz…

Milli Eğitim Bakanlığı'nın yeni Talim Terbiye Kurulu Başkanı Doç. Ziya Selçuk, "Yeter Söz Milletin" köşesinde yer alan "Yıllık ders programlarında Atatürkçülük kaldırıldı" (19 Eylül) yazısı üzerine Yalçın Bayer'i aramış. Selçuk, "Biz Atatürkçülük politikalarını yeni konsept geliştirmek için MGK ile çalışırken bu yazıya üzüldüm" demiş…

Bunun üzerine "Atatürkçülük politikalarını yeni konsept geliştirmek için" yürütülen çalışma üzerine Selçuk'la Bayer arasında küçük bir bilgi alışverişi gerçekleşmiş… Yeni Talim Terbiye Kurulu Başkanı'nın sizin de bilmenizi istediğimiz sözleri, bu tartışmanın son bölümüne denk geliyor. Şöyle:

"Atatürk'le ilgili olarak halihazırda, zihinsel ve bilişsel (kognitiv) yaklaşım var. Biz ise bunu duygusal bir tona çekmek istiyoruz... Biliyorsunuz birini sevmek duyguyla ilgilidir. Biz öğrenciye kuru bilgi veriyoruz, sevdirme noktasını es geçiyoruz. Yani Atatürk, Türkiye'nin geleceği ile ilgili neyi hayal etti, düşündü veya kaygılandı... Yani kuru bilgilerle Atatürk bu tarihte şunu, bu tarihte bunu yaptıdan öte bir şey bu... Yeni Atatürkçülük politikalarının ana eksenini bunlar oluşturacak. Biliyorsunuz, beynimizin sol yarım küresi bilgi, sağ yarım küresi ise daha çok duygu yüklüdür."

Bu sözler üzerine Hürriyet yazarı, başkanı "Tartışma çıkar bundan" diye uyarıyor…

Biz, Atatürkçülük eğitiminde "beynin sağ yarım küresi"ni işin içine sokmanın neden "tartışma çıkaracağını" hiç anlayamadık… Bayer'in "Tartışma çıkar bundan" cümlesinin "Haberiniz olsun, bunu mesele yaparız" anlamında kullanıldığına da emin olduğumuz için, yeni yaklaşımın doğuracağı "sorunlar" konusunda Hürriyet yazarının söyleyecekleri olduğu sonucunu çıkarıyoruz.

Umarız bunları açıklar, biz de bilgileniriz… (A.G.)


24 Eylül 2003
Çarşamba
 
YÖNETENLER: Kürşat Bumin
Alper Görmüş


Künye
Temsilcilikler
Abone Formu
Mesaj Formu

Ana Sayfa | Gündem | Politika | Ekonomi | Dünya
Kültür | Spor | Yazarlar | Televizyon | Hayat | Arşiv
Bilişim
| Dizi | Karikatür | Çocuk
Bu sitede yayınlanan tüm materyalin HER HAKKI MAHFUZDUR. Kaynak gösterilmeden çoğaltılamaz.
© ALL RIGHTS RESERVED