AYDINLIK TÜRKİYE'NİN HABERCİSİ
Albaraka Türk

Y A Z A R L A R
Üstadımız Bediüzzaman'dan, vicdanımız İsmet Özel'e
bir "Aşk Ateşi" "masal"ı (2)

Üstad Bediüzzaman'ı, Meşrutiyet ve Cumhuriyet dönemi İslâmî düşünce "geleneği"nin diğer düşünürlerden ayıran, farklı kılan en temel özelliği nedir? Rönesans ve Reformasyon'dan sonra, önce Batı Avrupa toplumlarına, sonra da bütün kürre-i arza sirâyet eden dünyanın en temel, yakıcı ve yıkıcı sorunlarının kökeninde paganizmin, dolayısıyla paganizmden neşet eden sekülarizmin yattığını gören bir mütefekkir ve âlim olması; o yüzden bütün düşüncesini, imân meselesi etrafında odaklayarak kurmasıdır.

Başka bir deyişle, Bediüzzaman'ın çağının ruhunu çok iyi kavramış olması ve pagan Batılıların doymak bilmez iştihalarının ve sınır tanımaz azmanlıklarının ürünü olan sömürünün, haksızlıkların, hukuksuzlukların, insana, tabiâta ve Yaratıcı'ya karşı işlenen cinayetlerin üstesinden kalıcı şekillerde nasıl gelinebileceğinin sırlarının İslâm'ın imân, vicdan ve hakîkat tasavvurunda gizli olduğunu görmüş olması ve bütün mesâisini, gece gündüz demeden, tüm zorluklara göğüs gererek imân hakîkatlerini tasvir, tarif, tahlil ve teklif etmeye teksif etmesidir.

İliklerimize kadar sirayet eden özgüvensizlik sorunu ve yenilgi psikolojisi, Müslüman toplumların bütün kesimlerini ve bireylerini oraya buraya savuran şüphe bataklığına garketmiştir. Bu şüphe illetinden İslâm'la ilişkileri en muhkem olan kesimler de nasiplerini almıştır. Bediüzzaman'ın iman hakîkatleri üzerinde yoğunlaşmasının nedenleri burada gizli işte. Bu şüphe meselesi konusunda Sezai Karakoç'un ve Nurettin Topçu'nun da çarpıcı ve sarsıcı tespitleri var. Bu meseleyi ilerde bahis mevzuu edeceğim.

İsmet Özel'in hakîkatle kurduğu ilişkinin muhkemliğine şahit olan biri olduğum için, İsmet Özel'in tavırları, üslûbu âilemle, çocuklarımla ilişkilerimi etkileyecek kadar derinden üzdü beni: Onların hakları geçti bana.

Usûl meselesiyle asıl meselesinin birbirinden ayrılamayacağının bilincindeyim; bunu daha önce de yazmıştım. Ancak İsmet Özel ne kadar tedirgin edici bir üslup kullanırsa kullansın ben "konuşan'a değil", Konuşturan'a ve konuşulan'a, yani zarfa değil, mazrufa bakmalıyım diye düşündüm hep.

Ben, İsmet Özel'den çokça istifade ettim. Allah ondan râzı olsun. Ama bütün zamanların çocuğu olabilecek ve bütün zamanları çocuğu kılabilecek kadar geniş ve derûnî sahanlıklara, okyanuslara ve zamanlara açılabilen ve hakîkatin gücünü tespit ve ispat etmek için bütün zamanları seferber edebilen tek mütefekkir olarak gördüğüm için üstad Sezai Karakoç'a kendimi daha yakın hisseden ve onu üstadım olarak gören biriyim. Ancak bu durum, benim İsmet Özel'e "sahiplenme" çabamı aslâ engellemedi. Aksine İsmet Özel'i üstadı olarak gören bir kardeşimden daha fazla İsmet Özel'i önemsemeye ve sahiplenmeye icbar etti.

Dikkat ederseniz, burada -çok özür dileyerek- çok esaslı bir şey söylemeye çalışıyorum: Bu ülkede bir şeyler söyleyecek ve yapacaksak, bunu, gettolarımıza hapsolduğumuz sürece, aslâ başaramayacağımızı ve beceremeyeceğimizi düşünüyorum. Yapılması gereken ama nedense bugüne kadar yapılmayan şey, önce hakîkat sarayı'na su taşıyan, taş taşıyan, harç taşıyan ve karan son dönemin İslâmî düşünce geleneğinin düşünürlerine de, ardından 150 yıllık ve nihâyet 1400 yıllık birikime de egolarımızı, meşreplerimizi, hiziplerimizi aşabilme iradesi göstererek sahip çıkabilmek, o muhteşem sarayın bahçesine bir ağaç dikebilmek, o bahçedeki gülleri herkesin koklayabilmesine zemin hazırlayabilecek koridorlar açabilmek, böylesi bir tevazuya, alçakgönüllülüğe, kadirşinaslığa, hakbilirliğe, zora talip olmaya kendimizi hazır hale getirebilmek. Asıl yakıcı meselemiz bu.

Eğer biz bütün müminler olarak önce kendi aramızda hakîkat sohbetini canlı tutabilir ve ardından da bütün İslâm diyarlarındaki ve tarihindeki hakîkat sohbetleriyle irtibat ve temas kurabilirsek, işte ancak o zaman, sadece bu ülkede değil, bütün dünyada hakîkat aşkının ateşini daha muhkem ve sarsılmaz bir şekilde yakabiliriz. Hakîkati, gettolarımıza, kliklerimize, hiziplerimize, üstadlarımıza kilitlediğimiz sürece üzerimizdeki atalet zincirini aslâ atamaz, Allah'ın rahmet, yardım ve inâyetine aslâ mazhar olamaz; dolayısıyla müşterek ve muhteşem bir hakîkat şarkısı besteleyemeyiz.

Ben İsmet Özel özelinden ve üzerinden Allah'ın rahmet sıfatının tecellî etmesine imkân tanıyabilecek bir yer / mekân / koridor açabilmek gibi esaslı bir şey yapmaya çalışıyorum. Kimim ki ben böylesine esaslı bir şeye soyunuyorum? Mümin olduğunun şuuruna ve farkına varmış, bütün müminlerin dertlerini dert edinmek gibi bir ahlâkı, bir hassasiyeti veya sevgili Dücane Cündioğlu kardeşimin o enfes tahliliyle önerdiği hakîkate sahip çıkabilme husûsiyetini hatırlatmaya çaba gösteren âciz, sıradan, basit bir insanım. Bütün samimiyetimle, saflığımla ve açıkyürekliliğimle söylüyorum bunu.

İsmet Özel'deki o aşk ateşinin derinliğini, sarsıcılığını görmüş biriyim ben. İsmet Özel'deki bu hakîkat aşkı ateşini Hz. Ömer tavrına benzetirim hep. Bu tavır, İsmet Özel'de, onun "hareketlerine", üslubuna özen göstermesini engelleyecek kadar yakıcı bir şekilde tezahür ediyor. Dediğim gibi sıradan bir müslüman olarak onun "patavatsız" üslûbu beni de fena halde üzdü. Ama onun HAKÎKATLE KURDUĞUMUZ İLİŞKİNİN DOLAYSIZ DEĞİL, DOLAYLI BİR İLİŞKİ olduğundan ısrarla sözetmesi ve buna isyân etmesi, bizim onu yok saymamıza değil, ona kulak kabartmamıza yetebilmeliydi.

Sezai Karakoç, Cemel ve Sıffîn vakalarını tahlil ederken son derece enfes bir şey söyler. Der ki üstad: Bu hâdiseler, hakîkatle yüzleşen sahabenin hakîkate vâsıl olma aşkının ve hakÎkati kaybetme "korku"sunun verdiği bir ateşin ürünüdür. İşte İsmet Özel de hakkı tutup kaldıran bir milletin çocuklarının hakîkatle kurdukları ilişkinin dolaysız değil, dolaylı bir ilişki olmasına isyan etmiştir. Bu, muhteşem bir isyandır. İsmet Özel, kendisini yıpratacağını bile bile bu isyana soyunmaktan çekinmemiştir.

İsmet Özel'deki iman ve vicdanın sarsıcılığı, muhkemliği, sukatılmamışlığı onda aslında asâlet olarak vücut bulan şeyi kibir şeklinde tezahür ettirmiştir. İsmet Özel, aslında egosunu bu kadar öne çıkarmakla, aynı zamanda, nefsini ayaklar altına alma iradesi de göstermiş olmaktadır.

İsmet Özel'in yaptığı ve onu "kurtaracak" şeyi Bediüzzaman'ın şu tespitiyle açıklayabiliriz: "Kahramancasına bir metanet ve kuvvet-i iman ve dikkat-i nazar lazımdır ki, kendisini [kişiyi, mümini] kurtarsın."

Öte yandan, bundan sonra İsmet Özel'in yapması gereken şeyi, haddimi aşarak ama bir kardeşi olarak yine Bediüzzaman'ı konuşturarak hatırlatayım: "Sende, senin nefsine olan şedid muhabbetin O'nun [Allah'ın] Zâtına karşı muhabbet-i zâtiyedir ki, sen sû-i istimal edip zâtına sarfediyorsun. Öyle ise, nefsindeki ene'yi [ben'i] yırt, hüve'yi [O'nu, yani Allahu Azimüşşânı] göster."

Pazartesi günü de devam ediyoruz bu "aşk ateşi" "masal"ına...


24 Eylül 2003
Çarşamba
 
YUSUF KAPLAN


Künye
Temsilcilikler
Abone Formu
Mesaj Formu

Ana Sayfa | Gündem | Politika | Ekonomi | Dünya
Kültür | Spor | Yazarlar | Televizyon | Hayat | Arşiv
Bilişim
| Dizi | Karikatür | Çocuk
Bu sitede yayınlanan tüm materyalin HER HAKKI MAHFUZDUR. Kaynak gösterilmeden çoğaltılamaz.
© ALL RIGHTS RESERVED