AYDINLIK TÜRKİYE'NİN HABERCİSİ
Bugünkü Yeni Şafak
K R O N İ K  M E D Y A
Ama artık bir karar verin: Berlusconi 'ayağını sehpaya uzattı' mı uzatmadı mı?

İyi oldu memnunuz tabii ki; ama şu meşhur 17 Aralık'ta Brüksel'de olup bitene dair yazılıp çizilenler de artık bayağı kabak tadı vermeye başlamadı mı?

Kim kime ne dedi, Başbakan Erdoğan'ı kollarına girerek salona tekrar indiren Avrupalı liderler kimlerdi, Berlusconi "ayağını sehpaya uzattı" mı uzatmadı mı?

Hiç şüphe yok ki, "17 Aralık Brüksel"in "fotoroman"a dönüştürülen hikayesini en etraflıca Fatih Altaylı aktardı...

Hürriyet yazarının 18 Aralık tarihli köşesinde "Erdoğan sayesinde her şey çok güzel oldu" başlığı altında çiziktirdiği satırların "Türk Basın Tarihi"nin seçkin sayfalarında şimdiden yer kaptığını söyleyebiliriz. O ne güzel tasvirlerdi öyle...

Altaylı o gün yayımlamaya başladığı "17 Aralık Brüksel" fotoromanının ilk bölümünü kendisine de özel bir yer verdiği şu satırlarla açmıştı: "Başbakan geldi, otomobilinden indi. Yanına gittim. 'Kaybedilmiş bir şey yok. Bence iyi durumdayız. Oyun daha yeni başlıyor. Yani bu iş hallolacak' dedim. Yüzüne geniş bir tebessüm yayıldı. Diğer yanında yürüyen Ömer Çelik'i işaret ederek, 'Böyle düşünen bir sen, bir ben, bir de Ömer var' dedi."

(Fotoromanın bu bölümünün yine Altaylı tarafından kaleme alınan ve iki gün sonra yayımlanan versiyonu da şöyle: "Heyet konsey binasından gelen Başbakan'ı karşılamak için otel kapısına çıktı. Ben de aralarındaydım. Başbakan'ın Audi A8 marka aracından inerken yüzü asıktı. Kimsede gülecek hal yoktu. Başbakan otele doğru yürümeye başladı. Yanına gittim. 'Türkiye'de herkes sizin yüzünüzden gelecek mesajı okuyacak. Her şey bitmiş değil. Asıl görüşmeler yarın başlıyor. Karamsar olacak hiç bir şey yok. Siz ilk gün farklı bir tavır mı bekliyordunuz?' dedim. 'Bu kadarını beklemiyorduk' dedi. 'Ben daha fazlasını bekliyordum. Kötü durumda değiliz. Yarın bu iş bitecek' dedim. Güldü. 'Bir sen, bir ben, bir de Ömer böyle düşünüyor galiba' dedi. Ömer dediği Ömer Çelik'ti. Bakıştık. Ömer Çelik eliyle 'OK' işareti yaptı." Görüyorsunuz, "fotoroman" gün geçtikçe zenginleşiyor!)

Altaylı 'rest'in öyküsünü anlatıyor

Neyse, biz tekrar açalım önümüze Altaylı'nın 18 Aralık tarihli yazısını:

Altaylı, Brüksel macerasının bu bölümünde "Erdoğan'ın restinin öyküsü"nü aktarıyor: "Kilitlenen görüşmeleri Başbakan Erdoğan'ın 'Resti' çözdü. Gelin size bu anın öyküsünü anlatayım. Görüşmelerde AB tarafı nuh diyor peygamber demiyordu. Hollanda Dışişleri Bakanı Bernard Bot, son sözü söylemek istedi. Başbakan Erdoğan'a, 'Bakın bizim verebileceklerimizin limiti bu. Bunu imzalayın. Uzatmayalım' dedi. Başbakan Erdoğan'ın suratı bir anda kıpkırmızı oldu. Bot'un elini tuttu. Diğer eliyle Bot'un elinin üzerine iki kez vurdu. 'Siz bizi bu kadar güçsüz bir ülke mi zannediyorsunuz. Siz öyle görebilirsiniz ama değiliz. Bu görüşme burada bitmiştir. Biz şimdi buradan çıkıyoruz ve Türkiye'ye dönüyoruz. Bunca zaman sizi uğraştırdığımız için kusura bakmayın. Buraya kadarmış' dedi. Herkesin şaşkın bakışları arasında Türk heyeti salondan çıktı ve Konsey birasında bir üst katta kendilerine ayrılan dinlenme odasına gitti."

(Ama bakın, "17 Aralık Brüksel" hikayesinin (yine Altaylı'nın kaleme aldığı) 22 Aralık tarihli Hürriyet'te yer alan versiyonu bu bahiste de epeyce farklı: "Başbakan Erdoğan kıpkırmızı kesildi. Arkasındaki Türk heyetine döndü, 'Beyler biz bu kadar güçsüz bir ülke miyiz?' dedi. Arkadan koro halinde 'Hayır değiliz' sesleri yükseldi. Başbakan, Hllanda Dışişleri Bakanı Bot'un elini tuttu. Diğer eliyle iki kez eline vurdu ve 'teşekkür ediyoruz. Bugüne kadar size zahmet verdik. Biz artık gidelim. Türkiye'de bizi bekliyorlar' dedi. En büyük şaşkınlık Türk heyetindeydi. Çünkü böyle bir plan yoktu. Her şey konuşulmuştu ama bu konuşulmamıştı. Başbakan inisiyatifi ele almış, kalkıp gidiyordu. Gül, Başbakan'a 'biraz daha kalsak' dedi. Başbakan, ayağa kalktı ve kapıya yöneldi. Egemen bağış özet bir terçüme yaptı: 'Thank you, goodbye.' Kimse bir şey anlyamamıştı. (...) Bot bir an sendeledi, şaşırdı ve Gül'ün kolunu tuttu, 'De, De, Dear Abdullah, neler oluyor' diye kekeledi. Gül de, 'Bernard, Sayın büyükelçi'nin söylediği gibi Türkiye'ye dönüyoruz' dedi." Görüyorsunuz, hikaye gün geçtikçe daha bir hoş oluyor... Hollanda Dış İşleri Bakanı'nın "De, De, Dear.." diye "kekelemesi"ne özellikle dikkat edin!)

Ayaklarını sehpaya uzattı ve...

Altaylı'nın (18 Aralık tarihli yazıdayız) gelişmelerin bundan sonrasını hikaye edişi daha bir güzel: "Odaya girip oturdular, yorgunlardı. Bir kaç dakika geçmemişti ki, kapı açıldı. İçeriye alı al moru mor Blair girdi. 'Ne yapıyorsunuz. Hadi hemen toparlanın aşağı inip devam edilim' diye Erdoğan'ın koluna girdi. Erdoğan 'Gelmiyoruz. Çünkü geldiğimiz zaman sürükli bizi aşağılamaya çalışan bir grupla karşılaşıyoruz. Ya bizi yanlış tanıyorlar, ya da tanımıyorlar. Gelmiyorum. Bu iş gerçekten burada bitti' dedi. Blair oradaki bir koltuğa oturdu. Ellerini başının arasına aldı. Başını öne eğdi. (Blair'in geçirdiği kriz daha iyi anlaşılsın diye hikayenin bu bölümünü biz büyüttük! Kronik Medya) Tam o sırada içeri Schröder girdi. 'Hata yapmanın zamanı değil. Hadi gelin başlayalım. Bu işi biz çözeceğiz başkası değil.' Derken hemen ardından odaya Berlusconi daldı.Blair'in yanına oturdu. Ayaklarını sehpaya uzattı. Dikkatle çoraplarını çekti. (yine biz büyütüyoruz. Kronik Medya) 'Avrupa ayağına geldi sen gelmiyorsun. Hadi kalk aşağı iniyoruz' dedi. Erdoğan'ın bir koluna o, bir koluna Blair girdi. (yine biz!) Aşağıya toplantı salonuna döndüler."

"Bir sen, bir ben, bir de o!"

(22 Aralık versiyonu hikayenin bu bölümüne ilişkin olarak da farklı: "Konseydeki görüşmeleri yıldırım hızı ile kesen Tony Blair Türk heyetinin odasına geldi.,ardından (...( Schröder, sonra da İtalyan Başbakanı Silvio Berlusconi içeri girdi. (...) Odada Blair, Schröder ve Berlusconi görülmeye değerdi. Erdoğan 'Evet buraya kadarmış' deyince, üç lider de, 'Bir dakika hiç bir yere gitmiyorsunuz. AB'nin bu tarihi projesinin yok olmasına izin vermeyeceğiz. Biz tüm sorunları halledeceğiz' dediler. Blair saçları ile oynuyor. Berlusconi ha bire, dizine kadar uzun çoraplarını çekiyor...." )

Siz bilmeyiz ama Altaylı'nın "Bir sen, bir ben, bir de o!" vezninde kaleme aldığı bu "roman gibi" (daha doğrusu "fotoroman gibi") sayfalar bizi gerçekten çok eğlendirdi... Hikayede Bot'un elinin üzerine ne zaman iki kez vurulduğu, kimlerin kimin kollarına girerek salona sürüklediği, Blair'in başını elleri arasına alarak derin düşüncelere dalması, Berlusconi'nin hakkında bir türlü sahih bilgi edilinilemeyen (ve galiba sürekli düşen!) çorapları (...) gibi tutarsızlık arzeden bölümler olsa da, gerçekten çok eğlenceliydi doğrusu...

İsterseniz değerlendirmemizi işi ciddiye bağlayarak noktalayalım: Eğer kısmet olur da ülke olarak AB'ye üye olursak, bir daha karşılaşmayacağımız memleket manzaralarından birisi de herhalde bu ve benzer "fotoromanlar" olacaktır. Haksız mıyız; Avrupa Birliği üyesi bir ülke bu tür yayınlara tahammül edebilir mi? (K.B.)


23 Aralık 2004
Perşembe
 
YÖNETENLER: Kürşat Bumin
Alper Görmüş


Künye
Temsilcilikler
Abone Formu
Mesaj Formu

Ana Sayfa | Gündem | Politika | Ekonomi | Dünya
Kültür | Spor | Yazarlar | Televizyon | Hayat | Arşiv
Bilişim
| Dizi | Çocuk
Bu sitede yayınlanan tüm materyalin HER HAKKI MAHFUZDUR. Kaynak gösterilmeden çoğaltılamaz.
© ALL RIGHTS RESERVED