AYDINLIK TÜRKİYE'NİN HABERCİSİ

Y A Z A R L A R
Yal-vaç Ur-al'ın kov-anı mı?

Türkçe dilbilgisi öğretiminin temel konularından biri de yapılarına göre sözcüklerdir. Okullarımızda sözcüklerin yapı bakımından üçe ayrıldığı; kök durumundaki sözcüklerin basit ya da yalın, bir ya da birden çok yapım eki alarak oluşmuş sözcüklerin türemiş, birden çok sözcüğün birleşip kaynaşmasıyla oluşmuş sözcüklerin de bileşik veya birleşik yapılı olduğu öğretilir. Sınavlarda bu öğretim doğrultusunda sorular sorulur çocuklarımıza.

Dilimizde kimi çekim ekleriyle, kimi yapım ekleri aynı sesleri taşımaktadır. Bu durum, türemiş sözcük ile yapım eki almış sözcüğün birbirine karıştırılmasına yol açabilmektedir. Aynı nedenle bir sözcüğün türü de karışabilmektedir. Karışıklığı önlemenin birinci koşulu, sözcüğün cümle içinde nasıl kullanıldığını görmektir. Örneğin, altı çizilmiş "içim" sözcüğünün yapısı hakkında doğru sonuca varmak isteyen öğrenci, onu cümle içinde görmeden karar veremez; verirse, kolayca yanlışa düşer. "İçim yanıyor." cümlesinde bir isim çekim eki olan iyelik ekini almış olan "iç" ismi yapı bakımından basittir de "Bir içim su" ifadesindeki "içim" sözcüğü, yapı bakımından türemiştir. Çünkü burada "iç-" eylem kökü, -im" yapım eki alarak türemiştir. Gelirler'in giderler'in, çıkarlar'ın, açmazlar'ın veya savaş'ın ve barış'ın, güreş'in ve yarış'ın, yakın'ın ve gelin'in, buna benzer nice sözcüğün isim mi, fiil mi olduğunu ancak cümle içinde nasıl kullanıldığına bakarak anlayabiliriz.

Geçenlerde bir sınav sorusunda "bakkal" sözcüğünü, "çekyat", "tutkal" gibi birleşik yapılı kelimeler arasında görünce şaşırmıştım. Yoksa, yeni bir oyuncak ya da bir çeşit ayna filan çıktı ve insanların ona bakakalması istendiği için adını "bakkal" mı koydular? demekten kendimi alamamıştım. Sanırım, böyle bir şey olmadı. Olan, sadece Türkçe sorusu hazırlayabilecek yeterlikte görülen birinin, aslında bu yeterlikten uzak oluşu idi.

Benzer bir şaşkınlığı 2 Ekim 2004 tarihli Milliyet Cumartesi'de Yalvaç Ural'ın yazısını okurken yaşadım. 7'den 77'ye Okul dışı bilgiler başlıklı köşesinde Yalvaç Ural, Sözcük dedektifliği başlığı altında şu cümleleri de yazabilmiş:

"Sözlüklerde "başarı" sözcüğünün karşısında; başarı gösteren kişi diye yazıyor."

Hiçbir sözlükte böyle bir tanımın bulunduğunu sanmam. Belli ki burada bir dizgi yanlışı olmuş ya da Yalvaç Ural, dikkatsizlik edip "başarılı" yerine "başarı" yazıvermiş. Sonraki cümleyi de özenmeden yazmış Yalvaç Ural. "Eski deyişle muvaffakiyetli insan." Doğrusu merak ediyorum, Yalvaç Ural, "başarılı insan" anlamına gelmek üzere, "muvaffakiyetli insan" diyen herhangi bir "eski" yazara gerçekten rastlamış mıdır? Hani tek başına "muvaffak" demek yeter ama, "muvaffak olmuş", "muvaffakiyet elde etmiş / kazanmış" da denebilir ama "muvaffakiyetli insan" demek çok dolambaçlı ve hırpalayıcı bir işlem değil mi?

Yalvaç Ural, daha sonra "başarı" sözcüğü "etimoloji" veya "kök ya da köken bilimi" açısından incelemeyi denemiş.

Şöyle yazmış:

"Başarı sözcüğü köken olarak "baş-arı" ve "baş-er" köklerinden gelmektedir."

Buna göre başarı, iki sözcüğün birleşmesiyle oluşmuş, yapı bakımından birleşik bir sözcük olur. Oysa herhangi bir ilkokul öğrencisine sorsanız, size "başarı"nın "başar-mak" eylem kökünden "-ı" yapım ekiyle türetilmiş ve türemiş bir sözcük olduğunu söyleyecektir. "Becer-i, yakar-ı, ilet-i, gönder-i, uyar-ı, duyur-u…" gibi. "Başar-mak" eylem gövdesinin "baş" ismine "-ar" eylem yapım eki getirilerek türetildiği ilköğretim düzeyinde olmazsa, lise düzeyinde öğretilebilir. Üniversitede ve uzmanlık düzeyinde sözcüğün "baş-a-r-" diye ayrılma ihtimalinden söz edilebilir. Bütün bunlar, bize başarı'nın "arı" ile de "er" ile de ilgisi olmadığını göstermeye yeter.

"Baş-arı olmadan bir kovan ailesi çoğalamaz, bal yapamaz ve soyunu devam ettiremez. Başarı, baş-arı olunca elde edilir. Başarabilmek için baş-arı olmak gerekir."

"Baş-er için de aynı şeyleri söyleyebiliriz. Askeri rütbelerin adlandırılışı da arılardan esinlenilerek üretilmiştir. On kişinin başı olana onbaşı, yüz kişinin başı olana yüzbaşı, bin kişinin başı olana binbaşı dendiği gibi."

Yalvaç Ural, bütün bunları, birtakım çağrışımları değerlendirmek üzere ya da hoş yakıştırmalar biçiminde yazmış olsaydı, hiç şaşmazdım; eğlenceli bir yazı olduğunu bile söyleyebilirdim ama işin içine "etimoloji" gibi önemli ve ciddî bir disiplinin adını karıştırınca, yaptığı iş hem çok yanlış, hem çok çirkin bir niteliğe bürünüyor. Yazısını okuyan çocuklarımızın yanlış bilgilendirilmesi de işin başka ve çok önemli bir yönü. Acaba kaç çocuğumuz, Yalvaç Abi'sini dinlediği için "başarı" yüzünden "başarısız" olacak?


5 Ekim 2004
Salı
 
İBRAHİM KARDEŞ


Künye
Temsilcilikler
Abone Formu
Mesaj Formu

Ana Sayfa | Gündem | Politika | Ekonomi | Dünya
Kültür | Spor | Yazarlar | Televizyon | Hayat | Arşiv
Bilişim
| Dizi | Çocuk
Bu sitede yayınlanan tüm materyalin HER HAKKI MAHFUZDUR. Kaynak gösterilmeden çoğaltılamaz.
© ALL RIGHTS RESERVED