T ü r k i y e ' n i n   B i r i k i m i

Y A Z A R L A R
Tarihin edilgen tanığı olmak...

ABD dışişleri bakanı Colin Powell'ın Ankara'ya ayak bastığı gün yaşanan global gelişmeler göz açıcı: Bonn'da toplanan Afgan liderler, "Taliban-sonrası" döneme sühuletle geçişi sağlayacak bir hükümet formulü üzerinde anlaştılar... Türkiye, sürekli itiraz ettiği Avrupa Güvenlik ve Savunma Politikası (AGSP) ile ilgili duruşunu değiştirdi ve sözlü garantileri NATO'daki vetosunu kaldırmak için yeterli kabul ettiğini açıkladı... Rauf Denktaş aynı masada buluşmaya bir türlü yanaşmadığı Glafkos Klerides'le çocukluk arkadaşı olduğunu hatırlayıp onu evine 'imam bayıldı' ziyafetine davet etti...

Bu gelişmelerin, 'teröre karşı savaş' olarak tanımlanan Afganistan Seferi'nin son aşamasına girildiği, Ariel Şaron'un Filistinli hedeflere karşı kendi 'teröre karşı savaşını' başlattığı bir ortamda meydana geldiğini de akılda tutmamız gerekiyor...

Dünya, genellikle çok kan dökülen büyük savaşların ardından bir düzen arayışına girer. 19. yüzyılın ünlü barış konferansları o düzenin 'güçler dengesi' etrafında oluşmasını sağlamıştır. 20. yüzyıl, ilk büyük savaştan (1914-1918), imparatorlukların sona erdiği, milli devletlerin yaygınlaştığı bir yeni düzen anlayışı ve bir patronla çıktı: ABD... İkinci Dünya Savaşı (1939-1945) ise, Birleşmiş Milletler'li (BM), Bretton Woods'lu (IMF ve Dünya Bankası) bir yapıyla ABD'nin dünya patronluğunu bir kez daha tescil eden bir düzene geçit verdi. Soğuk Savaş'ın da 1990 sonrasında benzer sonuçlara yol açtığı düşünülüyordu; ancak, şimdi yaşananlar, esas 'düzen koyucu' dönemin 11 Eylül saldırıları sonrasında açıldığına işaret ediyor.

Artık herkes tarafından müşahede edilir hale gelmiş görüntülere bakılarak söylenebilecek olan şudur: 11 Eylül sonrasında, dünya, ihtilafları, -Afganistan'da olduğu gibi- bazen kol bükerek ve savaş yoluyla, -Bonn, Ankara ve Lefkoşe'den ulaşan şaşırtıcı haberlerin gösterdiği üzere- bazen de dolaylı yollardan veya müzakere masasında çözen yeni bir düzene doğru yol alıyor. Bir kapsayıcı irade, daha zayıf iradeleri hizaya getiriyor...

Bunun bayağı sarsıntılı bir zeminde meydana geldiğini de unutmamalıyız.

Peştunları Bonn'da diğerleriyle aynı masaya oturtmak başlıbaşına bir başarıydı; o masadan Burhaneddin Rabbani'nin devlet başkanlığından feragatini kotarmak ise olağanüstü bir gelişme sayılmalı. AGSP ve Kıbrıs uzlaşmazlığını, tarafların konumlarında fazla bir değişiklik yaşanmadan çözüme hazır hale getirmek de öyle. Türkiye'nin, sanki hiç bükülmeyecekmiş görüntüsü veren iradesini, Tony Blair'in vaadine veya Klerides'in 'imam bayıldı' iştahına kanarak değiştirdiğini düşünemeyiz; belli ki, gelişmeler, 'düzen koyucu irade' ile bir pazarlık sonucu...

Endişelenmeyi gerektiren nokta da bu zaten: Büyük savaşlar ertesinde yaşanan altüst oluşlar, uluslararası diplomasinin bilinen kanalları kullanılarak meydana gelmekteydi. Düzen kurmada kullanılan araçlar, uluslararası toplantılar, barış konferansları, teslim anlaşmalarıydı; devletler adına müzakereleri yürütenler de her ülkenin kendi sistemi içerisinde yetkilendirilmiş kişilerdi. Bu defa, 'düzen', geleneksel yolların söz konusu olmadığı, gizlilik perdesi gerisinde yürütülmüş müzakerelerin sonucu belirlediği, seçilmiş veya atanmış yetkililer dışındaki kişilerin önemli roller oynadığı bir süreç içerisinde oluşuyor. Bir gazetenin, Kıbrıs'taki gelişmeleri 'Hamlet Locası' ile ilişkilendirmesi yeterince göz açıcı.

Aslında alışılmamış yöntemler uygulayarak düzen oluşturmaya kalkışanların da üzerinde düşünmeleri gereken bir soru var: Ülkelerin bilinen yetkilileri yerine bilinmeyen yetkisiz kişiler eliyle gerçekleşen 'yeni dünya düzeni' ne derece kalıcı olabilir? Siyasileri bürokrat konumuna indirgeyen, önemli gelişmeleri geleneksel olmayan mekanizmaları çalıştırarak sonuçlandıran bir sistem 'demokratik' olma özelliğini de kaybedecektir. Bu da, siyasi kavgaları tahrik edebilir ve iktidar değişikliklerinde zor kullanmayı kaçınılmaz kılabilir.

Elbette, aynı güne sığan üç şaşırtıcı gelişmeye ve eşzamanlı savaş manzaralarına bakarak 'külli' sonuçlar çıkarmak tehlikeli; ancak baba Bush döneminde başlayan 'yeni dünya düzeni' arayışının oğlu döneminde aldığı biçim, yeni düzenin yarınla ilgili ipuçlarını da içinde barındırıyor.

Ağırıma giden şu: Tarihin kartları gözlerimizin önünde yeniden karılıyor, ama bir avuç 'bilen' dışında hepimiz edilgen tanıklarız...


6 Aralık 2001
Perşembe
 
FEHMİ KORU


Künye
Temsilcilikler
ReklamTarifesi
AboneFormu
MesajFormu

Ana Sayfa | Gündem | Politika | Ekonomi | Dünya
Kültür | Spor | Yazarlar | Televizyon | Ramazan | Arşiv
Bilişim
| Aktüel | Dizi | Röportaj | Karikatür
Bu sitede yayınlanan tüm materyalin HER HAKKI MAHFUZDUR. Kaynak gösterilmeden çoğaltılamaz.
© ALL RIGHTS RESERVED