T ü r k i y e ' n i n   B i r i k i m i

Y A Z A R L A R
Gel de Tantan'ı arama!

Nedir bu Etyen Mahçupyan'ı "katil" girişimi? Mahçupyan'ın büyük suçu (!), "Salkım Hanım'ın Taneleri filminde, Musevi Nora ile erkek kardeşi Leon'u Ermeni yapmak; böylece Ermeni tezini kuvvetlendirmek"

Kafalar karışık

Bir kere Aşkale'ye gönderme işlemi, İsmet Paşa döneminde, 1940 yılında cereyan ediyor. Ermeni tehciri (Doğu Anadolu topraklarından Ermeniler'in sürgün edilmeleri)'nin tarihi 1915 ve İttihat Terakki iktidarına rastlıyor.

Tarihlerdeki çelişkiyi ortaya çıkaranlara, bu defa ek bir gerekçe ile cevap vermeye çalışıyorlar:

Batı camiası, "1940'ta Ermenilere vergi zulmü yapanlar, vergilerini ödeyemeyenleri Aşkale'ye gönderip, kol işçisi olarak tarlalarda çalıştıranlar, mutlaka 1915'te de Ermeniler'e karşı katliama girişmiştir" diye düşünür. "1940'ın Aşkalesi, 1915'in bir kanıtı olur" İşte bundan endişe ediliyor.

Ne alâkası var? Nora Ermeni değil, Musevi bile olsa, gene istenirse varlık vergisi, Türkler'in zorbalığının ve zulmünün delili sayılamaz mı? "Musevi'ye bunu yapan, Ermeni'ye de zor kullanır" diye muhakeme yürüten çıkmaz mı? Kötü niyetle düşünmenin hiç sınırı olur mu?

Aşkale gerçeğini nasıl red'edeceksiniz? Sonra Milli Şef'in antidemokratik ve acımasız uygulamaları, bütün bir millete neden mal edilsin?

Bir Ermeni vatandaşımızın (Etyen Mahçupyan'ın) üzerinden sözde milliyetçilik yapmak yakışık alıyor mu? Bence asıl, bu şekilde bir yargısız infaz, Ermeni tezini güçlendirecektir. "Bugün senarist, Ermeni olduğu için böylesine güçlü ve organize bir basın saldırısına muhatap kalıyorsa, bu Türkler, kimbilir 1915'te, Osmanlı döneminde, üstelik harp zamanında, neler neler yapmıştır" düşüncesi zihinlere yerleşmez mi?

Romanın konusu

1940'ta, Nora (Hülya Avşar), hafızasını kaybetmiş yaşlı bir kadındır. Bakımevindedir. Zaman zaman eskiyi hatırlar. 1910 yılına döner. O tarihte gençtir. Çocuğu olmamaktadır. Kayınpederi, -oğlunun kısır olup olmadığı anlaşılsın diye- gelinin ırzına geçer.

Burada, din, inanç önemli değil, bir insanlık dramı söz konusu.

Sabit Paşa, Hamidiye Alayları'nın paşası. Abdülhamit döneminde Kürt aşiretlerinden oluşturulan ve aşiret reislerine de askeri unvan verilen birlikler bunlar. Öyle MHP'li Ahmet Çakar'ın dediği gibi "Şerefli bir Türk Paşası" filân değil. Kaldı ki, paşa ırza geçmez ama, vatandaş Ahmet Efendi veyahut milletvekili Mehmet Efendi ırza geçer diye bir ayırım da doğru değil. Üstelik sonunda, Nora'nın gelin gittiği ailenin, bir dönme ailesi olduğu da anlaşılıyor.

Roman veyahut film, etnik kimlik üzerine kurulmamış. Tarihi gerçekten yola çıkarak bir insanlık dramını işliyor.

Vatanını sevmek

Bana göre vatanını sevmek, tarihî gerçekleri inkâr etmek değildir. Ya nedir? Türkiye'yi zenginleştirmektir; yolsuzlukları sıkı takibe almaktır. (Meselâ eski Bayındırlık Bakanı Koray Aydın'ı, eski Enerji Bakanı Cumhur Ersümer'i, eski Hazine Bakanı Recep Önal'ı korumamaktır) Büyük miktarlarda borçlanarak, Batı dünyasına esir düşmemektir. Aşağılık duygusundan sıyrılıp, kültürüyle, mazisiyle, Müslüman kimliğiyle iftihar etmektir. Burada lâfı, Cumhurbaşkanı'nın veto etmesine rağmen, DGM kanununu aynen Meclis'ten geçirme çabalarına getirmek istiyorum.

Çete suçlarını DGM kapsamından çıkaran yasa, bankaların içlerini boşalttıkları iddiasıyla yargılananların ve Mavi Enerji, Beyaz Enerji, Bayındırlık Bakanlığı vurgunlarını yapanların dosyalarının, Ağır Ceza'ya intikalini sağlayacak. Cumhurbaşkanı Necdet Sezer'in dediği gibi, Ağır Ceza Mahkemeleri'nin yükü daha hafif değil. Üstelik söz konusu dosyaların yeniden incelenmesi, işin gecikmesine, bir ihtimal, zaman aşımına uğramasına yol açacak.

Ramazan Toprak'ın sözleri

DGM müzakereleri sırasında, sadece AK Parti adına konuşan Ramazan Toprak, bu gerçeğe temas etti. Diğerleri, AK Parti adına söz alan hatipler de dahil, yolsuzları, hırsızları DGM'den kurtarıp, konuyu zaman aşımına uğratma girişimlerini, çekinmeden "demokratikleşme çabası" olarak takdim ettiler.

Ramazan Toprak şunları söyledi: "Yolsuzluk üçgeninin bürokrat ve siyasetçi ayağı yargı dokunulmazlığına sahip. Dokunulan kısım, işadamı ve Hazine'den beslenen medya patronları. Kamu bankalarını hortumlayanlar, her türlü ihale kapkaççılığı yapan saygın soyguncular, 313'ten hesap vermeye başladı. Bunların bürokrat ve siyasetçi ayağı (çoğu) kollarını sallaya sallaya makamlarında oturuyor. Peki ne yapmalı? Bunun için 313, DGM kapsamından çıkarılmalı. Uzun yıllar hâkimlik ve savcılık yapmış biri olarak buraya projektör tutuyorum. Bu tasarı kanunlaştığı zaman, DGM'lerdeki suç dosyaları, ağır cezalara gönderilecek. Bu ne anlama mı geliyor? Çete suçları çok sanıklıdır. Onlarca klasör dosyadan müteşekkildir. Onlarca, yüzlerce klasör Ağır Ceza Mahkemeleri'ne gönderilecek. Ağır Ceza zaten 6 ay sonraya gün veriyor. Ağır Ceza hâkimleri bir dosyaya ancak 3-5-10 dakika ayırabiliyor. Ağır Ceza Mahkemesi hâkiminin bir dosyaya nüfuz edebilmesi için vakit ister. Bir altı ay, yetmedi bir altı ay daha, yetmedi gene 6 ay. Değerli milletvekilleri, bunun doğal sonucu, dava zaman aşımından dolayı düşecektir. Oldu mu size örtülü af..."

Hortumcuların hortumu

Ramazan Toprak, AK Partili. Ve meselenin bamteline parmak basıyor. Ama nedense, hem kendi partisi, hem de Saadet Partisi, sözde demokratikleşme adına, hırsızları, soyguncuları rahatlatacak düzenlemeleri kabul ediyor. DYP de öyle. Kabul etmek bir yana yasayı savunuyorlar.

Aslında acele de ediyorlardı. Çünkü 10 Aralık'ta Dinç Bilgin'in davası var. Bu kanun ona yetişmeliydi. Belki halâ yetişebilir. Adamcağız da gelip gazetesinin başına oturur.

Tayyip Erdoğan, miting meydanlarında "Hortumcuların hortumunu keseceğiz" diyor. Böyle mi kesilir hortumcunun hortumu?

"Demokratikleşme yolunda adım atıyoruz" hiç demeyin. Siz bunu benim külâhıma anlatın!

Fikir suçu olan 312/2 DGM kapsamında kalıyor, banka hortumlama, enerji yolsuzluğu (313-314) kapsam dışına çıkarılıyor.

Hiç değilse mevcut dosyalara DGM'nin bakması için bir istisna konulmalıydı. Sadece ileriye dönük bir uygulama benimsenseydi, değişikliğin demokratikleşme adına yapıldığına inanırdık.

İtalyan Başbakanı Berlusconi, geçen dönem seçildiğinde temiz eller operasyonunu durdurmak için benzer bir gayret içine girmişti. Siyasetçi-işadamı-bürokrat kimliğini taşıyan soygunculara yönelik özel yasaları değiştirmek istemişti. Ama hiç değilse, Berlusconi, niyetini önceden belli etmişti.

Bizimkiler önce "temiz toplum" diye oy istiyor; sonra tam aksi bir tavır takınıyor.

Gel de Tantan'ı arama!


6 Aralık 2001
Perşembe
 
NAZLI ILICAK


Künye
Temsilcilikler
ReklamTarifesi
AboneFormu
MesajFormu

Ana Sayfa | Gündem | Politika | Ekonomi | Dünya
Kültür | Spor | Yazarlar | Televizyon | Ramazan | Arşiv
Bilişim
| Aktüel | Dizi | Röportaj | Karikatür
Bu sitede yayınlanan tüm materyalin HER HAKKI MAHFUZDUR. Kaynak gösterilmeden çoğaltılamaz.
© ALL RIGHTS RESERVED