AYDINLIK TÜRKİYE'NİN HABERCİSİ

K R O N İ K  M E D Y A
'Küçük' bir dosya olduğundan
kimse üzerine gitmedi!

Medyatava adlı haber sitesinin "Medyada yeni polemik" başlığıyla bir iki gün üzerine gittiği 20 yıllık bir olay (nedense?) fazla gürültü çıkarmadan, yani yazılı ve görüntülü medyaya taşınmadan sönüp gitti. Söz konusu "polemik" (?) Referans gazetesi yazarı Doğan Satmış'ın (kendisi aynı zamanda Hürriyet'in "Okur Temsilcisi") bir yazısında söz ettiği "gazeteci bursları"na ilişkindi.

Geçen hafta internet üzerinden yayın yapan Medyatava adlı haber sitesinin körüklediği bir haberdi. Haber sitesinin "Medyada yeni polemik" başlığıyla bir iki gün üzerine gittiği 20 yıllık bir olay (nedense?) fazla gürültü çıkarmadan, yani yazılı ve görüntülü medyaya taşınmadan sönüp gitti.

Söz konusu "polemik" (?) Referans gazetesi yazarı Doğan Satmış'ın (kendisi aynı zamanda Hürriyet'in "Okur Temsilcisi") bir yazısında söz ettiği "gazeteci bursları"na ilişkindi. Satmış, "1980'lerin ikinci yarısında", yani Turgut Özal başbakan iken, bir grup genç gazetecinin yabancı dillerini ve bilgilerini geliştirsinler diye İngiltere ve ABD'ye görderildiğini yazıyordu. Masrafların yüzde 55'inin devlet geri kalanının da gazetecilerin patronları tarafından ödenecekti. Ancak nasıl olmuş ise olmuş ve patronlar bir müddet sonra (Satmış, kendisinin "üçüncü grupta" yer aldığını söylüyor) su koyvermiş ve paylarına düşen parayı ödememişlerdi. Neyse, burs sırası gelen Satmış, burs meselesini görüşmek üzere dönemin Devlet Bakanı Hasan Celâl Güzel'in huzuruna çıkmıştır nihayet... İsterseniz olayın devamını Satmış'tan dinleyelim:

"Sayın Başbakan (Özal'ı kastederek), bu projeyi genç gazeteciler yurtdışına gitsin, yabancı dil öğrensin, bilgi-görgüleri artsın diye başlattı. Proje ilk ortaya çıktığında gazete patronları, çok sıcak karşıladılar ve kendi paylarına düşen parayı ödeme sözü verdiler. Ancak şimdi anladık ki, sizin paylarınız ödenmemiş. Ancak Turgut Bey, 'Bu çocukları heveslendirdik, yarı yolda bırakmayalım. Patronların katkı payını biz ödeyelim, onlar da gitsin' dedi. 'Bu parayı örtülü ödenekten ödeyeceğiz. Şimdi çıkarıp sana vereceğim. Senden sadece bu parayı benden aldığına dair boş kağıdı imzalamanı rica ediyorum. Bu kağıdı Sayın Başbakan'a gönderip yırtıp atacağım.' "

Sözünü ettiğimiz küçük "polemik" Satmış'ın bu "örtülü ödenek" hikayesini gündeme taşıması ile başladı (ve bitti!) denebilir. "Burs" kazanan gazeteciler kaç kişiydi bilemiyoruz ama bursiyerlerden birisi olan Can Dündar, kendisinin de aralarında bulunduğu ilk on kişilik gruptan sonra "onlarca gazeteci aynı burstan yararlandı" dediğine göre toplam bursiyer sayısı hiç de fena olmasa gerek...

Bu "polemik" çerçevesinde bursiyerlerden Can Dündar'ın yanı sıra (bizim görebildiğimiz kadarıyla) Faruk Bildirici (Hürriyet), Teoman Erol (Vatan), Sırrı Bıyık (Yeni Şafak), Muzaffer Şahin (Anadolu Ajansı), Muharrem Sarıkaya (Sabah) konuya ilişkin birer kısa açıklama yaptılar.

Söz konusu açıklamaların tamamında (inşallah yanılmıyoruzdur, çünkü dönüp bir daha teyit etmeye üşendik!) itiraz edilen tek nokta, bursların (Satmış'ın aktardığı gibi) "örtülü ödenek"ten değil "Tanıtma Fonu"ndan karşılandığı belirtiliyordu.

"Tanıtma Fonu" denilen "fon"u biliyorsunuz: bu "Fon"un amacı Türkiye'yi dışarıya "tanıtmak"tan ibaret. (Pek bilgi verici bir açıklama olmadı ama işin esası bu!) Dolayısıyla, "burslar" meselesi ile "Fon"un kuruluş amacını yan yana getirdiğinizde (şahitsiniz!) ortaya "büyük bir uyum" çıkıyor! Yani, Türkiye'yi dışarıda "tanıtmak" için kurulmuş olan "Tanıtma Fonu" amacından "biraz" saparak Türk gazetecilere Avrupa'yı ve ABD'yi "tanıtmaya" koyuluyor... Zaten farkındasınızdır mutlaka, bu "Tanıtma Fonu"nun bugüne kadar "tanıttıkları"nın toplu bir fotoğrafını da bugüne kadar öğrebilmiş değiliz... Bir "Tanıtma"dır gidiyor...

Faruk Bildirici, Satmış'ın "polemik"e neden olan yazısına cevaben Medyatava'ya gönderdiği açıklamanın yanına "burslar"ın "Tanıtma Fonu" tarafından karşılandığını açıkça gösteren "belgeler"i de eklemiş. Pek çok kişi gibi biz de gördük: Doğru, burslar "Fon" tarafından karşılanmış. Ancak Bildirici'nin "ekte" sunduğu "belgeler" içinde yer alan bir iki satır özellikle ilgimizi çekti. "Protokol" başlıklı bu belgede bursiyerlerin gönderildikleri ülkede burslarını nasıl alacakları ve ne yapmakla mükellef oldukları anlatılıyor. Bu "Protokol"un 4. maddesi aynen şöyle:

"Söz konusu programla mesleki bilgi ve tecrübesini geleştirmesi amacıyla yurtdışına giden bursiyerden, aynı zamanda ülkemizin ulusal çıkarlarını destekleyecek biçimde yurtdışındaki imajına olumlu katkılarda bulunması, çalışma ve faaliyetlerini bu çerçeve içinde düzenlemesi beklenmektedir ve bursiyer bu doğrultuda davranmayı taahhüt eder."(!)

Görüyorsunuz, öyle "beleşe" burs yok yani! Gazetecilik konusunda bilgi ve görgünü artırıp yabancı dilini geliştirirken, bir taraftan da taahhüt ettiğin gibi ülkenin "ulusal çıkarlarını destekleyecek biçimde" davranacaksın!

(Ne dersiniz, Türkiye'nin yurtdışındaki imajının bir türlü düzelmemesinde bu bursların bir etkisi olmuş olabilir mi?)

Şimdi de son olarak bu "burs" hikayesinin (bizce) en eğlenceli faslına bir göz atalım:

Medyatava'nın bu "polemik"e ilişkin haberleri içinde (yine bizce) en ilginci şu başlığı taşıyordu:

"Özal muhabirlere fotoğraf makinesi dağıtmış..."

Görüyorsunuz bu işin "burslar" ile doğrudan bir ilgisi yok; "burslar" eli kalem tutan genç gazetecilere dağıtılırken, foto muhaberlerinin kısmetine de birer "Nikon F3" düşmüş... Özal, bu masrafı da Ziraat Bankası'nın "reklam fonu"ndan (dikkat ediyorsanız bir "fon"dur gidiyor!) karşılamış. Ve de işte işin en eğlenceli faslı:

"Fotoğraf makinelerinin dağıtımını takip eden günlerde bir de ilginç olay yaşandı. Özal'ın korumaları ile çatışan foto muhabirleri fotoğraf makinelerini yere bırakarak 'eylem' yaptı. Olay yerine gelen Turgut Özal, eşi Semra Hanım'a, 'Ya Semra bunlar bizim verdiğimiz makineler değil mi?' diyerek tepkisini dile getirdi."

Bilemeyiz, Turgut Özal arada bir eşine belki şöyle de sesleniyordu:

"Ya Semra, hakkımızda yazan bu gazeteci bizim verdiğimiz burslardan faydalanmamış mıydı?" (K.B.)


Mizahla gülünçlüğü birbirine karıştıran adam

Okuyucuyu gülümseteceğini zannettiği yazıları "sevdiği insanları" konu alarak yazarmış...

Ama o gün bu kuralı kaldırıp Yeni Şafak yazarlarını konu edinecekmiş...

"Bırakın sevme ufkumda bulunmalarını, hatırlamak bile fazla istemediğim insanlar hakkında yazacağım" diyor.

O günkü "mizah" konusu bazı Yeni Şafak yazarları ve Başbakan'ı birlikte görüntüleyen bir fotoğrafmış...

"Bakıyorum da fotoğraflara" diyor, "Yeni Şafak yöneticileri, yazarları da kahkahalar içindeler, Recep Bey ise nazik bir gülümsemeyle yetinmiş, içinden 'bu garip adamlar neden basit şeylere bu kadar fazla gülüyorlar ki' diye düşündüğü suratına vuran bir ifadeyle, tuhaf ortamı idare etmeye çalışıyor."

Yani "mizah"ta olduğu kadar "kurnazlık"ta da usta...

Memleket çok genel yayın yönetmeni gördü ama bu derece gülünç kaçanı ile ilk kez karşılaştığı muhakkak...

"Açıkça söyleyeyim" diye devam ediyor: "Yeni Şafak yazarlarına ve özellikle Kürşat Bumin'e gülmek pek yakışmıyor, buna rağmen onların ziyaretinde de durumu, görüntüyü kurtaran jönler var. (Örneğin Ali Bayramoğlu da poz vermiş gülümserken, onu Yeni Şafak'ta tutsak kalmış Beyaz Türk olarak tanımlayabiliriz, Milliyet gazetesinin jönü de Can Dündar'dı.)

Ali -canı isterse- cevabını verir belki, ben Kürşat Bumin olarak konuşayım: "Gülmek" Kürşat Bumin'e yakışıyor mu yakışmıyor mu o başka bir mesele ama Serdar Turgut'un yeni yüzünün Kronik Medya'yı haddinden fazla güldürdüğüne siz de şahitsiniz herhalde... Hem de ne gülme, gözlerimizden yaş getirtircesine...

Nasıl gülünmez; "milliyetçi, muhafazakar ve modern" tezleri, "Sevgili Güneri Cıvaoğlu!" şeklindeki seslenişleri, Uğur Dündar güzellemeleri ve de tabii "çiftliğinde"ki kimi eski ve yeni kalemlerin usanmadan döktürdükleri, nasıl gülünmez...

Yeri gelmişken, "mizah" ile gülünçlüğü birbirine karıştıran yönetmene (belki unutmuştur) Türk Basın Tarihi'nin gazeteci milletini ve geri kalan milleti bugüne kadar en fazla güldüren "makale"nin gazetesinin Ankara Temsilcisi (hâlâ görevde) tarafından kaleme alındığını da hatırlatayım... Hani şu artık bir "klasik" olan ünlü Hüsamettin Özkan portresi... (K.B.)

Dolayısıyla, eğer illâki "tepinerek gülmek" istiyorsa, Cem Yılmaz'a kadar gitmesine gerek yok; açsın köşesini ve eşdeğer köşeleri tekrar tekrar okuyarak tepinip dursun... Ama ne olur, bu tatsız tuzsuz şeyleri millete "mizah" diye kakalamaya çalışmasın...


19 Haziran 2005
Pazar
 
YÖNETENLER: Kürşat Bumin
Alper Görmüş


Künye
Temsilcilikler
Abone Formu
Mesaj Formu
Online İlan

ALPORT Trabzon Liman İşletmeciliği
Ana Sayfa | Gündem | Politika | Ekonomi | Dünya
Kültür | Spor | Yazarlar | Televizyon | Sağlık | Arşiv
Bilişim
| Dizi | Çocuk
Bu sitede yayınlanan tüm materyalin HER HAKKI MAHFUZDUR. Kaynak gösterilmeden çoğaltılamaz.
© ALL RIGHTS RESERVED