T ü r k i y e ' n i n   B i r i k i m i

Y A Z A R L A R
"Türk İslam"ı dedikleri bu olsa gerek. Kendin pişir kendin ye!

Türkiye'nin İslam dinine katkıları tüm hızıyla sürüyor!.. Şimdi de Hac'da kesilen kurbanların "israf olmasın diye, Araplar yiyeceğine Türkler yesin diye, derisi de bize kalsın diye" Türkiye'de kesilmesi için kamuoyunu hazırlama ve destek üretme girişimleri başlamış bulunuyor.

Herhangi bir şeklini yaşamaya niyetliymişler gibi İslam'a çeki-düzen vermeye çalışanların; kolaylarına geldiği gibi sadeleştirme çabasına girişenlerin yeni bir din oluşturma iştahı artık ürkütmeye başladı. Kurban'dan başka ibadet tanımayan; dindar vatandaşlarının birçok din kaynaklı sorununa kaynaklık etmekten kendini alıkoyacağına, bir de kurban meselesini üreten, "işine geldiğinde laik, gelmediğinde dindar devlet"in de artık bu düzenleyici rolden vazgeçmesinin zamanı geldi. Ucunda para, deri ve et olan ibadetlere çöreklenen, başka ibadetler ve vecibeler sözkonusu olduğunda despotlaşan anlayış artık iyice sırıtmaktadır.

Bazılarının, el attıkları şeyin alıştıkları "toplum mühendisliği" faaliyetlerine benzemediğini anlamaları gerekiyor. Ki, oynadıkları şeyle çarpılmasınlar.

Bu devlet ki vatandaşının kurban derisi, fitre ve zekatlarını; örgütlü din ve mukaddesat düşmanlığı yapan bir kuruma verdirmeye mecbur etmiş, yönlendirmiş ve diğer bütün bağış seçeneklerini suç ilan etmiştir. Dün bunu yapan, yarın Hacc kurbanlarının da aynı yollarla tüketilmesini mecbur kılabilir, hatta oradan elde edilecek geliri bankaların mali yapılarının düzeltilmesi için bir fona bile aktarabilir. Türkiye'de "resmi mekanizma"nın kaydı altına giren herhangi bir şeyin artık sivil denetimden ve dahası, akıl ve iz'an zemininden çıktığını çok iyi biliyoruz. Bunların hepsi olur, kimse de şaşırmaz.

Ama yine de asıl sorun, derilerin dindarlara hakaret edercesine çarçur edilebilme ihtimalinden önemlidir.

O sorun da şudur...

Sadece kurban meselesinde değil, dinin sosyal görünürlüğünü her alanda seküler değerlerle makyajlama girişimlerini temsil eden ve "Beyaz İslam", "Türk İslam"ı ya da abartılarak "Güleryüzlü İslam" adıyla yapılmaya çalışılan şeyin; Türkiye'yi bin 400 yıllık bir gelenekten koparma, bu ülke insanlarını dünya Müslümanlığı'ndan soyutlama çabası olduğu besbellidir. İslam dünyası ile siyasi birlikteliğini, ortaklık potansiyelini ve stratejik dayanışmasını daha baştan reddeden bu ülkenin, halkını da o dünyanın dışına çıkarmak ve onu Batı dünyası içinde kendi halinde, bir adacığa mahkum etme hesabının tezahürlerini yaşıyoruz. Türkiye'nin İslam olmaklığının, ne bölgesine ne de dahil olduğu uluslar arası sisteme kaşı bir anlam ifade etmemesi için elden gelen yapılıyor. Üstelik bu girişim görünürde anlamlı bir eksene oturtularak, "bidatlara karşı mücadele" verdiğini zanneden medya ulemaları marifetiyle kamuoyuna maledilmeye çalışılıyor. Sonuçta, bid'at geride kalıyor, dinin yansımaları bayağılaşıyor.

Bu çabanın kaçınılmaz sonucu, içeride dinin, kilise modeline indirgenip siyasal ve sosyal tezahürlerden arındırılması, dışarıda da Türkiye'nin periferisindeki bütün İslam uluslarıyla zaten zayıflayan tarihi ve dini bağının tamamen koparılmasıdır.

İslam dünyasına dair derinliği, "petrol zengini tembel Araplar, yoksul İslam dünyasının hakkını yiyor"dan öteye geçmeyen bir akılla, her fırsatta Arap'a, Acem'e düşmanlık göstermeyi marifet bilen ama sırası geldiğinde modernliği de Müslümanlığı da kimseye bırakmayan bir anlayış Türkiye'yi hak edilmemiş bir böbürlenmeye mahkum ediyor. Oysa, ne kadar yok sayılmaya çalışılırsa çalışılsın bu ülkenin dünya uluslar ailesinin muteber bir üyesi kılınabilmesinin tek referansı bu coğrafyanın bir İslam toprağı, bu halkın da Müslüman oluşudur. Bu harita ve silüet üzerindeki her türlü deformasyon bizi sadece kimliksizleştirmez, gülünç duruma da düşürür.

Hac, Dünya Müslümanlığı'nın zirvesi, İslam kardeşliğinin her yıl tazelenen akdidir. Orada Arap, İngiliz, Sudanlı, İranlı, Endonezyalı ve tabii ki Türk, aynı anda ayrıcalıksız bulunacak, aynı ihramla, aynı şartlarda ibadet edecek ve aynı niyetli kurbanını kestikten sonra; hem bir farzı yerine getirmenin hem de din kardeşliğinin lezzetiyle ülkesine dönecek. Bu tablo içerisinde, kurban etini din kardeşinden esirgeyerek, "elin Arap'ı yiyeceğine, benim vatandaşım yesin" demek yoktur. O sırada zaten bütün İslam ülkelerinde zaten kurbanlar kesilmekte ve İslam coğrafyasında görkemli bir dayanışma yaşanmaktadır. Mesele, fakir oldukları için et yiyemeyenlerle dayanışma ise bunu "laikliği zedelemeden!" sağlamanın da birçok yolu vardır.

Amerikayı yeniden keşfetme hayaliyle başlayıp sonuçta, "kendin pişir kendin ye" noktasına dayanan "Türk İslam"ı safsatasından kurtulmanın zamanı artık geldi.


29 Ocak 2002
Salı
 
MUSTAFA KARAALİOĞLU


Künye
Temsilcilikler
ReklamTarifesi
AboneFormu
MesajFormu

Ana Sayfa | Gündem | Politika | Ekonomi | Dünya
Kültür | Spor | Yazarlar | Televizyon | Hayat | Arşiv
Bilişim
| Aktüel | Dizi | Röportaj | Karikatür
Bu sitede yayınlanan tüm materyalin HER HAKKI MAHFUZDUR. Kaynak gösterilmeden çoğaltılamaz.
© ALL RIGHTS RESERVED