T ü r k i y e ' n i n   B i r i k i m i

Y A Z A R L A R
Yeniden Washington'dayım

ABD'ye yerleşik ve sistemi 'içinden' tanıyan bir dost, "Tayyip Bey, keşke, söyleyeceklerini bir tercümana muhtaç olmadan muhataplarına aktarabilseydi" dedi. Ben de, "Keşke, Tayyip Bey, siyasi yasaklı olduğu günlerde burada bir süre yaşamış olsaydı" diye içimden geçirdim. Bazen dil anlaşmamanın da aracıdır, bilirsiniz; algılaması farklı toplumlara kendi dilleriyle hitap etmek bile yeterli olmaz. Turgut Özal'ın ABD ile ilişkilerinde başarısı sadece İngilizce bilmesi değildi; 1970'li yıllarda Washington'da yaşarken elde ettiği deneyim sonradan ona çok yardımcı oldu.

İngilizce de biliyordu, ama Süleyman Demirel'in ABD ile ilişkisi hiçbir zaman iyi olmadı; ne Amerikalılar onu anladılar, ne de o Amerikalıları... Hem de Türkiye'nin ilk Eisenhower burslusu olarak 1950'ler ABD'sinde iki yıla yakın süre kaldığı halde... Süleyman Bey'in ABD ve Amerikalılar hakkında düşündükleri Cüneyt Arcayürek'in kitaplarında var; Amerikalıların onun hakkında düşündükleri ise kulaklarımda çınlayıp duruyor...

Tayyip Erdoğan ABD'ye ne düşüncelerle geliyor, bilemiyorum; ancak burada iki türlü Amerikalı ile karşılaşacak: Biri, Türkiye'yi çok iyi bilen, kendisini de izlemiş ve fazla ters bakmayan Amerikalılar; onların bazısıyla kahvaltı veya yemeklerde başbaşa görüşme fırsatı bulacak AK Parti lideri... Diğeri ise, Türkiye'yi iyi bilen, ancak kendisini aracılarla tanıdığı veya medyadan öğrendiği için önyargılara sahip olan Amerikalılar; onlar da kendisi hakkında doğrudan fikir sahibi olabilmek amacıyla açık toplantılara katılmayı yeğleyecekler...

Bilen bilir, ABD'deki düşünce üreten kuruluşlarda yapılan toplantılar, Amerikan yargı sistemindeki çapraz sorgulamalar gibi geçer. Hitabet kabiliyetinden çok hatibin ne söylediğidir önemli olan; bir de neyi nasıl söylediği. Amerikalılar 'vücut dili' okumaya da olağanüstü meraklıdırlar. Dostumun, "Keşke İngilizce konuşabilseydi" demesinin sebebi bu. Özal, elini kolunu sallayarak verdiği samimi vücut mesajlarında da olağanüstü başarılıydı.

Tayyip Erdoğan'ın gelmesinden önce, Türkiye'ye ilgi duyan çevrelerin görüşlerini öğrenmeye çalıştım. Refah ve Fazilet kökeninden gelen genç bir politikacının hangi sebeplerden eskilerle yolunu ayırdığı en fazla merak edilen konu burada. Çizgisinde devam eden unsurlar neler, hangi görüşlerini geride bıraktı? Eğer kendisi bu konulara girmezse bunu açacak sorularla karşılaşabilecek... Kendisinden beklenen "Ben İslâmcı değilim" mesajı değil; İslâmî kimlikli ama çağa açık bir politikacının düşünceleri onları ilgilendiriyor. Dostum, "Merak edilen, kavramların içini nasıl doldurduğu" dedi bana...

AK Parti ABD'ye hazırlıklı geliyor. Bunlardan biri, parti programının İngilizce çevirisi... Anladığım kadarıyla, Türkiye'yle ilgili Amerikalılar AK Parti programından haberliler. Dışişleri bakanlığı uzun bir özetini yapmış, hatta CIA bütünü gözden geçirmiş bile olabilir. Konferanslarına katılacak Amerikalılar, büyük ihtimalle, programda takıldıkları konuları da Erdoğan'a soru olarak yöneltecekler...

Heyetin buraya geldiği günler, Afganistan'da iyi başlayıp çabuk sonuç almış 'terörle savaş' kampanyasında Bush yönetiminin darboğaz yaşadığı bir döneme denk geldi. Ciddi tepkilere muhatap ABD ve bu tepkilerin hepsine Afganistan için belirlediği türden cevap verebilecek durumda değil. Filipinler'den Suudi Arabistan'a, Endonezya'dan Bosna'ya uzanan büyük bir coğrafyayı kan ve ateşe boğamayacağını Washington da görüyor. Başlangıçta çok kolay görünen 'görev' şimdilerde zorlaşmaya başladı.

Dikkatler, biraz da bu yüzden, 'Türkiye modeli' üzerine çevrili. Washington'a yanında Diyanet işleri başkanı ve nâdide bir tarihi Kur'an-ı Kerim hediyesiyle gelen Bülent Ecevit'in 'Türkiye modeli' ile kast edileni anlamadığı, başka bazı gelişmelerle birlikte, TCK 159 ve 312. maddelerle ilgili tavrından da belli oldu. 'Türkiye modeli' kavramının içini doldurabilecek teklifler beklenecek Tayyip Erdoğan'ın ağzından. Toplumun bütününü kucaklayacak bir siyasi parti ve kimseleri ürkütmeyen bir lider profili çizebilirse, AK Parti'nin Washington temasları boşa geçmemiş sayılabilir...

Gerçi ben o ziyaretleri izlememiştim, ancak güvendiğim meslektaşlarla Washington sâkinlerinin bana aktardıklarından, Necmettin Erbakan ve Recai Kutan'ın değişik zamanlarda çıktıkları ABD gezilerinin fazla tatmin edici geçmediğini biliyorum. İki taraflı bir tatminsizlik söz konusuydu: Türkiye'den gelenler düşük düzeyde ilgi gördüler; Amerikalılar da o kadar zahmeti göze alarak karşılarına gelenlerin aktarmaya çalıştıklarını algılamakta zorlandılar. Biri, "Neden gittim diye sonradan kendimi suçladım" bile dedi bana...

Erdoğan'ın ABD gezisinin Washington bölümü, heyetinde bir emekli büyükelçi, birden fazla Amerikan eğilimli parti üyesi bulunduğu, önceki gezilerde işlenen hataları iyi bilen Abdullah Gül nezaretinde geçeceği için farklı olabilir.

Bu gezinin en önemli başarısı, galiba, peşin fikirlerin iki taraflı yıkılması gerçekleşebilirse yaşanacak... Varsa ABD'ye yönelik eleştirilerini ve açmaz gibi görünen uluslararası sorunlar hakkındaki çözüm tekliflerini dile getirecek Tayyip Erdoğan'ın söylediklerini Amerikalılar not alacaklar.

Buradayız, göreceğiz.


29 Ocak 2002
Salı
 
TAHA KIVANÇ


Künye
Temsilcilikler
ReklamTarifesi
AboneFormu
MesajFormu

Ana Sayfa | Gündem | Politika | Ekonomi | Dünya
Kültür | Spor | Yazarlar | Televizyon | Hayat | Arşiv
Bilişim
| Aktüel | Dizi | Röportaj | Karikatür
Bu sitede yayınlanan tüm materyalin HER HAKKI MAHFUZDUR. Kaynak gösterilmeden çoğaltılamaz.
© ALL RIGHTS RESERVED