T ü r k i y e ' n i n   B i r i k i m i

Y A Z A R L A R
Ne idik, ne olduk ve niçin?

Bu, farklı bir yazı. Aşağıda kısa aralıklarla okuduğum üç ayrı metinden alıntılar bulacaksınız. Metinlerden biri, çok satan bir gazetede geçtiğimiz hafta çıktı ve kıdemli bir diplomatımızın imzasını taşıyor. İkinci metin biraz eski, ama şimdilerde çıkmaya başlayan bilimsel bir dergide yayımlandığı için 'yeni' sayılır; Mısır'ın ünlü yazarlarından Ahmed Emin'in 1928 yılında Türkiye'de geçirdiği günlerle ilgili anılarından bir bölüm bu. Üçüncü metin ise, Türkiye'yi anlamaya çalışan bir kadronun yıllardır çıkardığı Defter dergisinin son sayısında okuduğum çözümlemenin giriş bölümü.

Metinlerden biri bugünümüzü, ikincisi 75 yıl öncemizi sergiliyor; üçüncü metin ise, bunun neden böyle olduğunu -bence- izah ediyor. Bu üç metni altalta koyup birarada okumak bana ilginç geldi; bakalım siz nasıl bulacaksınız?

İlter Türkmen'in gözüyle bugünkü Türkiye:

"Türkiye'yi Batılı ülkelerden farklı kılan önemli bir özelliği, günlük yaşamı kaplayan gürültüdür. Radyolar ve televizyonlar sonuna kadar açılır, sürücüler her fırsatta korna çalar, insanlar birbirleri ile yüksek sesle veya bağrışarak konuşur, televizyonlarda seyrettiğimiz gibi acı veya tatlı her sosyal olay bir hayhuy içinde geçer. Toplumumuzun bu özelliğine hepimiz alışığız. Fakat bunun yanında yadırgadığımız ve zaman zaman bizi isyan ettiren bir olgu var: Servetin gürültülü küstahlığı. Batı ülkelerinde zenginler servetlerini teşhir etmekten mümkün olduğu kadar kaçınırlar. Bizde ise birkaç kuşaktan beri servet sahibi olup bunu hazmetmiş bulunanlar dışındaki zenginler sosyal vicdanı rencide edecek bir gösteriş merakına kapılmışlardır. Üstelik paranın kendilerine başkalarını rahatsız etme hakkı verdiğini zannederler. Tekneleri ile plajlardaki halkı huzursuz edecek kadar sahile yaklaşırlar, denize mazot salarlar, sürat motorları veya jet-skileri ile herkesi korkuturlar, yatlarının pis su tanklarını nizami uzaklığa varmadan boşaltarak denizi kirletirler. Otomobillerinin markası ne kadar ünlüyse, o derecede fütursuzca trafik güvenliğini tehdit ederler." (İlter Türkmen, "Toplumsal küstahlık", Hürriyet, 28 Temmuz 2001)

Mısırlı tarihçi Ahmed Emin'in (1878-1953) anılarından bir bölüm:

"Türklerin iki huyu hoşuma gitti: Temizlikleri ve sâkinlikleri. Temizlik, günlerini kuru ekmek yiyerek geçiren fakirin evine bile girmişti. İstanbul'da fakirlerin evi basit bir şekilde döşeli olup oda hasırla kaplıdır. Fakat bir Türk, kendisinin ya da misafirinin ayakkabı ile oraya basmasına asla izin vermez. Trenlere, troleybüslere bindik. Şehrin, birinci sınıftan dördüncü sınıfına kadar farklı lokantalarında yemekler yedik. Kahvehanelerde oturduk. Bütün buralarda temizlikten başka bir şey göremedik. Bu da Türkler için övünülecek bir durumdu. Sâkinliklerine gelince; kaldığımız kırk gün içinde caddelerde ve tramvaylarda ne bir kavga ne de bir kargaşa gördük. Kahvehaneler insanlarla dolu olduğu halde gözlerini kapatırsan, kimse yok zannedersin. Gerçekten, Türkler, bu iki konuda söylendiği gibi Doğunun İngilizleridir. Belki de bu iki konunun dikkatimi çekmesi, bu iki özelliğin Mısır'da hemen hemen hiç olmamasından dolayıydı." (Doç. Hüseyin Yazıcı, 'Nüsha' dergisi, s. 1, s. 18, 2001).

Üç ayda bir çıkan 'Defter' dergisinde buluşan aydınlar arasında, Bülent Somay, yaşananları anlamlandırmayı amaçlayan denemeleriyle dikkat çekiyor. Derginin son sayısında, "Bir garp mukallidi züppenin itirafları" başlıklı uzun yazısı şöyle başlıyor:

"Daha başlığından itibaren kendi üstüne kapanan, kendini nesne alan bir yazı bu. Çünkü (H)er ne kadar 'Garp Mukallidi Züppe' aslında Şarklı bir ifadeyse de, bir tarz olarak 'itiraflar' Şark'a yabancıdır. Şark'ta cürm-ü meşhut halinde yakalanmadığınız sürece inkâr etmektir aslolan. İtiraf zorla, işkence altında alınır bu coğrafyada, o da çoğu zaman gerçeği değil, işkencecilerinizin duymak istediklerini söyler. Lâikler 'aslında' ne kadar dindar olduklarını, dindarlar 'aslında' ne kadar lâik olduklarını kanıtlamak için dil döker; komünist 'aslında' ne kadar milliyetçi, vatanperver olduğunu anlatır yana yakıla, liberal 'aslında' sosyal devletten yanadır. Garplı olabilmek, en azından öyle görünebilmek için içi giden 'buralı' münevver, 'aslında' Garp mukallitlerine ateş püskürmektedir; şu yarım Şarklılığımızın içine kapansak, ben de bu âlemin kralı olsam hesapları içindeki münevver ise 'aslında' muasır medeniyet seviyesine erişelim diye çabaladığını iddia eder. Bir türlü itiraf edilemez, alınlar asla açık değildir. Hiçbir şey göründüğü gibi değildir, ama ısrarla başka türlü görünmeye devam eder. O yüzden de herkes 'aslında' olduğunu iddia ettiği şeyin bir karikatürüne dönüşür zamanla. Öteki'sinin travestisi olur.

"Garp mukallidi züppe, Fransız (ya da Alman, ya da lngiliz, ya da Amerikan) muhibbi, monbey, kültürel emperyalizmin oyununa gelmiş küçük burjuva aydını. Kimdir bu şahıs? Ne yer, ne içer, nasıl yaşar? Nasıl bu hale gelmiştir? Onun için bir kurtuluş var mı? (..) Yerel, 'buralı', 'Anadolu'nun bağrından çıkmış', kendine benzeyen, sahici birileri var mı? Böyle olduğunu iddia edenler ne kadar gerçeği söylüyorlar? Eğer (kısmen de olsa) gerçeği söylüyorlarsa, onlara yardım etmek için ne yapabiliriz?" (Defter, s. 43, Bahar 2001, s. 39).


2 Ağustos 2001
Perşembe
 
TAHA KIVANÇ


Künye
Temsilcilikler
ReklamTarifesi
AboneFormu
MesajFormu

Ana Sayfa | Gündem | Politika | Ekonomi | Dünya
Kültür | Spor | Yazarlar | Televizyon | Hayat | Arşiv
Bilişim
| Aktüel | İzlenim | Dizi | Röportaj | Karikatür
Bu sitede yayınlanan tüm materyalin HER HAKKI MAHFUZDUR. Kaynak gösterilmeden çoğaltılamaz.
© ALL RIGHTS RESERVED