AYDINLIK TÜRKİYE'NİN HABERCİSİ
Albaraka Türk

Y A Z A R L A R
Neden barış olmaz?

Filistin ile İsrail arasında "barış"ın bu şartlarda, bu yaklaşımla bu zaman diliminde adeta imkansızı denemek anlamına geldiğinin işaretleri belirmeye başladı. İşgal sonrası Irak'ın alacağı şekil ne olursa olsun Ortadoğuda dengeleri önemli ölçüde belirleyecek olan Filistin-İsrail dengesi ve bu çerçevede oluşacak ilişkiler konseptidir.

Filistin'le İsrail arasında bir anlaşmanın gerçekleşebilmesi için şu ana başlıklara ilişkin bir anlaşmanın olması gerektiğini belirtmiştik: Kudüs'ün statüsü, Filistinli mültecilerin dönüşü ve Yahudi yerleşimcilerin işgal edilmiş toprakları boşaltması. Bu konularda temel bir uzlaşma olmadan başlatılacak görüşmeler sonuçta İsrail'e zaman kazandıracak, fiili olarak işgal politikaları devam edecek demektir.

Müzakerenin üç şartı

Ancak iki taraf arasında bir müzakere sürecinin yeniden başlatılabilmesi için diplomatik ve uluslararası hukuk normları açısından yerine getirilmesi gereken şartlar var. Çoğunlukla biçimsel ayrıntı gibi görünen fakat sonucu belirleyecek temel çelişkiler giderilmeden değil barış yapmak bir müzakere sürecini başlatmak bile mümkün değildir.

Nitekim Ariel Sharon'un Mescid-i Aksa'ya yaptığı provakatif ziyaret sonucunda ikinci intifadanın başlamasıyla son bulan Barış Sürecinin işlememesinde tarafların pozisiyonuna ilişkin eşitsizliğin ve derin farklılaşmanın etkisi büyüktür.

Barışın gerçekleşmesi için nasıl üç şart varsa müzakere sürecinin başlatılması içinde üç şart var. Filistin ve İsrail arasında bir müzakere sürecinin başlatılabilmesi için yerine getirilmesi gereken asgari şartları, yeni çıkan "Filistin, Çıkmazdan-Çözüme" (Küre yayınları) isimli kitaptaki makalesinde Prof. Ahmet Davutoğlu şöyle sıralıyor: Referans ve norm çerçevesinin yeniden oluşturulması, eşit müzakere statüsü, uluslar arası hukukun eşit geçerlilik alanı. Kısaca açacak olursak: iki tarafın da başvurduğu BM referanslarından farklı anlamlar çıkarılması süreci tek başına tıkamaya yeter. Bu anlamda 'yol haritası'nın tek olumlu sayılabilecek sinyali bu zamana kadar BM 242 sayılı kararında belirtilen işgal edilmiş topraklar tanımını bile tartışmayan Sharon'un işgal gerçeğini dolaylı da olsa kabul etmiş olmasıdır. İkinci husus, taraflar arasındaki eşit müzakere statüsünün oluşması için eşit düzeyde temsiliyet gerekmektedir. Arafat'ın başına gelenlerden sonra onun yerine daha güçsüz pozisyonda muhatap kabul edilen Abbas'ın Filistin tarafını yeterince temsil edeceği düşünülebilir mi? Devlet olarak tanınmamış bir tarafın eşit şartlarda barış müzakerelerini sürdürebilmesi düşünülemiyeceği gibi.

Tarafların müzakere sürecini başlatabilmelerini engelleyen en temel saiklerden biri uluslararası hukukun eşit geçerlilik alanının bulunmamasıdır. Amerika'nın, işin başında İsrail'in güvenliğini esas alan bir müzakere süreci tek yanlı, adil ve eşit olmayan bir norm çelişkisi sergiliyor. İsrail'in güvenliği argümanı uluslar arası hukuk açısından eşitsizlik olması bir yana karşı tarafı alçaltıcı, hiçe sayan bir yaklaşım.

İsrail'in itirazları

Bu üç şart gerçekleşmeden müzakere sürecinin dahi başlaması, başlasa bile yürütülmesinin mümkün olmadığı açıktır. Böylesi tanımsız, ortak referansları olmadan ve karşılıklı mütekabiliyet esasına dayanmayan müzakerelerin daha yolun başlangıcında çatışmaları körüklemesi kaçınılmazdır.

Gerçi insanoğlunun her türlü tarihi, kültürel birikimine miyop bakan, bu nedenle özellikle Ortadoğuyu askeri ve ekonomik gücüyle belirleyeceğinin düşünen Bush bu girişimine yol haritası diyor. Burada bir barış ve buna giden bir müzakere sürecine doğrudan atıfta bulunmuyor. Yol haritası, isimlendirme düzeyinde bile, başlı başına dikte ettirmeyi, dayatmayı çağrıştıran uzlaşma- anlaşmadan çok belirlenmiş direktifleri içeren çağrışıma sahip.

İsrail'in bu olumsuz tabloya bile baştan rezervleri var. Buna genel tutumu nedeniyle Amerikanın rezervlerin de eklemek gerekiyor. Mesela Amerika'nın İsrail'in güvenliğini esas alması ile Sharon'un Filistin kökenli terörün durdurulmasını şart koşması arasında temelde bir fark yok. İsrail'in uyguladığı devlet terörünü yok sayan, Filistin saldırılarının neden kaynaklandığını hiç dikkate almayan yaklaşımın körlüğü bir yana müzakere masasına çağrılan taraflardan sadece birini insan yerine koyan ırkçı bir yaklaşım sergileniyor. Üstelik bu bizzat bölgeye barış getirmek için ağırlığını koyan Amerika tarafından dillendiriliyor.

İsrail'in onlarca şartları arasında peşinen ortaya koyduğu şu madde bile Filistinlilerin barışı neden istemeyeceklerini anlamaya yeter: "Bölgesel Filistin devleti" askeri güçten tamamen arındırılmalı, tüm giriş-çıkışlar, hava sahasının kontrolü İsrail'de olmalı. Devletin isminden başlayarak sınırlarına kadar her şeyi baştan rehin alan bir müzakere sürecinin sonuçlarını şimdiden tahmin edebilmek için diplomasi uzman olmak gerekmiyor. Abbas'ın Filistinlilerin yaşadığı zulümle İsrail'de yaşananları aynı kefeye koyması bile pusulasızlığı anlamak için yeterli.

Bu konuda ya Bush gibi askeri gücüne çok güvenen ve Irak'ta olduğu gibi güçle her şeyi yapabileceğini düşünen miyop bir dünya lideri olmalısınız, ya da Sharon gibi bu durumu istismar eden bir sabıkalı. Abbas gibileri ise tarihin çöplüğünde unutulup giderler.


10 Haziran 2003
Salı
 
AKİF EMRE


Künye
Temsilcilikler
AboneFormu
MesajFormu

Ana Sayfa | Gündem | Politika | Ekonomi | Dünya
Kültür | Spor | Yazarlar | Televizyon | Hayat | Arşiv
Bilişim
| Dizi | Röportaj | Karikatür | Çocuk
Bu sitede yayınlanan tüm materyalin HER HAKKI MAHFUZDUR. Kaynak gösterilmeden çoğaltılamaz.
© ALL RIGHTS RESERVED