YeniSafak.com “ Türkiye'nin birikimi... ” Yazarlar

 
Ana Sayfa...
Gündem'den...
Politika'dan...
Ekonomiden...
Dünya'dan...
Kültür'den...
Yazarlar'dan
Spor'dan
Bilişim'den
Dizi...

  Arşivden Arama

  I Explorer Kullanıcıları, TIKLAYIN.

 

3 gün Avrupa

Son üç gündür Avrupa'daydım. Fransa, Almanya ve Hollanda'da bizim insanlarımızla birlikte oldum.

Şunu diyebilirim ki, buralarda görevli bir Türk diplomatı olsam, edindiğim izlenimler, benim için alarm niteliği taşırdı. Tuttuğum nabzı Ankara'ya aktarır, Ankara'yı elektriklendirirdim.

Buralardaki insanların Türkiye'ye bakışlarında ciddi bir heyecan düşmesi oluştuğunu söylemek asla bir abartma sayılmamalıdır. Bunu da "soğukluk" diye ifade etmemek için böyle söylüyorum.

Birisi, muhafazakâr duygularıyla tanıdığım çocuklarının Türkiye'ye bağlılık duyguları canlı kalsın diye itina gösteren birisi şöyle diyordu:

- Bu sene Türkiye'ye gitmedim, içimde bir eziklik oluşmadı. Oysa ben her sene Türkiye'ye gitmeden duramazdım.

Nedir bu psikolojiyi besleyen arka plan?

Son birkaç yıldır yaşananlar buralardaki çok geniş dindar-muhafazakâr kesimlerin duygularını kırmış, yaralamış. Her karşılaştığınız insan;

- "Ne olacak bunun sonu?" diye soruyor.

Umut dağıttım. "Türkiye'yi sevin, dedim. Güzel günler gelecek, bunun ışıltıları görülüyor" dedim. "Cumhurbaşkanı'nın, Yargıtay Başkanı'nın tavırları, hukuku arka plana iten sürece insanî bir karşı tavırdır. Bunlar Türkiye için umuttur" dedim.

Ama insanlar çok ikna olmuş gibi bakmıyorlar gözünüze...

Meselâ Alman vatandaşı olmuş bir genç adam, şaşırtıcı bir kıyaslama yaptı:

- Türkiye gümrüğüne Türk pasaportu ile gitseniz karşınıza binbir güçlük çıkarılır. Bir biçimde rüşvet vermeden geçemezsiniz. Oysa aynı kişi Alman pasaportu ile gümrüğe girse üç saniye beklemeden geçer.

Soru çok net:

- Siz kendi ülkenizin pasaportuna saygı göstermezseniz kim gösterir?

Üçüncü nesil Türk çocukları Türkçe bilmiyor.

Üçüncü nesil Türk çocukları Alman isimleri alıyor.

Cezaevlerinde Türk gençleri en kalabalık grubu oluşturuyor.

Uyuşturucu Türk çocuklarını vuruyor.

Ne bunlar?

Bunlar bir alarma yol açmıyorsa ne açar?

Nasıl bakıyor Türkiye Avrupa'daki insanlarına?

Yani buradaki insanların, yarın, Türkiye için bir "diaspora" değeri olsun diye düşünülüyor mu?

Yoksa, "Nasıl olsa biz de AB ile bütünleşeceğiz, varsın bir an önce entegre olsunlar" tarzında bir düşünce mi belirliyor bu bigâneliği?

"Biz kültürel değişime uğratamadık, varsın Batı toplumu dönüştürsün" mü deniyor yoksa?

Oysa ortada bir "entegre oluş-bir uyum sağlayış" falan yok.

Belki aklı başında Almanlar'ın, Fransızlar'ın, Hollandalılar'ın bile ürktükleri bir yozlaşma söz konusu...

En sahipsizi Türk çocukları sanki.

Sizin çocuğunuzun din dersi görmesiyle o ilgileniyor nerdeyse. Çünkü, uyuşturucu müptelâsı bir genç, ismi ister Hans olsun, ister Hasan aklı başında herkesi tedirgin ediyor.

Gerçekten, Avrupa'daki Türk varlığının, Ankara için ne anlam ifade ettiğini Avrupa'ya bakıp tanımlamak müşkül. Bir teşhis konacak ya da, çok karamsar sözler söylenebilir ancak.

Sahipsizlik derin bir sarsılış halinde yansıyor buradaki insanlarımıza..

Din dersinin mücadelesini kendi başına vermek zorunda...

Türkçe eğitimin mücadelesini öyle...

Çocukların eğitimi başlı başına bir dert.

Türkiye'ye göndermek bir dert, Avrupa'da okutmak başka dert. Hele kız çocukları...

Oysa hukuk planında tanınmış pekçok hak var. Bir öncülük eden olsa, pekçok konuda önü açılacak buradaki insanlarımızın...

Şimdi onlar el yordamıyla Avrupa'yı okumaya, orada tutunmaya, yarınlarda daha iyi şeylere kavuşmak için adımlar atmaya çalışıyorlar. Düşe düşe yürümeyi öğreniyorlar adeta. Yer yer genç adamlar gördüm Avrupa korkusunu aşmış ve "Yahu bizim bu âleme taşıyacağımız pekçok güzellik var" diyebilen... Meselâ sıcakkanlılığımızı, dost yüreğimizi, diğergâmlığımızı, bireyciliği aşan insancıl boyutumuzu, çocuk sevgimizi, eşimize, ailemize bağlılığımızı...

Evet var, bizden olanlar içinde de dönüşen, başkalaşan, cinsel özgürlük anaforunda kadın, erkek, aile, çocuk mefhumlarının pusulasını kaybeden var...

Ama bir başka damar daha var, bugüne kadar içe kapanıp, kendini koruma içgüdüsünü zırh edinen damar, şimdi biz bu dünyaya "sevgi-fedakârlık-sadakat" gibi şeylerin insanla birlikte yaşaması gereğini anlatabiliriz diyor.

Ankara, derin telâş içinde. Bu yüzden Avrupa'daki insanlarıyla ilişkisi beklenenin çok altında...

Dua edelim de, diri damar gelişsin. Başkalaşan çizginin büyümesi oranında Türkiye'nin Avrupa'daki geleceğinde fireler oluşacak. Biz insan hazinesini savurduğumuzun farkına vardığımızda keşke geç olmasa...


17 EKİM 2000


Kağıda basmak için tıklayın.

Ahmet Taşgetiren

 


Ana Sayfa | Gündem | Politika | Ekonomi | Dünya | Kültür | Yazarlar | Spor | Bilişim | Dizi
İnteraktif: Mesaj Formu | ABONE FORMU | İNTERNET TARAMA FORMU | KÜNYE | ARŞİV

Bu sitede yayınlanan tüm materyalin HER HAKKI MAHFUZDUR. Kaynak gösterilmeden çoğaltılamaz.
© ALL RIGHTS RESERVED

Bu sitenin tasarım ve inşası, İNTERNET yayını ve tanıtımı, TALLANDTHIN Web tarafından yapılmaktadır. İçerik ve güncelleme Yeni Şafak Gazetesi İnternet Servisi tarafından gerçekleştirilmektir. Lütfen siteyle ilgili problemleri webmaster@tallandthin.com adresine bildiriniz...