YeniSafak.com “ Türkiye'nin birikimi... ” Yazarlar

 
Ana Sayfa...
Gündem'den...
Politika'dan...
Ekonomiden...
Dünya'dan...
Kültür'den...
Yazarlar'dan
Spor'dan
Dizi...


  Arşivden Arama

 

 

Biraz 'liberal demokrasi' çalışalım!..

Şu anda "Sırp Kasabı" Miloseviç, "rejimi korumak için" her türlü üç kağıdı çeviriyor. Seçim sonuçlarını çarpıtmaktan, siyasi rakiplerini susturmaya kadar uzanan her yolu deniyor.

Bereket dünyada "Miloseviç"lerin sayısı çok fazla değil.. Çağımızda "soykırım suçluları" giderek azalıyor..

Ama dünyanın her ülkesinde, kendine göre bir "rejim" var..

Ve her ülkede devlet yetkisi kullanan kesimler, rejimlerini korumaya çalışıyor..

Bu "rejim" kavramına, bazan "krallık", bazan "cumhuriyet", bazan "şeriat", bazan "demokrasi", bazan "laiklik" giriyor..

Acaba bu "rejimi korumak" meselesini, geniş halk kitleleri doğru algılıyor mu?

Kanımızca bu konuyu, enine-boyuna tartışmamız gerekiyor.. Değişik dönemlere göre, değişik kesim ve görüşlerin "rejim düşmanı" veya "rejimin tehdidi" olarak görüldüğü bir coğrafyada yaşıyoruz..

İsterseniz sözü, Liberal Düşünce Topluluğu Başkanı Prof. Dr. Atilla Yayla'ya bırakalım.. Onun, http://liberal-dt.org.tr. internet sitesindeki "Demokrasiyi Koruma Kılavuzu" makalesinden alıntılar yapalım..

Bu makaleyi okurken, "meşruiyet"in herşeye yetmeyeceğini, daha derinine hissedeceksiniz..

Evet. Prof. Dr. Yayla, özetle şöyle diyor:

-Her rejimin kendini korumaya çalıştığı-çalışacağı ve buna hakkı olduğu görüşü, siyaset felsefesi açısından, evrensel bir olguyu-vakıayı yansıtabilir ama evrensel bir değeri veya ölçüyü yansıtamaz. Öyle olsaydı, bizim, rejimler arasında -özgürlük, insan hakları, siyasî katılım gibi- değerlere dayanan bir ayırım ve tasnif yapma imkânımız kalmazdı. Kurulu her rejimi, verili her durumu meşru kabul etmemiz, yani statükoyu her halükârda benimseyip ona uymamız gerekirdi. O zaman her türlü otoriter ve totaliter rejimi sorgulama teşebbüsümüz de hem temelsiz hem de yararsız olurdu.

-Bir rejimin-sistemin meşruluğunu sadece onun bir zamanlar bir şekilde kurulmuş olmasında arama çabası bizi eninde sonunda her türlü evrensel ahlâkî ve felsefî ilkenin dışlandığı, siyasal sistemleri değerlendirmede kaba gücün tek ölçü olarak kabul edildiği bir duruma götürür. Böyle bir durumda ne zamanımızın basit otoriter rejimlerini, ne de 20. yüzyılın insanlığa felaket bahşeden totaliter rejimlerini sorgulayabiliriz. Ne Yahudiler'i soykırıma tâbi tutan Hitler'i, ne de parti kadrolarını, etnik toplulukları, Rus köylülerini vahşice katlettiren Stalin'i kınayabiliriz. Düzenin bir defa kurulmuş olması onun meşru olmasına yetiyorsa ve her düzenin kendini koruma hakkı varsa, sosyalist diktatörlüklerin fikir özgürlüğüne geçit vermemesini, farklı fikirlerin sahiplerini psikiyatri hapishanelerinde çürütmesini, sadece ve sadece bir arkadaşına yazdığı mektupta Stalin'i eleştirmesi yüzünden Sovyet Rusya'nın Soljenitsin'i yıllarca çalışma kamplarında yatırmasını da; Şili diktatörü Pinochet'in bine yakın kimseyi adamlarına öldürtmesini de; Castro'nun siyasî muhaliflerini zindanlara doldurmakla yetinmeyip bütün Küba'yı açık bir hapishaneye dönüştürmesini de eleştiremeyiz.

Bir başka önemli konuya da şöyle değiniyor Prof. Dr. Yayla.. Bu konu, Türkiye'deki güncel uygulamaları da yakından ilgilendiriyor.

-Herkesin teorik olarak eşit derecede sahip olduğu insan haklarının hukukî ve anayasal teminat altına alınması demokrasiyi korumanın ve güçlendirmenin bir diğer yoludur. Anti-demokratik hareketlerin yapmak istediği şey, iktidara gelerek bazılarının haklarını gaspetmekse, iktidarı hakları teminat altına alan bir hukuk sistemi ve anayasal çerçeveyle sınırlamak bunu önlemenin en etkin ve en pratik yoludur. Hukukun üstünlüğü ve anayasal koruma altındaki insan hakları, aynı zamanda liberal demokrasilerin temel talebi olan (hem yetki hem alan bakımından) sınırlı devlet (siyasî yönetim) ilkesine ulaşmanın da yöntemidir. Bir grup, siyasî süreçte başarılı olarak iktidara gelmek ve iktidara gelince de toplumun tamamına veya bir kesimine bir kıyafeti empoze etmek mi istiyor? Bunu önlemenin yolu o grubu-partiyi yok etmek değildir; iktidarlara kıyafete müdahale yetkisi vermemek, siyasî yönetimleri bu bakımdan hukukî ve anayasal olarak sınırlandırmaktadır. Ama siz, istikbaldeki bir korkudan kaçınma adına, bir gruba baskı uygular, acı ve korku yaşatır, başınıza gelmesini istemediğiniz şeyleri onların başına getirirseniz, aslında onlara, "bakın, ben şimdi güce sahibim, size bunu yapıyorum, siz de gücü ele geçirin, bana istediğinizi yapın" mesajını vermiş olursunuz. Bu baskıcı politikalardaki meşruiyet referansının ne olduğunun bir önemi yoktur. Çünkü herkesin referansı kendinedir ve her referans çerçevesi kısmîdir. Genelleştirilmek istenen her kısmî referans çerçevesi baskıcı bir ortam yaratır.

Atilla Yayla'dan alarak sizlere sunduğumuz bu görüşleri, devletin de toplumun da özümsemesi gerekiyor. Çünkü önümüzde açılan ve "Kopenhag Kriterleri" ile simgelenen özgürlük ve hukuk ufkunda, bu görüşler var..

Son sözü, yine Atilla Yayla'ya bırakalım:

-Kısaca demokrasi adını verdiğimiz siyasî yönetim biçimi aslında liberal demokrasidir ve demokrasiye bağladığımız birçok değer liberalizmin ona aşıladığı değerlerdir. Bunlar arasında özellikle önemli olanları hukukun hakimiyeti ve anayasal koruma altına alınmış insan haklarıdır. Bunlara bir de yaygın ve genel siyasî katılımın eklenmesiyle liberal demokrat siyasî yapının ana hatları ortaya çıkar. O halde bir demokrasiyi kuvvetlendirmek istiyorsak, yapılması gereken şey bunları kuvvetlendirmektir. Hukukun üstünlüğünün olmadığı yerde, iktidarda hangi partinin bulunduğunun önemi yoktur. Hukukun üstünlüğü, kısaca, hukuk kurallarının soyut, genel, eşit olması, yönetilenler kadar yönetenlerin de bu kurallara bağlı olmasıdır. Keza, hukukun üstünlüğü, hukukun, en azından bütünüyle, parlamento, monark, "cunta" veya başka bir organın ürünü olmaması ve yasama organının hukuk adına üretme iddiasında bulunduğu ve "hukukun parçası" (kanun) olduğunu iddia ettiği şeylerin onların varlığından önce var olan evrensel hukuk standartlarına bağlı kalması, onlara aykırı olmamasıdır.

ŞAKA

A'dan Z'ye değiştim

Kızılay'ın "yeniden-yapılanma"sı için hazırlanan proje, Uluslararası Kızılhaç'ın onayına ve desteğine sunulmuş. Bu arada keşke CHP'nin "yeniden-yapılanma" ümitleri de projeye bağlanıp, Tony Blair veya Gerhard Schroeder gibi çağdaş sosyal demokratların onay ve desteğine sunulsaydı.. Neticede "Cumhuriyet"in "yeniden-yapılanma projesi" de, Avrupa Birliği'nin onay ve desteğine sunulmadı mı?

TEŞEKKÜR

'Hocaefendi Sendromu' üzerine...

Yayınlamaya başladığımız "Hocaefendi Sendromu"na siz sayın okurlarımızın gösterdiği ilgi, bu satırların yazarı gibi 40 yıllık bir gazeteciyi bile şaşırtacak kadar büyük oldu.. Telefonla, faksla ve e-maillerle, duygularınızı adeta yağdırdınız.. "Yeni Şafak", ülkenin her köşesinde tükendi.. Yurt dışında yaşayan ve Yeni Şafak'a ancak inter-net aracılığı ile ulaşan sayın okurlarımızın isteği üzerine, "Hocaefendi Sendromu"nu, sitemizde de yayınlamaya başlıyoruz.. Birer birer, bana ulaşan mesajların sahibi olan siz sayın okurlarımıza teşekkür etmem mümkün değil.. Buna yerimiz yetmez..

Ama hepimizin amacı belli..

Tabuları olmayan, toplumsal hafızası güçlü, şeffaf ve komplo teorileri ile yönlendirilmeyen bir ülke özlemi var hepimizde..

Farklı görüşlerin birbirlerini yok etmeleri yerine, birlikte yeni sinerjiler yaratmasını arzu ediyoruz..

Hepinize tekrar teşekkürler!..


1 EKİM 2000


Kağıda basmak için tıklayın.

Mehmet BARLAS

 


Ana Sayfa | Gündem | Politika | Ekonomi | Dünya | Kültür | Yazarlar | Spor | Bilişim | Dizi
İnteraktif: Mesaj Formu | ABONE FORMU | İNTERNET TARAMA FORMU | KÜNYE | ARŞİV

Bu sitede yayınlanan tüm materyalin HER HAKKI MAHFUZDUR. Kaynak gösterilmeden çoğaltılamaz.
© ALL RIGHTS RESERVED

Bu sitenin tasarım ve inşası, İNTERNET yayını ve tanıtımı, TALLANDTHIN Web tarafından yapılmaktadır. İçerik ve güncelleme Yeni Şafak Gazetesi İnternet Servisi tarafından gerçekleştirilmektir. Lütfen siteyle ilgili problemleri webmaster@tallandthin.com adresine bildiriniz...