YeniSafak.com “ Türkiye'nin birikimi... ” Dizi

 
Ana Sayfa...
Gündem'den...
Politika'dan...
Ekonomiden...
Dünya'dan...
Kültür'den...
Yazarlar'dan
Spor'dan
Dizi...

 

 

Önce övdüler sonra yerdiler

Fethullah Gülen'i 1995'te yere-göğe sığdıramayanlar, 1999'da onu yerden-yere vuruyordu...

Bazıları gazetecilik için, "tarihin taslağını yazmak" derler.. Bazıları da, "gazeteci"yi, "bilim adamı"ndan ayırmak için, şu ölçütleri kullanırlar.. -Gazeteci güncel gerçeği, bilim adamı ise evrensel gerçeği arar!..

Fethullah Gülen üzerine son yıllarda hiç ara vermeden süren ve hemen her gazeteciyi ve sosyal bilimciyi yakından ilgilendiren tartışmalar, "tarihin taslağını yazmak" ve "güncel gerçeği aramak" konularında, biz gazetecilerin biraz aceleci davrandığımızı kanıtladı..

Aynı isimlerin, farklı dönemlerde Fethullah Gülen için neler yazdıklarını hatırlayalım.. Mesela Hasan Cemal, 14 Şubat 1995 tarihli Sabah'ta, "Fethullah Hocaefendi" başlığıyla şunları yazmış:

FETHULLAH HOCAEFENDİ

Gecen cumartesi günü, Polat Renaissance Oteli'nin bir toplantı odası. Gazeteciler ve Yazarlar Vakfı'nın iftar yemeğinden sonra Fethullah Gülen Hocaefendi'yle sohbet ediyoruz.

20-25 kişilik bir grup. Bazı yazarlar, gazeteciler, akademisyenler ve siyaset adamları. Yalım Erez, Çevre Bakanı Rıza Akçalı, yüz yaşına merdiven dayamış Kasım Gülek...

Birden kapı açılıyor. Uzun boylu, kıvır kıvır sarı saçlı, blucinli genç bir kız, elinde mikrofonu, arkasında kameramanıyla odaya dalıyor:

-Fethullah Bey, size bazı sorular sorabilir miyim?

Herkeste hafif bir şaşkınlık...

Dini bir cemaatin lideri Hocaefendi'ye Fethullah Bey diye hitap eden televizyoncu merakla seyrediliyor. O, gayet rahat. Hocaefendi'nin yanına diz çöküyor, bir elini koltuğun kenarına koyup, sorularını sıralıyor:

-Fethullah Bey, sevgi hakkındaki görüşleriniz?

-Sevgililer Günü hakkındaki düşünceleriniz?

Çevre rahatsız, kıpırdanıyor.

Ama Hocaefendi rahat... Burnunun dibinde, elinde mikrofon kendisine aşk hakkındaki düşüncelerini soran blucinli genç kız.. Soruları sükunetle yanıtlayan bir cemaat lideri...

İlginç bir görüntü!

Ve bu ilginç görüntünün, kendi kendisiyle daha barışık, daha hoşgörülü bir toplumun ipuçlarını verdiği de söylenebilir.

Refah, totalci bir anlayışı temsil ediyor. Yani, "Gerçek benim tekelimde. Bütün İslâmî cemaatler de benden yana olmak zorunda" diyor. Neredeyse "Refah eşittir İslâm" demeye getirdiği de söylenebilir.

Fethullah Hocaefendi, bu görüşü paylaşmıyor. Bağımsız kalmaya, kendi özgürlük alanlarını korumaya özen gösteriyor. Refah'ın tam anlamıyla politize olması, Fethullah Hocaefendi'nin cemaati için rahatsızlık kaynağı. İslâm kimsenin tekelinde değildir görüşünü savunuyorlar.

Hemen akla gelen soru şu:

Aynı Hasan Cemal'in, 22 Haziran 1999'da "Milliyet"teki yazısının başlığı ise "Fethullah Hoca'nın Takıyyesi" şeklinde..

HOCANIN TAKIYYESİ

-Fethullah Hoca, takıyyeci mi değil mi? Yani kendisine ve cemaatine bugün zarar gelmesin diye gerçek düşüncelerini saklıyor mu? İdeallerini uygulayacak ortamı yakalayıncaya kadar saman altından su yürütmenin mi peşinde?

Bir başka deyişle:

Yarın laik demokratik cumhuriyeti yıkmak için bugün onun nimetlerinden mi yararlanıyor? Toplum içinde örgütlenmenin, devlet içinde kadrolaşmanın yollarında yürürken nihai hedefini gizliyor mu?

Yani takıyye mi yapıyor? Fethullah Hoca'nın olay yaratan kaseti tipik bir takıyye örneğidir.

Şu sözler Hoca'nın:

"Adliye'de, Mülkiye'de mevcut olanlar mevcudiyetini korumasalar, arkadan gelenlerin mevcudiyetini koruyamayız. Bir taraftan o kanun ve kuralları kullanmalı, bir taraftan da kanun ve kural adamı olma imajını kullanmalı, Yani sizi gören 'Bunlar kurallara harfiyen riayet ediyorlar' demeli. Taa ilerilere gitme, can damarları içinde dolaşma ve eğer sonra dönülüp gelinecekse yara almadan geriye gelme meselesi. Cepheli öğrenmeleri lazım arkadaşlarımızın. Hukuk sistemini didik didik etmelidirler. Sismetin püf noktalarını bilmeleri lazım. Biz de çalışıp onları istifade edecekleri mevkilere getirmeliyiz. Bize yüzde yüz ters olan insanlarla çalışmamalı. Aynı görüşteymişiz gibi konuşulabilir.

Şef döneminde çarşaflı kadınları bile astılar. Milleti kırıp geçirdiler. Dikkatli olmalıyız. Erken harekete geçersek, tepemize binerler. Durmadan hazırlanmalıyız. Zamanı gelince, uygun boşluk bulunca maratona geçeriz."

Hoca'nın direktifleri böyle... Dindar cumhuriyet...

Yandaşlarına ne diyor Hoca?

"Kanun ve kuralları kullanın" diyor. Etrafa öyle bir görüntü vermelerini istiyor ki, "Sizin yüzde yüz ters düşünen insanlarla dahi aynı görüşteymiş gibi konuşun" diye akıl veriyor onlara, "Durmadan hazırlanalım, bu bir maratondur" diye devam ediyor. "Zamanı gelince harekete geçeriz, erken davranmayın" dedikten sonra derhal ekliyor:

"Yoksa tepemize binerler!"

Hocaefendi, takıyyenin dikalasını yapıyor.

Peki, neden öyle yapıyor?

Neyi saklıyor?

Nihai hedefi mi?

Ne olabilir Hoca'nın nihai hedefi?

İslami esaslara göre tanzim edilmiş bir toplum ve devlet düzeni mi? Bir dindar cumhuriyet Fethullah Hoca'nın gönlünde ideal olarak yatmıyor mu?

Kadın-erkek ilişkilerinin İslami esaslara göre düzenlendiği bir hukuk sistemi istemez mi Hoca? Yargı sisteminde din kurallarının şöyle ya da böyle geçerli olduğu bir düzen gönlünde yatmaz mı? Din kurallarının yasama alanına kıyısından köşesinden bulaştırılması işine gelmez mi?

"Ben dinimi yaşarım" mantığının devlete, kamu alanına sokulmasını istemez mi? Örneğin kamuda çalışma saatlerinin buna göre düzenlenmesini...

Bu ve buna benzer soruları geçen yılki bazı yazılarımda da Fethullah Gülen ve yandaşlarına sormuştum. Cevap gelmemişti.

Niye?

İslamiyet'i esas alan cumhuriyet fikri, bütün dini tarikat ya da cemaatlerde mevcut. Özünde hepsi, dinin hem öbür dünyayı hem bu dünyayı, bir bütün olarak, yani devletiyle, toplumuyla her şeyi düzenlediği bir geleceğin özlemiyle yaşıyorlar. Dinde uhrevi ve dünyevi ayrımını reddediyorlar.

Özünde hepsi bir.

Laikliği, laik cumhuriyeti, cumhuriyet devrimini, Atatürk'ü bu nedenlerle sevmiyorlar.

Kimileri, bunu açıktan yapıyorlar.

Kimileri de demokrasiyi kullanarak... Demokrasinin nimetlerinden yararlanırken kendi gerçek duygu ve düşüncelerini gizliyorlar. Daha sessiz ve derinden gidiyorlar. Hoca'nın dediği gibi bir maraton bu... Bu yüzden de kimileri radikal İslam, kimileri ılımlı İslam kategorisine giriyor.

Mücadele yöntemi...

Laik demokratik cumhuriyet açısından bu akımlar başıboş bırakılamaz. Hiç kuşkusuz mücadele edilmeli.

Ama nasıl?

Radikal ile ılımlı aynı kaba mı konsun?

Kimi diyor ki:

"Radikal İslam, ılımlı İslam ayrımı gereksiz. Çünkü her iki nehir de aynı yere akıyor sonunda..."

Her ikisinin de son tahlilde laik demokratik cumhuriyeti sevmedikleri konusunda herhangi bir kuşkum yok. Ancak her ikisi de aynı kaba konarak aynı mücadele yöntemleri mi kullanılsın? Düşünmekte yarar var.

Bütün cemaat ve tarikatlar, Batı'da olduğu gibi bizde de hukuk devletinin denetimi altında tutulmalıdır. Dinle siyaseti, dinle ticareti, dinle genel ahlakı, sapkınlığı karıştırıp karıştırmadıklarına bakılmalıdır.

Son söz:

Laiklik, demokrasinin altyapısıdır. Altından çektin mi, çöker. Laiklik, demokrasiyi oyununun vazgeçilmez kuralıdır. Demokrasiyi bir ara istasyon, bir araç olarak görenlerin, bunun için takıyye yapanların, bu gerçeği içlerine bir an önce sindirmeleri gerekiyor. (22-6-99 Milliyet)

Tarihin taslağını yazmak konusunda aceleci davranan bir başka gazeteci-yazar da Güngör Mengi'dir.. Mengi'nin 15 Şubat 1995'teki yazısının başlığı "Yeni Bir Dönem" şeklinde

YENİ DÖNEM

Fethullah Hoca'yı devlet komplosunun maşası gibi göstermek haklı değildir.

Çünkü Fethullah Gülen'i RP ile karşı karşıya getiren yorumlar Refah tehlikesi doğduktan sonra üretilmiş değildir.

"Herkesi kendi konumunda kabul ederek kimse kimseye dininden dolayı, kimseye de dinsizliğinden dolayı ta'nda (yerme) bulunmayacaktır. Kimse kılığından kıyafetinden dolayı ta'na maruz kalmayacaktır..."

Sanatın içine tüküren, yangın felaketine uğrayan yurttaşları bile inançları temelinde ayıran RP'li belediyeler, devlet yönetimi RP'nin eline geçtiği zaman neler olabileceğini düşünen vatandaşları dehşete düşürüyor.

Fethullah Gülen'in yukarıya aldığım sözleri tabiî ki hakta ümit ve heyecan yaratıyor.

Çünkü halk dini siyasî emellerinin kılıcı ve kalkanı olarak kullanan, İslâm'ı tekeline almaya çalışarak en tehlikeli bölücülüğü yapan Refah'a karşı toplumsal tepkinin örgütlenmesini uzun zamandır özlüyordu.

Fethullah Hoca'nın başlattığı tartışma, dinci köktenciliğe karşı devletin sağladığı güvenceden çok daha sağlam bir sigortayı sisteme kazandırabilir.

Fethullah Hoca'nın açtığı kapı, İslâm'ı kendi ulusal kimliğimizle yaşama imkanını bize kazandırmak yolunda aşama olabilir.

Dini Refah'ın tekelinden kurtarma çabalarının toplumdan büyük destek gördüğünün anlaşılması sebebiyle öbür partileri harekete geçirebilir..

Laikliği yıllarca yanlış anladık, laikliği siyasette dinle ilgilenmemek sandık. O nedenle dini savunmasız bıraktık.

Kültürün temelini oluşturan bu büyük güç, o yüzden sömürücülerin oyuncağı oldu. Toplumun yolunu açmak, barışı ve hoşgörüyü güven altına almak için dinin çağdaş kafalar ve kurumlar tarafından sahiplenilmesi gerekiyor. Son günlerin gelişmeleri bu ihtiyacı bize öğrettiyse ne mutlu... (15-2-95-Sabah)

Aynı Güngör Mengi'nin 20 Haziran 1999 tarihli Sabah'taki yazısı ise "Uyandık mı?" diyor

UYANIK MI?

-Atatürk "Din lüzumlu bir müessesedir: Dinsiz milletlerin devamına imkan yoktur" demişti.

Ona göre 'temeli sağlam bir dinimiz var"dır. Fakat yüzyıllar boyu ihmale uğramıştır.

Bu yüzden de siyaset, menfaat ve istibdat aracı haline gelmiştir. "Softa sınıfının din simsarlığına müsaade edilmemelidir."

Laiklik ilkesi işte bu nedenle yani hem milleti, hem devleti ve hem de dini korumak için sistemin temel direği yapılmıştır. Cumhuriyetin 76. yılındaki tablo, emanetin korunamadığını gösteriyor. Gelmiş geçmiş iktidarlar, dini siyasetten kurtaramamıştır. Bunun için gerekli eğitim altyapısını kuramamış, bu fırsatçıların yolunu tıkayacak ekonomik ve sosyal kalkınmayı sağlayamamışlardır. Ölçüsü kaçırılan baskıda başlarda dini, fakir fukaranın uyuşturucusu, daha sonraki yıllarda tepki birikimi ile dopingi yapmıştır. Siyasetin ortak günahı ile din, siyasetin önlenemez malzemesi durumuna gelince, Siyasi İslamcı akımlar arasında 'ehven-i şer" tercihlerine yöneliş başlamıştır.

Sürekli "hoşgörü ve diyalog" diyen, okullarına Atatürk resimleri asan Fethullah Hoca laik düzene açıktan meydan okuyan Erbakan'a karşı tercih edilmiş, Başbakan hatta Cumhurbaşkanı tarafından korunmuştur.

Cuma gecesi ATV'de yayınlanan Fethullah Hoca kaseti, şu gerçeği öğretmiş olmalıdır: Laik devlet bu temelden sapmak için herhangi bir ahlâki ve siyasi sebebe sahip değildir. Bu alanda kötünün iyisi olamaz.

Devlet laik bir devlet gibi davranacaktır.

Bunun azı, fazlası olamaz.

Aksi halde millet değil, cemaatler topluluğu haline geliriz.

Ne süreyle?

Demokrasi içinde yaşıyor rüyasında sıçrayarak uyandığımız güne kadar.

Birçok politik lider, aydın ve yaygın bir kitle, Fethullah Hoca'nın inançla aklı birbirinden ayırabilen Atatürk inkarcılığına düşmeyen, cumhuriyet ve demokrasi ile barışık bir düşünce ve inanç sistemini temsil ettiğine inanmaya başlamıştı.

atv'de yayınlanan bant, bunları uyandırmış olmalıdır.

Çünkü Fethullah Hoca müritlerine, din devleti kurma yolunda sabırla çalışmalarını, devlet içinde kozalarını örmelerini, okullarını, yurtlarını medrese, tekke, zaviye gibi kullanmalarını öğütlüyor ve cihat için düğmeye basılacak anı beklemelerini söylüyordu:

"Müslümanlar'ın belli bir noktaya ve kıvama gelecekleri ana kadar bu şekilde hizmete devam etmeleri şarttır. Huruç diyeceğim çıkışlar yaparsa dünya, Cezayir'deki gibi başlarını ezer!"

Bu ders yalnız müritlere değil herkese:

Din, siyaset ve menfaat aracı olarak kullanıldığı zaman, belli bir noktadan sonra istibdat aracı olacaktır.

Bu bilinen gerçeği biz Atatürk'ten 60 sene sonra yeniden öğreniyoruz.

İnşaallah yine unutmayız ve bu defa dine, siyaset dışında özgür ve bağımsız bir alan yaratarak takıyyecilerin halkı kandırmalarının önüne geçeriz! (20-6-99-Sabah)

95 yılındaki Gülen'e bakış açısı ile 99 yılındaki bakış açısı arasındaki farkın sebeplerinden biri, Türkiye'de 28 Şubat post-modern müdahale süreci ise, diğeri de elbet bir anda kamuoyunda yankılanan "Gülen kasetleri"dir..

"Gülen kasetleri", içerikleri ile bazılarını "amma da yanıldık" duygusuna elbet itmiştir. Ama olayı, daha soğukkanlı ve evrensel gerçeğe daha yatkın biçimde yorumlayan "gazete yazarları" da vardır..

İşte Kürşat Bumin'in 22 Haziran 1999'da Yeni Şafak'ta yayınlanan yazısı.. Başlık "Asıl mesele hangisi? Devleti ele geçirmek mi, yoksa toplumu ele geçirmek mi?"

DEVLET Mİ TOPLUM MU?

Şerif Mardin, "Bediüzzaman Said Nursi Olayı" adlı kitabının "Giriş" bölümünü şu satırlarla bitiriyor: "Nurcu hareketin entellektüeller tarafından bir kalemde reddedilmesi bir paradoksa yol açmıştır: Entelijansiya, bu hareketin lâik cumhuriyetçi rejim açısından oluşturduğu tehlikeleri vurgularken, aynı hareketin sosyolojik dinamiğini kavrama yönünde hiçbir girişimde bulunmamıştır. Böylesine yalınkat bir tutum alanlar arasında, Kemalistler başta gelmektedir. Bu yüzden de ortada, Nurcu hareketin nesnel olarak belirlenebilir bir alan içerisinde hareket edebilme yeteneğine ilişkin herhangi bir çalışma bulunmamaktadır." Bilindiği gibi, Mardin'in kitabı bu hareketi "anlama" çabasına yönelik ilk çalışmadır. Bu arada Mardin'in, sırf, "bilimsel çalışmaya uygun olmayan" (!) böyle bir çalışma konusunu geçtiğinden dolayı "meslektaşları" tarafından nasıl eleştirildiğini hatırlayalım.

Mardin'in, ülke "entelijansiya"sının "Nurcu hareket"i anlama çerçevesinde gösterdiği kayıtsızlığı eleştiren bu önemli satırları başka "toplumsal vakıalar"ımızla da ilişkilendirilebilir. Biz neyi "anlamaya" değer buluyoruz ki? "Entelijansiya" için birey gibi toplum da, bireysel hayat gibi toplumsal hayat da o kadar yalın ve kolay anlaşılabilir ki; dünyayı anlamaktan kolay ne var... Hayat sırlardan, sembollerden, bilincin farklı katmanlarından ibaret değil; herşeyin "bilimci" bir açıklaması hazır. Merak edilecek hiçbir şey yok; hayat işte bunlardan, yemekten, içmekten ve gezip dolaşmaktan -ve bu arada tabii ki "çağdaş medeniyetler" seviyesine ulaşmaktan- ibaret. Şerif Mardin çok haklı, dört komşunuzdan ikisinin bir "cemaat"e dahil olduğunu hissettiğiniz bir toplumda bunları anlamaya çalışmak olacak iş mi şimdi?

Şerif Mardin'in kitabını tekrar karıştırmamın nedeni, "Son marifetleri" saymakla bitirilemeyen Fethullah Gülen'e ait olduğu ileri sürülen "kaset"le yaklaşık bir haftadır milletçe içine itildiğimiz tartışma.

Fethullah Gülen'in konuşmasında sıkça yer alan "mülkiye, adliye" gibi sözcüklerle örülmüş devlete nüfuz etme siyasetini ben de uygun bulmadım. Uygun bulmamamın nedeni tabii ki DGM savcısının sözünü ettiği Türk Ceza Kanunu'nun 146. maddesi değil! Bir din alimini "mülkiye ve adliye"nin bu kadar meşgul etmesini uygun bulmadım. Ben de ("Dışarıdan gazel okumak" olduğunun farkındayım), ömrünü İslami ilimlerin incelemesine hasretmiş bir kimsenin devletin valisi ve kaymakamını işe karıştırmadan insanların doğrudan ahlakına seslenmesini tercih eder, hiç sevmediğim "Kung-fu" gibi oyunların her ne biçimde olursa olsun dini/ahlaki bir söylemde yer almamasını beklerdim. Ama bütün bunlar benim tercihim. Yoksa, çok sayıda insanı toplayan ve birçok alanda faaliyeti olan bir "cemaat"in devletin hangi değerler üzerine oturması yolunda bir düşüncesi olmasından tabii ne olabilir? Mesele istemekten ibaretse, aile ve iş yaşamlarına hâkim kılmaya çalıştıkları değerlerin, "mülkiye ve adliye"de yer alan kadrolarca benimsenmesini istemelerinde de bir olağanüstülük yok. Onlar da toplumun, hatta insanlığın tümünü kucaklayabilecek bir öğretiye sahip olduğunu iddia eden her toplumsal hareket gibi hayatın her alanına yönelik hazırlıklara ve beklentilere sahip olacaklar; geçenlerde Murat Belge'nin sözünü ettiği gibi Gramsci'nin "organik aydınları"nı hatırlatır bir biçimde eğitim ve öğretimle ilgileneceklerdir. İşe "fesad" karıştırıp "erbab-ı fesat" oluşturmadıktan ve de reşid olmayanların aklını çelmedikten sonra ne sakıncası olabilir? İş güç sahibi koskoca insanlar paralarını, zamanlarını nereye harcayacaklarına, dünya ve ahiret için neyin iyi neyin kötü olduğuna tabii ki kendileri karar vereceklerdir. Bu yalnızca onlar için değil, bütün "cemaatler" için böyle olmaktadır. Demokratik bir rejimin bir anlamı ve değeri varsa bunun için var. Bizdeki yanlışlık, fikir hareketi diyebileceğimiz bütün bu arayışları türlü çeşit baskıyla gizliliğe ve dolayısıyla "ikiyüzlülüğe" itip, son bir örnekte olduğu gibi Fethullah Gülen'i Reha Muhtar'ın canlı yayı

nda sorguya çekmesine zemin hazırlamaktır. Bu cemaatin sahip olduğu okulları da benzer bir biçimde değerlendirmek gerekir. Kişisel olarak hiçbir sempati beslemediğim bu okulların durumu daha da ilginçtir.

"Müsbet bilimler" ve bir "ahlak öğretisi"nin işbirliğiyle işlediği anlaşılan bu okullar, şaşırtıcı bir biçimde "resmi okullarımızı hatırlatmaktadır. Bizdeki resmi "Okul"un -"ahlak öğretisi" faslının içini başka türlü doldurursanız- bu çerçevenin dışında mı işlediğini sanıyoruz.

Tabii ki her eğitim "normatif"dir; ama benim için eğitim biçimleri "hümanist bir eğitim" barındırmadıktan sonra yalnızca "ahlak öğretileri"nin farklı oluşu ile birbirlerinden çok uzaklaşmaz. Fethullah Gülen'in kamusal hayata soğuk savaş döneminde iktidarlarca en fazla kullanılan örgütler arasında yer alan "Komünizmle Mücadele Derneği"nin bir şubesinin kurucuları arasında yer alarak katılması, ya da bugün kendisine karşı gelişen "komplo"nun baş aktörleri olarak yine "komünistler"i görmesi de hiç hoşuma gitmiyor. Ama ne yapalım ki bu da onun düşüncesi!

Son söz olarak belki şunu söyleyebilirim: Dikkat ederseniz bizde yıllar hep "Devleti ele geçirme" suçlaması ve "endişesi"ni dinleyerek geçiyor. Oysa hayatta bir de "Toplumu ele geçirme" meselesi yok mu? Ve bu ikinci mesele, bütün dünya toplumlarında olduğu gibi bizim de asıl meselemiz olmak durumunda değil mi? Tabii ki öyle, ona ne şüphe! (22-9-99-Yeni Şafak)

 

YARIN 11. BÖLÜM: Sosyologlar ne diyor?

 


Kağıda basmak için tıklayın.



 


Ana Sayfa | Gündem | Politika | Ekonomi | Dünya | Kültür | Yazarlar | Spor | Bilişim | Dizi
İnteraktif: Mesaj Formu | ABONE FORMU | İNTERNET TARAMA FORMU | KÜNYE | ARŞİV


Bu sitede yayınlanan tüm materyalin HER HAKKI MAHFUZDUR. Kaynak gösterilmeden çoğaltılamaz.
© ALL RIGHTS RESERVED

Bu sitenin tasarım ve inşası, İNTERNET yayını ve tanıtımı, TALLANDTHIN Web tarafından yapılmaktadır. İçerik ve güncelleme Yeni Şafak Gazetesi İnternet Servisi tarafından gerçekleştirilmektir. Lütfen siteyle ilgili problemleri webmaster@tallandthin.com adresine bildiriniz...