YeniSafak.com “ Türkiye'nin birikimi... ” Yazarlar

 
Ana Sayfa...
Gündem'den...
Politika'dan...
Ekonomiden...
Dünya'dan...
Kültür'den...
Yazarlar'dan
Spor'dan
Dizi...

  Arşivden Arama

  I Explorer Kullanıcıları, TIKLAYIN.

 

Kamuoyu ve haberler

"Kılık kıyafet genelgesine uymalısınız" diye İlahiyat Fakültesi'ne giden genç kızların başlarını açmak istiyorlar.

28 Şubat 1997'den sonra, YÖK, üniversite rektörlerine her yıl bir genelge gönderiyor. 2000 yılında da, bu çağdışı tutumdan vazgeçmedi; yargı organlarının kararlarıyla oluşan hukuki mevzuata uyulmasını istedi. Genç kızların sadece, sınıflara değil, kantine ve kütüphaneye de başı örtülü olarak girmeleri yasaklandı. Başlarını açmazlarsa kampüse bile adım atamayacaklar.

Kanuna aykırılık

Bu genelgeler, Yüksek Öğretim Kanunu'nun ek 17'nci maddesine ters düşüyor.

Çünkü ek 17'nci maddeye göre "Yürürlükteki yasalara aykırı olmayan her türlü kılık kıyafet serbest"

Devlet memurları ve ortaöğretimdeki kızlar açısından kıyafet mecburiyetini tabii karşılayabiliriz de, özgürlük mekânı olmasını düşlediğimiz üniversitelerde, üstelik kanunlara aykırı bir biçimde geliştirilen yasakçı düzeni anlamak kabil değil.

Devlet memurları ile ilgili kıyafet yönetmeliği 1982'de yayınlandı. Ama bu yönetmelik YÖK genelgesi gibi kanuna ters düşen düzenlemeler ihtiva etmiyor. Aksine dayanağını Devlet Memurları Kanunu'nun 19'uncu maddesinden alıyor. 1982 yılında kabul edilen ek 19'uncu maddede, "devlet memurları, kanun, tüzük ve yönetmeliklerin öngördüğü kılık ve kıyafet kurallarına uymak mecburiyetinde" denilmekte.

Bir gün yönetmelik değişirse, yasal düzenlemeğe gerek kalmadan, başı açık gezme zorunluluğu memurlarda dahi kalkabilir.

Memur hanımların uymak durumunda oldukları kurallar, sadece başörtüsü değil zaten:

"Elbiseler temiz, düzgün, ütülü, sade; ayakkabılar veya çizmeler sade ve normal topuklu, boyalı; görev mahallinde baş daima açık, saçlar düzgün taranmış veya toplanmış; tırnaklar normal kesilmiş olur. Ancak bazı hizmetler için özel iş kıyafeti varsa görev sırasında kurum amirinin izni ile bu kıyafet kullanılır. Pantolon, kolsuz ve açık yakalı gömlek, bluz veya elbise giyilmez. Etek boyu dizden yukarı ve yırtmaçlı olamaz. Terlik tipi (sandalet) ayakkabı giyilmez."

Bir de, ortaöğretimle ilgili düzenlemeler var:

"Başları açık, saçları temiz ve düzgün taranmış olmalı. Makyaj yasak, kaşlar alınamaz, tırnak uzatılıp cilâlanamaz. Yüzük, küpe, kolye, bilezik vs. ziynet eşyası takılamaz. Ayrıca, üniformalar vücut hatlarını belli etmemeli ve diz kapağını örtmeli."

Anayasa Mahkemesi kararı

Bu kuralları, üniversitelere taşımak isteyenler, yasaları değil, Danıştay kararlarını ve Anayasa Mahkemesi'nin yorumunu dayanak yapıyor. Oysa Anayasa Mahkemesi, yasa koyucunun yani TBMM'nin amacına ters düşecek bir yorum yapamaz. (Anayasa madde 153: "Anayasa Mahkemesi bir kanun veya kanun hükmünde kararnamenin tamamını veya bir hükmünü iptâl ederken, kanun koyucu gibi hareketle, yeni bir uygulamaya yol açacak biçimde hüküm tesis edemez")

Anayasa Mahkemesi Yüksek Öğretim Kanunu'nun ek 17'nci maddesini iptâl etmedi; dolayısıyla "Yürürlükteki yasalara aykırı olmayan her türlü kılık kıyafet serbest" üniversitelerde.

Mahkeme, ek 17'yi iptâl etmedi ama, bu serbestinin başörtüsünü kapsamadığını karara yazdı. Halbuki Yasama Organı'nın amacına tamamen ters düşen böyle bir yorum bağlayıcı olamazdı. Nitekim ek 17'nci madde görüşülürken üyelerden bir bölümü (Selçuk Tüzün, Ahmet Necdet Sezer ve Güven Dinçer) "ek 17'nin iptâl edilmesini, iptâl kararı verilmediği takdirde, başörtüsünün üniversitelerde kanunen serbest kalacağını" söylediler. Çoğunluk bu görüşe uymadı; ek 17'yi iptâl etmedi.

Kanuna aykırı yönetmelik çıkamayacağına göre, YÖK, genelgelerle başörtüsünü yasaklayamaz.

Mamafih, Kemal Alemdaroğlu, Meclis iradesinin de üzerine çıkarak, İstanbul Üniversitesi'nin yayınladığı YÖK mevzuatı kitabından, ek 17'nci maddeyi çıkarttı. Matbaaya giderek baskı teknisyenine talimat verdiği, Meclis YÖK Araştırma Komisyonu tarafından hazırlanan rapora geçti.

İşte böyle bir ülke Türkiye. Sadece yasaklar ülkesi değil. Mevcut olmayan yasakların bile, varmış gibi dayatıldığı bir ülke.

Hürriyet'in manşeti

Son günlerde, haftalarda, Fazilet Partisi'ne karşı yürütülen kampanya da şiddetlendi.

İki gazete, biri Hürriyet, diğeri Sabah peşpeşe manşet attılar.

Hürriyet'in 8 Ekim 2000 tarihli nüshası, "FP'de, türban ve Hoca şoku" başlığını taşıyordu.

FP'li bir milletvekili sıfatıyla, böyle bir şoku hiç yaşamadım. Bu yüzden, merakla ve de -acaba şoka girer miyim?- endişesiyle "İttihat Terakki" bültenini dikkatle okumaya başladım.

Meğer Anar'ın -üstelik FP'nin kalelelirinde- yaptığı araştırmada, 312'nci madde ve başörtüsü, önemli olaylar listesinde alt sıralarda yer alıyormuş. Bu yüzden, söz konusu anket FP'de şok yaratmış!!!

Oysa halk, irticaya önem vermediği gibi, 312'nci maddeye ve başörtüsüne de önem vermiyor. Bunların tartışma konusu yapılmasını istemiyor. Bu tavır, aslında, hayali tehlikelerle yasakları sürdürenlere verilen bir mesaj. Sıralama, "yasaklar sürerse sürsün" aldırmazlığını yansıtmıyor. Nitekim, Anar'ın anketine göre, "Yeni yasama döneminden beklentiler" başlığı altında halk, öncelikle, "insan hakları ve demokratikleşme yolunda adımlar atılmasını" talep ediyor. 312 değişikliği ve başörtüsü zaten bu genel başlığın bir parçasıdır.

Sabah'ın haberi

Hürriyet'ten bir gün sonra Sabah, FP'yi hedef aldı ve "Kara çarşafa onur plaketi" başlığı ile çıktı. Recai Kutan'ın, Kütahya Belediye Başkanı'nın eşine plaket vermesi, kınanıyordu haberde. Çünkü başkanın eşi kara çarşaflıydı.

Anayasamız "Kimse dini inançlarından dolayı kınanamaz" diyor öyle değil mi?

Kadıncağız inancı gereği çarşaf giymişse size ne? Recai Kutan öyle takdir edip o hanımı ödüllendirmişse, size ne oluyor? Kimse, cıbıldak karılarınıza müdahale ediyor mu? Veyahut, elbise değiştirir gibi sevgili değiştiren, orası burası silikonlu artistlere ödüller vermenize karışıyor mu?

Bence kara çarşaflardan ziyade, halk batan veya sallantıda olan bankalarla ilgileniyor. Belki de, bir genel yayın müdürünün çabaları ve tehditleriyle, bir bankanın el konulmaktan son anda nasıl kurtarıldığını öğrenmeyi çok istiyor. Sakın, Ekonomiden Sorumlu Devlet Bakanı Hikmet Uluğbay'ın intiharı, medya ile irtibatlı o bankanın listeden çıkarılması üzerine gerçekleşmiş olmasın!!!

Bir intihar dahi, bankasını kurtaran genel yayın yönetmenin mutluluğunu gölgeleyememişti. Sahi kim bu mutlu gazete yöneticisi?


11 EKİM 2000


Kağıda basmak için tıklayın.

Nazlı ILICAK

 


Ana Sayfa | Gündem | Politika | Ekonomi | Dünya | Kültür | Yazarlar | Spor | Bilişim | Dizi
İnteraktif: Mesaj Formu | ABONE FORMU | İNTERNET TARAMA FORMU | KÜNYE | ARŞİV

Bu sitede yayınlanan tüm materyalin HER HAKKI MAHFUZDUR. Kaynak gösterilmeden çoğaltılamaz.
© ALL RIGHTS RESERVED

Bu sitenin tasarım ve inşası, İNTERNET yayını ve tanıtımı, TALLANDTHIN Web tarafından yapılmaktadır. İçerik ve güncelleme Yeni Şafak Gazetesi İnternet Servisi tarafından gerçekleştirilmektir. Lütfen siteyle ilgili problemleri webmaster@tallandthin.com adresine bildiriniz...