T ü r k i y e ' n i n   B i r i k i m i

Y A Z A R L A R
Nazlı Ilıcak ve odak

Nazlı Ilıcak, FP'ye girerken, benzeri başörtüsüz adaylarla birlikte partinin imajını değiştireceği ümid edilmişti. Vitrinde kadınlar olacaktı ve üstelik modern kadınlar olacaktı.

Merve Kavakçı aday gösterilirken "partinin tabanında yoğun bir 'başörtülü kadın emeği' bulunmasına rağmen adaylar arasında neden kadın yok?" eleştirisinin karşılanması öngörülmüştü.

Nazlı Ilıcak, FP'ye geçtikten sonra da "yaşam tarzı"nda bir değişiklik olmadı. Aslında belki düşünce tarzında da "islami kesimleri daha yakından tanımak ve bunun getirdiği hoşgörü" dışında bir değişiklik olmadı. Laik, Atatürkçü bir kişiydi ve misyonunu "islami kesimlerle laik Atatürkçü kesimler arasında uzlaşma ortamı oluşturma" diye tanımlıyordu. Hatta belki "FP'yi islami parti görünümünden kurtarma" gibi bir misyondan da söz edilebilirdi.

FP'nin Nazlı Ilıcak'ın da içinde bulunduğu kişilerin eylemleri sebebiyle "laiklik karşıtı eylemlerin odağı olmak"tan kapatılması kararı garip bir durum ortaya çıkardı.

Bir yandan Nazlı Ilıcak için garip bir durum söz konusu. Çünkü "vitrini laikleştirmek, partiyi islami bir parti hüviyetinden çıkarmak" için getirilmiş bir kişiyi "laikliğe karşı bir misyon" içinde göstermiş oluyor karar. Bunun anlamı şöyle olmalı: Siz dilediğiniz kadar kendinizi "laik, Atatürkçü" olarak tanımlayabilirsiniz. Bu o kadar da önemli değildir. Asıl önemli olan birilerinin sizi iskan ettiği yerdir. Birilerinin "Dinci" diye tanımlamayı çıkarlarına uygun gördüğü bir gazetede yazıyor, "İslamcı" diye tanımlanan bir partide siyaset yapıyorsanız, otomatikman tanımınız değişir. Bazan bu bile yetmez, eğer yer yer islami kesimlerin temalarıyla buluşuyorsanız, düşünce ve yaşam tarzınız ne olursa olsun damganız hazırdır. Bu değerlendirme tarzının sadece Nazlı Ilıcak'a yönelik olmadığını, 4 küsur yıldan bu yana, bir çok ismin benzeri bir yaklaşımla sistemik odaklar tarafından aforoz edildiğini biliyoruz. O açıdan Nazlı Ilıcak'a yönelik tavır, aslında çok daha geniş bir toplum kesimini hedef alıyor.

Bu noktada "başörtüsü"nün anahtar rol oynaması da ilginçtir. Bu boyut, Mahkemenin kararını da garip bir konuma sokuyor. Çünkü başörtüsüne taraftar olmak, doğru okunduğunda, bir insan için siyasi düşünce ve akide değişikliği anlamına gelmiyor. Sistemin ana ilkelerini değiştirme gibi "laiklik karşıtı odak olma" diye nitelenebilecek bir davranış anlamına da gelmiyor. Hatta başörtüsüne özgürlük istemek için FP'li olmak da gerekmiyor. Şu an medyada başörtüsüne özgürlük isteyen bir çok yazar var ki bir kere bile FP'ye oy vermiş olmayabilir. Hatta "Şeriata karşı" olduklarının altını bile çizerler. Kamuoyu yoklamaları yüzde 75'ten az olmayan ölçüde başörtüsünün özgür olmasını istiyor. Demek ki sadece özgürlükten yana, sadece daha geniş insan haklarından yana, hatta sadece toplumsal barıştan yana olmak yetiyor başörtüsüne özgürlük istemek için. Ama yargı kararı, başörtüsü ile ilgilenmeyi, parti kapatma gibi demokrasilerde istisna olması gereken bir tavrın sebebi sayarak, tüm bu kesimlerin elini yakıyor bir bakıma. Toplumun yüzde 75'inin eli yanıyor bu karardan.

Anayasa Mahkemesi kararını "başörtüsü için mutlak bir çıkmaz" olarak okuyanlar var. Bundan böyle "dokunan yanacak" diye okuyanlar var. "Sonucu görmek isteyen Nazlı Ilıcak'ın karşılaştığı muameleye baksın" diye aba altından sopa niyetiyle okuyanlar var.

Karar, geleceğe dönük böyle bir tehdit mahiyeti taşıyabilir.

Ama bu okumanın, Türkiye'ye hangi faydasının olacağı sorgulandığında ortaya sağlıklı bir cevap çıkmayacağı açık.

İnsanlar kimi yargılayacaklar bu tavır karşısında? Sistemin tavrını mı yoksa başörtüsü mağdurlarını ve onları savunanları mı?

Tesettürü bir hayat tarzı olarak benimseyenler, bu katı tavra rağmen başlarını açmadıkları takdirde, hep baskı ortamında mı yaşayacak bu ülke? Toplumsal muhalefeti sürekli beslemek midir asıl olan bir sistem için? Bunun içinden hukuk devleti çıkarılabilir mi?

Sistemin altından toplumsal zeminin kaydığını neden görmez insanlar?

FP ile ilgili kapatma kararına destek veren insan sayısı, Nazlı Ilıcak'a özel öfkeleri sebebiyle düşmanlık eden kartelci takımı dışında kaç kişidir? Aslında karar sistemin karikatürü gibi duruyor ortada...

Gülay Göktürk "tam demokratik ve gerçekten laik Türkiye" istiyor sütununda. Ve ekliyor: ... "Başörtüsü özgür bırakılmadıkça, Türkiye laik bir ülke olamayacak." Ve bir kere daha ekliyor: "Devletin otuz yıllık bu inatlaşmadan galip çıkabilmesi için halkı kapatması gerekir." (Sabah, 24 haziran 2001)

Halkı kapatmak....

Yaşasın çağdaş demokratik Türkiye!!!

İşte bu: Yargılarsınız, yargılanırsınız.

65 milyonun yüreğine dayayın kulağınızı ve dinleyin. Kim yargılıyor, kim yargılanıyor?

Ben inanıyorum ki başörtüsü, insanların içindeki insani damar kurumadıkça, kendisi için her halükarda bir çıkış yolu bulacaktır, bu karar ise, Türkiye'nin çıkmazını derinleştirmiştir o kadar.

Nazlı Ilıcak ve FP'nin laiklik karşıtı eylemlerin odağı olmaktan kapatılması...

Türkiye'deki egemen yapının çelişkisini anlatmak için bundan daha harika bir denklem olamazdı. O kadar insan "Yazık Türkiye'ye" diye yazdı ki, ben de tekrarlamak istemiyorum. Ama başka ne denebilir!


25 Haziran 2001
Pazartesi
 
AHMET TAŞGETİREN


Künye
Temsilcilikler
ReklamTarifesi
AboneFormu
MesajFormu

Ana Sayfa | Gündem | Politika | Ekonomi | Dünya
Kültür | Spor | Yazarlar | Televizyon | Hayat | Arşiv
Bilişim
| Aktüel | İzlenim | Dizi | Röportaj | Karikatür
Bu sitede yayınlanan tüm materyalin HER HAKKI MAHFUZDUR. Kaynak gösterilmeden çoğaltılamaz.
© ALL RIGHTS RESERVED