T ü r k i y e ' n i n   B i r i k i m i

Y A Z A R L A R
Üç büyük gazetenin cumartesi manşetleri:

"FP'yi de yedi" (Hürriyet); "Fazilet'i iki kadın yaktı" (Sabah); "Merve yaktı" (Milliyet).

Radikal'den Perihan Mağden ise pazar günü bu manşetleri "Vurun kahpeye" mantığı çerçevesinde değerlendiriyordu. Çok yerinde bir tespit bu. Sabah'ın hızını alamayıp "Hesap zamanı" diye manşet attığına da tanık oluyoruz. Hangi gazetedeydi şimdi hatırlamıyorum: sadece Türkiye değil, dünya basınının da kendileriyle "gurur duyduğu" gazetelerden biri de "Merve-Ilıcak" ikilisinin yanında Leyla Zana'yı da hatırlatarak milletvekillikleri düşürülen kadınları üçlüyordu...

Mağden çok haklı; artık bir başka açıdan da belli oluyor ki, Türkiye'deki "laiklik"in zoru kadınlarladır... Bu "laiklik", saygıdeğer taşıyıcılarının beyanlarının aksine aynı zamanda "mizojin" (yani, kadınları küçük gören, onlardan nefret eden, kısaca "kadın düşmanı") karakterdedir.

Bu mesele bayağı önemli; önümüzdeki yazılarda döneriz. Ben bugün için 17 Nisan tarihinde bu sütunlarda yer alan yazımı hatırlatmayı uygun gördüm. Nazlı Ilıcak başta olmak üzere milletvekillikleri ellerinden alınan bu üç kadını tanıyan çok. Ama Bekir Sobacı öyle mi? Bu nedenle bugün için Sobacı'yı yerinden eden konuşmayı hatırlayalım:

Sobacı'nın sözleri...

Fazilet Partisi milletvekili Bekir Sobacı TBMM kürsüsünden yaptığı konuşmasında asıl olarak "ideolojik devleti terketmeliyiz" diyordu. Çok iyi formüle edilmemiş olsa da tabii ki yerinde bir tespit; ülkede bazı çevrelerin hiç değilse on yıldır daha bir ciddiye aldığı, üzerinde düşündüğü "alaturka" bir uygulamadan haklı bir şikayet. Türkiye'de devletin kendisini "Aydınlanma-Kemalizm" sentezi bir ideolojiden hareketle tanımlayıp, ülkede ve dünyada olup biten her şeyi bu açıdan değerlendirmeye çalışması AB'ye girmeye hazırlanan bir Türkiye'de tabii ki ilelebet devam edemez. Sobacı'nın "Türkiye'de, biz, devlet yapılanmasını, sistemi, halkın garantörü olduğu bir sistem haline getirmediğimiz müddetçe, koruma, kollama görevi, birilerine, sanki kudretten var olurken verilmiş gibi bir mantaliteyle hareket edersek, korkarım ki, bu devleti koruyan kurumların da hızla yıpranmasına vesile olacağız" şeklindeki sözlerini de bu çerçevede söylenmiş sözler olarak anlayabiliriz. Milletvekilinin "halkın garantörü devlet" olarak ifade ettiği devlet, vatandaşlarının özgürlüklerini esas alan ve toplumda oynadığı rolü bireylerin haklarını tarif etmek üzerine değil de, tam tersine "bireylerin zaten varolan haklarını tanımak" üzerine kuran devlettir. Yani kısaca, görevinin, "yetişkin" olarak değerlendirilmesi şart olan toplumun barış içinde yaşamasını teminle sınırlı olduğunu kabullenmiş bir devlet... Topluma (kaynağı ne olursa olsun) bir ahlak, bir "yaşam tarzı", bir "dünya görüşü", bir "hakikat", bir "hak ve özgürlük tanımı" dayatmayan ve dayatamayacağının farkında olan bir devlet... Unutmaması gereken tek şey hak ve özgürlüklerin dokunulmazlığının sağlanması ve "sosyal devlet" olma özelliğini koruması gerektiğinden ibaret... (Yani "Özalizm" örneğinde olduğu gibi "insafsız" liberalizm de olmayacak!)

Bekir Sobacı, bu çerçevede haklı olarak "öğrenim hakkı"ndan da söz ediyor. Ben onun yerinde olsaydım, 'Anayasa'mızın unuttuğu "öğrenim özgürlüğü"nü de hatırlatırdım. Sobacı, "Şahları, Marcosları ve Sovyetler Birliği'ndeki ideolojik devleti koruma görevini" yerine getiremeyen "silahlı güçler"den de söz ediyor. Ben bu sözleri, dünyada hiçbir yönetimin sadece silah gücüyle ayakta kalmasının mümkün olmadığının (hani şu ünlü sözde olduğu gibi: "Attan inmeden bir ülke fethedilmez") ifadesi olarak anlıyorum ki, yanlış bir görüş değil. Burada Sobacı'nın unuttuğu husus, "devletlerin birbirinin kollarında" can vermesi gibi silahlı güçlerin de aynı şekilde birbirlerinin kollarında can verdikleridir! Yani "Şah'ın ordusu"dan "İran İslam Cumhuriyeti'nin ordusu"na, "Kızıl Ordu'dan bugünkü Rusya'nın ordusu"na... Sadece "silahlı güçler" söz konusu olduğunda farkları o kadar abartmamak gerekir!

Sonuç olarak, Bekir Sobacı'nın Genelkurmay başta olmak üzere birçok kesimin sert tepkisini üzerine çeken sözleri, FP Grup Başkanvekili Avni Doğan'ın söylediği gibi "tek bir kelimesine" bile iştirak etmenin mümkün olmadığı türden sözler olmaktan çok uzak. Türkiye Cumhuriyeti eğer gerçekten bir "hukuk devleti" ise, bir milletvekilinin Meclis kürsüsünden bu tür sözler sarfetmesinden daha tabii ne olabilir? (Sadece milletvekilleri değil; "milletvekili dokunulmazlığı" hangi biçimde olursa olsun kabul edilemez bir ayrıcalık oluşturduğundan, bu sözleri her milletvekili gibi her vatandaş da serbestçe söyleyebilir.) Bir milletvekilinin söylememesi gerekenleri asıl olarak TBMM'deki tartışmalı oturumu yöneten Başkan söylemiştir. İllâ ki bir "skandal" aranıyorsa, asıl skandal Başkan'ın "Siz böyle konuşursanız, 28 Şubat bin yıl daha devam eder. Onu bilesiniz..." demesi ya da "Hür kürsü, hak edenler içindir..." hatırlatmasını yapmasıdır.

Sobacı'nın konuşması tabii ki buraya kadar aktardıklarımdan ibaret değil. (Eğer sözü burada bırakacağımı sanıyorsanız, yanılıyorsunuz!) Gelelim şu ünlü "sütü bozuk" ifadesine:

İlk bakışta anlaşılması imkansız gibi geliyor insana; Sobacı, güzel güzel konuşurken, "ideolojik devlet"i özgürlüklerden hareketle güzel güzel eleştirirken aniden nereden çıktı bu "sütü bozuk" lâfı? Bu öyle bir lâf ki, Sobacı'nın o zamana kadar söylediği bütün yerinde tahlil ve fikirleri o saniye tuz buz ediyor! "Sütü bozuk"? Buram buram "ayrımcılık" kokan bir ifade; buram buram "eski Türkiye" kokan bir ifade; buram buram "soğuk savaş dönemi" kokan bir ifade; hadi söyleyelim, buram buram "derin sağ" kokan bir ifade... Gerçekten anlamamız gerekiyor; güzel güzel konuşurken, "sütü bozuk" ifadesi Sobacı'nın aklına nasıl düşmüştür? "İdeolojik devlete hayır", "AB'nin değerleri", "devlet-toplum ilişkisinde kırılmalar" gibi güzel sözler birbirini izlerken ağzımıza almamak için yemin etmemiz gereken bu lâf nereden çıkmıştır?

Ben bu son soruları çok önemli buluyorum. Aslında az biraz cevabını da biliyorum ama neyse, ona da siz karar verin! Fakat şurası muhakkak ki, filozofun dediği gibi "Güzel şeyler zordur"...


25 Haziran 2001
Pazartesi
 
KÜRŞAD BUMİN


Künye
Temsilcilikler
ReklamTarifesi
AboneFormu
MesajFormu

Ana Sayfa | Gündem | Politika | Ekonomi | Dünya
Kültür | Spor | Yazarlar | Televizyon | Hayat | Arşiv
Bilişim
| Aktüel | İzlenim | Dizi | Röportaj | Karikatür
Bu sitede yayınlanan tüm materyalin HER HAKKI MAHFUZDUR. Kaynak gösterilmeden çoğaltılamaz.
© ALL RIGHTS RESERVED