T ü r k i y e ' n i n   B i r i k i m i

Y A Z A R L A R
İşte budur siyasetin krizi

Anayasa Mahkemesi'nin verdiği kararın her tarafından "siyasi yönlendirme" kokusu yükseldiği, kamuoyunun zihninde tek görüş halinde adeta. FP'nin kapatılmasına karşı çıkanlar da, kapatılmasından yana olanlar da çıkan kararın çıkış "biçimi"nin şaşırtıcı olduğunu belirtiyorlar. Gerçekten herkes için, karar değilse de "kararın kurgusu" son derece şaşırtıcı olmuştur.

Bu kararla beraber, siyasetin nasıl görünür-görünmez baskılar altında tutulduğu ve bağlı olarak da ne derece büyük bir "sınırlılığa mahkum edildiği" tescillenmiş oldu.

Kuşkusuz Türkiye'nin tüm reflesleri açısından "geriletici" sonuçlar doğuracak bir kararla karşı karşıyayız. Kuşkusuz bu kararın altından dünya kamuoyu önünde kalkılamayacağı gibi, ülkenin iç hareketlilikleri açısından da kalkılamaz. Kararın Türkiye'nin siyaset sosyolojisini soktuğu biçim ve bunun bundan sonra öteleneceği noktalar ise daha tedirginlik vericidir.

Türkiye'nin siyaset sosyolojisi, üzerinde "siyaset" ve "demokrasi" adına konuşulmayacak bir noktaya doğru indirgenmiş oldu bu kararla beraber. Aslında bu karar, Ali Bayramoğlu'nun "siyasetin sıfır noktası" dediği halin adının koyulması, çerçevesinin çizilmesidir...

Peki bu hale ne tür bir tepki veriyor "siyaset"? Daha doğrusu siyasetin sıfır noktasından çıkmak için çözüm öneren bir yapılanma veya arayış var mı mevcut siyasi partilerde?

Bu soruya cevap aramaya girişmek, kapatma kararından bile daha vahim bir tablonun çizilmesine yol açıyor maalesef. Siyaset adına kapatma kararına verilen tepkiler, yasak savma cinsinden tepkiler. Her ne kadar, kapatma kararı kınanıyorsa da, bunun "biçimlendirilmesinde", gerçek bir demokrasi duruşu değil, kapatılan bir partiden arta kalan miras üzerinden siyaset yapma durumuna düşmemek etkili oluyor. Meclis'teki partilerin kapatma kararına tepki verme biçimleri böyle ve hal bu olunca da ister istemez bir ağırlığı olmuyor verilen tepkilerin.

Bu nokta, siyasi partilerin kendilerini siyasi sistemin "neresinde" gördüklerine de açıklık getiren bir nokta olma özelliğini taşıyor.

Siyasi partiler siyasi sistemin "seyircisi" gibi konumlandırıyorlar kendilerini.

Siyaseti açıktan etkileyen bir durum için, iş işten geçtikten sonra ve dolayımlı bir dil ile tavır almaya çalışıyorlar sadece.

Zaten siyaseti bizzat ilgilendiren bir konuda, siyaset adına bu derece dolayımlı bir siyasi dil kullanılması, postmodern darbenin siyasi enstrümanların ve siyasi gramerin ruhunu nasıl ele geçirdiğini koyuyor ortaya.

Siyasi enstrümanlar ve siyasi gramer, siyaset-dışı bir etki alanı içinde çalışmaya devam ettiği için, siyaset kurumu, siyaseti birinci dereceden ilgilendiren bir konuda sadece "üçüncü şahıs" diliyle pozisyon alıyor.

Bu noktada kapatılan partinin durumu da ilginç tabii.

Partiden geri kalan yapı/aktörler, aynı statükoyu korumak için seferberlik halinde.

Parti kapatmanın ne kadar kötü birşey olduğundan bahsedilmesini de, Türkiye'de siyasetin aldığı yarayı da, partinin açık olduğu dönemlerdeki statükonun devamlılığını sağlamak üzere işlevselleştiren bir dil içinde konuşuyorlar.

Bu kulislerden televizyonlara yayılan ve yalanlanmayan bir habere göre, bundan sonra, "bilinçaltını kaşıyan" söylemlerden uzak duran bir yenilenme içine girmesi gerektiği düşünülmüş, partinin kapatılmadan önceki yönetenleri tarafından.

Bu durumda, kapatma kararından birgün sonra, partinin eski yöneticilerinin, "bilinçaltını kaşıyan" siyaset biçimlerinden uzak durulması gerektiği sonucuna varması üzerinde yoğunlaşmak gerekir.

Niçin kapatma kararından aylar önce böyle bir pozisyon almamıştır bu parti?

Bu pozisyonun alınması kapatma kararına borçlu olunuyorsa, bu durumda, bizzat kapatılan partinin yöneticileri kapatma kararını yerinde bulmuş olmuyorlar mı? Böyle bir siyaset algısı, en az sine-i millet projesi kadar absürd değil mi?

Tabii ki kapatılan parti, hele de 5-6 milyon oya sahipken kapatılmışsa, bu karara tepki gösterecektir.

Fakat bu tepkilerin bile partinin kapatılmadan önceki statükosunu korumak üzere yapılması, parti içinden yenilenmiş bir siyasetin çıkmasının kontrol altında tutulması için sevk ve idare edilmesi, çok vahim bir duruma işaret ediyor.

Parti kapatmaya "müstakil" bir tepkiden çok, verilen tepkilerin parti içi statükoyu korumaya dönük olarak duygusallaştırıldığını ve buradan siyasallaştırıldığını görüyor kamuoyu.

İşte bu noktalar, siyasetin sıfır noktasında olmanın asıl müşterisinin kapatılmış ya da açık bütün siyasi partiler olduğunu gösteriyor.

Asıl mesele de bu...

Siyaseti bir kamusal faaliyet olarak algılamaktan ziyade, meslek içi sorunların çözüm yeri gibi algılayan siyaset sınıfı Türkiye'nin problemi.

Bu nokta anlamlı bir düzeyde çözümlenemediği müddetçe, partiler, kendi iç statükolarının devamı karşılığında, devletin siyaset aleyhine kurguladığı statükonun devamlılığına gönüllü ve dolaylı katkılarda bulunmaya devam ederler...


25 Haziran 2001
Pazartesi
 
ÖMER ÇELİK


Künye
Temsilcilikler
ReklamTarifesi
AboneFormu
MesajFormu

Ana Sayfa | Gündem | Politika | Ekonomi | Dünya
Kültür | Spor | Yazarlar | Televizyon | Hayat | Arşiv
Bilişim
| Aktüel | İzlenim | Dizi | Röportaj | Karikatür
Bu sitede yayınlanan tüm materyalin HER HAKKI MAHFUZDUR. Kaynak gösterilmeden çoğaltılamaz.
© ALL RIGHTS RESERVED