T ü r k i y e ' n i n   B i r i k i m i

Y A Z A R L A R
Yenilgi psikolojisinden kurtulmak!

28 Şubat'la başlayan ve Fazilet Partisi'nin kapatılmasıyla süren süreci nasıl okumak ve anlamlandırmak gerekiyor?

Bugüne kadar Türkiye'de bu dört yıllık travmatik (acılı ve sancılı) süreci anlamlandırmak için geliştirilen açıklama ve analiz biçimlerine hakim olan fenomen, yenilgi psikolojisi oldu. Bu sürecin muhatabı olan özelde belli İslami kesimler, genelde ise bütün bir toplum, bu süreci hep yenilgi psikolojisi ile açıklama yoluna gidiyorlar. Oysa gerçekte "yenen" kim; "yenilen" kim?

Aslında yenilgi psikolojisi, bu dört yıllık süreçte zuhur etmiş bir psikoloji değildir. Çünkü yenilgi psikolojisi bizim sözümona modernleşme tarihimizin Cumhuriyet sonrası dönemine damgasını vuran hakim psikolojidir.

Osmanlı döneminin son demlerinde modern Batı Avrupa'nın gerçekleştirdiği düşünsel, kültürel ve sanatsal atılım ve bu atılımın ürünü olan ekonomik, siyasi ve teknolojik sıçrama karşısında Avrupa'ya karşı savunma psikolojisi ile hareket ettik.

Cumhuriyet döneminde bu savunma psikolojisi, yenilgi psikolojisine dönüştü: Türkiye'nin sözümona modernleştirici ve jakoben elitleri, Türkiye'nin "tarihi oyun"u kaybettiğine hükmettiler ve Batı Avrupa karşısında teslim bayrağı çektiler. Tarih yapmış ve tarih yazmış bir ülkenin, üstüne üstlük de İslam medeniyeti'nin yaklaşık 800 küsur yıldır yegane temsilciliğini; 1000 küsur yıldır da yegane koruyuculuğunu ve uçbeyliğini yapmış bir "millet"in çocukları, Batı Avrupa'nın yürüyüşü karşısında bu kadar kolay teslim bayrağı çekebilirler miydi? Bu iş bu kadar ucuz muydu?

Biz, bu "büyük oyun"u, nasıl oldu da, bu denli ucuzcu, kolaycı, sığ ve naif bir şekilde kendi ellerimizle bitirmeye karar verebildik?

Bu soru, önemli bir soru: Cumhuriyet dönemine damgasını vuran yenilgi ve teslim olma psikolojisini çok iyi ele veren Dr. Abdullah Cevdet'in bir sözü var. Şöyle teslim bayrağı çeker bu jöntürk: "Yeryüzünde tek bir uygarlık vardır. O da Avrupa uygarlığıdır. O halde bizim yapmamız gereken tek şey, Avrupa uygarlığını tüm gülleriyle ve dikenleriyle kabul etmek, almak olmalıdır." Benzer şeyleri, Cumhuriyet döneminin sığ, yüzeysel, primitif ve naif elitlerinin ve okumuş yazmışlarının da sık sık dile getirdiğini göreceğiz.

Burada sorulması gereken hayati ve de yakıcı soru şudur: Yenilgi psikolojisi, ne anlam ifa ve ifade etmiş, ne işe yaramıştır?

Yenilgi psikolojisi, her şeyden önce, Türk elitlerinin ve okumuş yazmışlarının kendilerine olan güvenlerini yitirdiklerinin ifadesidir. Kendilerine olan güvenlerini yitirdikleri için Türkiye'nin elitleri ve okumuş yazmışları, hem kendi ülkelerinin, toplumlarının, hem de dünyanın sorunlarına bakarken, bakışlarını, perspektiflerini, referans noktalarını yitirmişler; dolayısıyla kendilerinden, kendi hafıza, tarih ve deneyimlerinden nefret etmeye başlamışlar ve dolayısıyla kendilerini, kendi dinamiklerini, kendi anlam haritalarını bir düşman olarak belleyerek dinamitleme noktasına gelmişlerdir!

Bu ne demektir biliyor musunuz? Bu, bir toplumun elitlerinin, hem kendilerini, hem toplumlarını, hem de ülkelerini iflah olmaz bir çıkmaz sokağın, intiharın ve cinnetin eşiğine getirmeleri demektir. Bugün yaşadığımız şey, tam da böylesine tüketici, yıkıcı, her şeyi tarumar edici bir durumdur. Bugün Türkiye'nin her bakımdan tam bir tıkanmanın eşiğine gelmesinin nedenleri işte bu intihar, kendinden nefret, kısacası yenilgi psikolojisinde aranmalıdır.

Bu yenilgi psikolojisinin şu an İslami duyarlıklı elitlere, okumuş yazmışlara ve toplum kesimlerine de sirayet etmeye başladığı gözlemleniyor.

Oysa bu, hem son derece tehlikeli; hem de tabansız, iler tutar yanı olmayan bir halet-i ruhiye ve yönelimdir.

Neden tehlikeli olduğunu buraya kadar seküler elitlerin Türkiye'yi getirdikleri çıkmaz sokağın öyküsünü anlatırken gösterdim.

Böyle bir psikolojiyi geliştirmenin tabansız ve iler tutar yanı olmadığı meselesine gelince... 28 Şubat'tan günümüze gelinceye kadarki oldukça kısa bir zaman dilimi süresince yaşananlar, sanıldığının ve propaganda edildiğinin aksine İslami söylemlerin değil; seküler söylemlerin bittiğinin göstergesidir. Türkiye'nin seküler elitleri, Allah demenin yasak olduğu bir noktadan ciddi bir projesi bile olmadan iktidara gelebilen bir hareketin kendi haline bırakıldığı takdirde zamanla olgunlaşarak, daha rafine ve sofistike boyutlar kazanarak Türkiye'nin ve dolayısıyla bölgenin geleceğine damgasını vurabilecek bir noktaya geleceğinden korktukları için bu gidişe "dur" demişlerdir. Burada biten şey İslami söylemler değil; aksine bu ülkenin dinamikleriyle ve dünyanın gerçekleriyle örtüşmeyen arkaik ve anakronik bir zihin yapısı üzerine inşa edilen sistemin kendisidir. Sistem, İslami söylemlerin ilk kez bu denli güçlendiğini farkettiği için bu söylemlere ve temsilcilerine "dur" deme ihtiyacı hissetmiştir.

Benzer şeyler, küresel ölçekte de geçerlidir. İslam'ın yeni bir medeniyet dönüşümü ve Batılıların dünya üzerindeki haksız hegemonyalarına ciddi bir meydan okuma geliştirme potansiyeli taşıdığı farkedildiği için, İslam, terörizmle özdeşleştirilerek "küresel tehdit" olarak konumlandırılmıştır.

Gerek Türkiye'de, gerekse küresel ölçekte yaşananlar, İslam'ın yeni bir medeniyet sıçraması gerçekleştirme imkanlarının iptal edilmesi çabalarıdır. Her şey bu denli apaçık ortada iken İslami söylem sahiplerinin yenilgi psikolojileri ve tepkici tavırlar geliştirmelerini anlayabilmek gerçekten zordur!


25 Haziran 2001
Pazartesi
 
YUSUF KAPLAN


Künye
Temsilcilikler
ReklamTarifesi
AboneFormu
MesajFormu

Ana Sayfa | Gündem | Politika | Ekonomi | Dünya
Kültür | Spor | Yazarlar | Televizyon | Hayat | Arşiv
Bilişim
| Aktüel | İzlenim | Dizi | Röportaj | Karikatür
Bu sitede yayınlanan tüm materyalin HER HAKKI MAHFUZDUR. Kaynak gösterilmeden çoğaltılamaz.
© ALL RIGHTS RESERVED