AYDINLIK TÜRKİYE'NİN HABERCİSİ
Albaraka Türk

K R O N İ K  M E D Y A
Basının dili: 'militarize' ve…

Irak'a asker gönderilmesi kararından sonra basının dilinin "çok daha militarize" olacağını söylemiştik… Sonradan fark ettik ki, özellikle "Türkler gelmesin" seslerinin haberleştirilmesinde ve yorumlanmasında bu dil sadece "militarize" değil aynı zamanda "kabadayı", "küçümseyici", "aşağılayıcı" ve "tehditkâr" bir tona bürünüyor.… Neden? Çünkü "Mehmetçik"e karşı bu tepkileri verenler Araplar ve Kürtler…

Çarşamba günü Kronik Medya'da "Irak seferi 'Türk basını'nı acaba ne hallere sokacak?" diye sormuş, tahminimizi de şöyle özetlemiştik:

"Tahmin etmek zor değil, çünkü tansiyonun göreli olarak düşük olduğu dönemlerde bile 'sivil dil' ile arası iyi olmayan 'Türk basını'nın, Türkiye'nin Irak'a 'tümen' ya da bazı köşe yazarlarının 'tezkere'nin ikinçi gününden itibaren tavsiye ettiklerdi gibi 'kolordu' düzeyinde asker göndermesini alıştığımız 'ruh hali'yle taşıyabilmesi mümkün değil. Ortaya mutlaka çok daha 'militarize' bir dil ve söylem çıkacak…"

Hatırlayanlar olacaktır, o yazıda, sözünü ettiğimiz bu "militarize dil ve söylem"in ilk örneklerine de yer veriliyordu… Ertesi günden itibaren gazeteleri bu gözle incelerken, Türk basınının benimsemeye başladığı eski-yeni dili "militarize" diye özetlemenin durumu anlatmaya yetmediğini fark ettik. Özellikle , orada Türk askeri istemediklerini söyleyenlere ilişkin haberler ve yorumlar için geçerliydi bu söylediklerimiz. Türk basını, bu haberleri verirken yalnız "militarize" değil "kabadayı", "küçümseyici", "aşağılayıcı", "tehditkâr" bir dil kullanıyordu…

Oysa, mesela Afganistan'a Türk birliklerinin gitmesi söz konusu olup da bazı Afgan ileri gelenleri bu "proje"ye karşı çıktığında, evet, basınımız gene öfkelenmişti ama o kabadayı, küçümseyici, aşağılayıcı, tehditkâr dil yoktu haberlerde ya da yorumlarda… Mesele galiba "bak şu konuşana" meselesiydi… Çünkü bu kez konuşanlar Kürtler ve Araplardı: Yani yıllarca "egemenliğimiz" altında kalmış olan "aşiret artıkları…"

Birkaç örnek: geçenlerde "Oraya gidecek Mehmetçiği istemediğini söyleyenlerin müslümanlığından şüphe etmek gerekir" diyecek kadar ileri giden Nevzat Yalçıntaş'ın gazetesi Dünden Bugüne Tercüman, Barzani'nin, Türk askeri istemedikleri yönündeki demecini verirken, başlıkta ondan "Küstah Barzani" diye söz ediyor…

Vatan da Irak'taki geçici yönetimin benzer bir tepkisini "Türkiye istikrarı bozar'mış" başlığıyla, alaylı bir dille veriyor…

Son zamanlarda gazetelerimizde açık ya da ima yollu görmeye alıştığımız "Nankörler!" vurgusunun Milliyet gazetesi yazarı Hasan Cemal'deki tezahürü de şöyle:

"Irak Kürtlerine gelince… Türk Dışişleri'nden bir diplomatik kaynağın şu sözlerine Talabani ve Barzani'yle yakın çevresinin kulak vermesinde yarar var: 'Bugün Türk askerine Kuzey Irak'tan geçiş koridoru konusunda mırın kırın edenler şöyle bir düşünsünler bakalım. Türkiye senin güvenliğin için koridor değil, 12 yıl boyunca üs sağladı üs! Türkiye senin için hayat damarı idi. Bunları ne çabuk unutuyorsun?'"

Evet, buradaki gizli "küstahlar" vurgusu Hasan Cemal'e ait değil, o sadece aktarıyor ama birilerinin bunlara "kulak vermesinde yarar olduğu" sunuşuyla birlikte… Yani benzer bir duyguyu kendisi de taşıyor gibi…

Öte yandan Cemal yazısının devamında, Türkiye'nin elindeki "anahtar"ı "Araplarla Kürtleri karşısına almadan kullanmak zorunda" olduğunu da söylüyor. "Türkiye"nin bunu becerip beceremeyeceğini bilemeyiz ama Türk basınının şimdiden becermiş olduğunu rahatlıkla söyleyebiliriz. (A.G.)


Sen bizim işgalci askerimize nasıl 'işgalci' dersin?

Anne-babalar vardır, çocuklarını kırar geçirir, olmadık hakaretler eder ama mesala komşunun aynı çocuklara nasihat etmesinden bile gocunur…

Ya da fıkradaki gibi: Bölükteki erler, çavuşların kendilerine sürekli olarak "eşoğlueşek" diye hitap etmesine dayanamayıp durumu bölük komutanına iletirler. Komutan bir tarafa erleri, bir tarafa çavuşları toplar. Eliyle erleri işaret ederken çavuşlara şöyle seslenir: "Bundan sonra bu eşoğlueşeklere eşoğlueşek diyenlerin kemiklerini kırarım, ona göre…"

Cumhuriyet gazetesi yazarı Hikmet Bila'nın 8 Ekim tarihli yazısının sonundaki "Dizai'ye soru" notunu görünce hatırladık bunları…

Biliyorsunuz, Cumhuriyet gazetesi Türkiye'nin Irak'a asker göndermesine kesinlikle karşı olan gazeteler grubunda yer alıyor. Yazarlarının tamamı da (tıpkı Yeni Şafak yazarları gibi) aynı fikirde.

Hikmet Bila, yazısı boyunca son derece sert ifadelerle TBMM'nin kararını kınıyor, oraya gidecek Türk askerlerinin "Irak'ta perişan olan işgal orduları"nın "ülkelerine sağ salim dönebilmeleri için" istendiğini yazıyor… Bila daha da ileri gidip "Amerika'nın tetikçisi olarak hareket etmekten" bile söz ediyor…

İçeriği böyle olan yazının sonunda şu notu okuyoruz: "Dizai'ye soru: Irak KDP'nin Türkiye Temsilcisi Sefin Dizai, 'Türk askeri Irak'a girerse işgalci olur' demiş. Peki Sayın bay Dizai, Irak'ta işgal güçlerinin işbirlikçiliğini yapan, onlara yol gösteren, Iraklıları ihbar edip öldürten, işgal subaylarına tekmil verenler neci olur?"

Bila'nın yazısının çıktığı gün, Cumhuriyet'in manşetinde TBMM'nin Irak'a asker gönderme kararı vardı. Gazete, haberi "işgal" yorumuyla birlikte duyuruyordu okurlarına: "Meclis, asker gönderilmesi için AKP hükümetine yetki verdi. TÜRKİYE IRAK'IN İŞGALİNE KATILIYOR…"

Yani: Hikmet Bila'nın, Türk ordusunun Irak'taki varlığını "Amerika'nın tetikçisi olma" diye tanımlama hakkı vardır… Cumhuriyet gazetesinin, hem de haberde yorum yaparak bunu belirtme hakkı vardır… Ama aynı şeyi "işbirlikçi bir aşiretin temsilcisi" söyleyince ağzına biber süreriz…

"Millî" gazeteciliğin koca koca adamları çocuklaştıran bir yanı da var… (A.G.)


Meğer sihirbaz 'hile' yapmış!

Derren Brown adlı bir sihirbaz, İngiltere'de Channel Four televizyon kanalında canlı yayında, "Rus ruleti" gösterisi yapmış. Hani şu, toplu tabancada bir tek mermi bırakıp, oyuna katılanların "rastgelmeye" diyerek tetiği çektikleri şu "oyun"...

Sihirbaz gösteride "risk" almada epeyce de ileriye, sondan bir önceki mermiye kadar ilerlemiş...

Neyse, gazetelerin geniş yer verdiği bir gösteri söz konusu.

Adam zaten ismi üstünde bir "sihirbaz", aktarılan olay ise zaten ismi üstünde bir "gösteri".

Hürriyet gazetesi ertesi gün haberi yetiştirmiş:

"Sahtekar çıktı"(!)

Yani, İngiliz polisinin yaptığı açıklamaya göre, meğer söz konusu "gösteri"ye "hile" karışmış...

Polis, sihirbazın gösteride gerçek mermi kullanmadığını ve dolayısıyla hayatını tehlikeye atmadığını açıklamış.... Zaten böyle bir duruma izin vermezlermiş...

Fakat görüyorsunuz, belli ki Hürriyet bu işe çok bozulmuş! "Sahtekar çıktı" diyor...

Belli ki gazete "aldatılmaya" hiç mi hiç tahammül edemiyor...

Olayın kahramanının bir "sihirbaz", "hileli" olduğu anlaşılan olayın bir "gösteri" olduğunu tamamen unutulmuş...

Gazetenin "sihirbazlık" numaraları söz konusu olsa bile aldatılmaya hiç tahammülü yok.

Madem "Rus ruleti" gösterisi yapmaya karar verdin, gerçek mermi kullanacaksın...

Madem sahnedeki kadını testere ile ortadan ikiye ayırmaya karar versin, işi sonuna kadar götüreceksin...

Madem kanatlanıp uçmaya karar versin, "sahtekarlık" yapmadan basbayağı uçacaksın...

Yok öyle numara... Milleti aldatamazsın! "Naif" bir bakış tabii... Sihirbazın "Rus ruleti" oynarken çekilmiş fotoğrafının üzerinde "Derren Brown hile yapmış"(!) yazıyor...

Yahu adamın mesleği zaten tamamen "hile" üzerine kurulu.... Ne yapsın, sizi hayal kırıklığına uğratmamak için tabancaya gerçek mermi mi sürsün?! (K.B.)


Okur temsilcisinin 'not'unu aradık ama…

Daha önce de yazmıştık, Hürriyet'te yayımlanan okur mektuplarının bazısına düşülen "Temsilcinin notu" ibaresi, çoğunlukla kendisine en fazla ihtiyaç duyulan noktalarda değil de "not" yazmanın çok da zor olmadığı mektupların dibinde görülüyor… ODTÜ Rektörü Prof. Dr. Ural Akbulut'un gönderdiği mektubu okuyup da altında "Temsilcinin notu"nu göremeyince bir kez daha "işte gene…" dedik içimizden. Mektup aynen şöyle:

"Gazetenizde 25 Eylül'de yayınlanan 'Kubilay Kavgası' başlıklı haberin içinde yer alan 'Erdoğan sözlerini geri alsın, yoksa kara cüppeliler diyen Adnan Menderes gibi tarihe kara leke olarak geçer' sözleri bana ait değildir. Verdiğim demecin aslı 'Sayın Başbakan bu ifadeyi düzeltir ya da açıklık getirir diye bekliyorum. Aksi takdirde kara cüppeliler sözü gibi 50 yıldır unutulmaz' şeklindedir. Beni gerçekten üzen, yukarıdaki ifademin, kullanmadığım kelimelerle tümüyle yanlış anlaşılmaya yol açacak bir şekilde yayınlanmış olmasıdır."

Evet, nasıl oluyor bu? Görüyorsunuz, Hürriyet'çilerin rektöre, "Adnan Menderes'in akıbetine uğrar" dedirtmesine sadece bir adım kalmış… Bir editor, eline ulaşan bir metni nasıl böylesine eğip büker? Okur Temsilcisi'nin ilgili editöre başvurup, "nasıl oldu bu iş" diye sorması elvermez mi? (A.G.)


Berkan, uç bir model teklif ediyor

Radikal'den İsmet Berkan, hükümetin Meclis'e sevk ettiği, meslek lisesi mezunlarının üniversiteye girişlerini kolaylaştırmak amacını taşıyan yasa tasarısını tartışıyor. Söz haliyle imam hatip liselerine gelince, yazarın "Bence gerçekçi olan model" diye sunduğu şu modelle karşılaşıyoruz:

"... ilköğretim okullarının mesela 6. sınıfından başlayarak ve lise eğitimi boyunca da devam eden seçmeli Kuran ve namaz derslerini koyarak, bu derslerden alınacak (ya da alınmayacak) notların da sınıf geçmeye (ya da sınıfta kalmaya) yol açmamasını sağlayarak kurulabilir. Böylece ne Kuran kurslarına ne de imam-hatip liselerine ihtiyaç kalır. Belki yüzde 90'ı normal liseye dönüştürülecek olan imam hatip binaları böylece fonksiyon kazanır, kalan yüzde 10 ise gerçekten meslek lisesi forksiyonu görebilir."

Berkan, devamla, hükümetin bu modele iltifat etmeyeceğinin besbelli olduğuna belirterek, yazısını "Yazık, çok yazık..." sözleriyle noktalıyor.

Doğrusu, hükümet ne düşünür bilemeyiz ama, bize göre Berkan'ın önerdiği "model" şöyle böyle değil, bayağı "uç" bir model. Eski "ilkokul"dan itibaren ve liseyi de kapsayacak şekilde okullara "Kuran ve namaz dersleri" koyarak imam hatip liselerinin binalarını düz liselerin hizmetine sunmak?

Ne dersiniz, bu "model" iddia edildiği gibi gerçekten "gerçekçi" bir model mi?

Bir kere biliyoruz ki, bu "model" sadece hükümetin değil, pek çok kesimin (bu arada Radikal okurlarının da!) sempatisini çekmeyecektir. Ayrıca çekmemekte de haklıdır.

Çünkü, Türkiye Cumhuriyeti'nin anayasasında madem ki "laik" olduğu yazmaktadır, bu ilke ile tutarlı kalabilmek için ilkokuldan liseye kadar okullara "Kuran ve namaz dersleri" ya da bir başka dinin gerektirdiği benzer dersler koymak (seçmeli de olsa) imkansızdır. Çünkü, imam hatip liselerinin bugün olduğu gibi birer "devlet okulu" özelliği taşıması zaten sakıncalı bir durumken, bu yetmezmiş gibi bir de bütün okullara "Kuran ve namaz dersi"nin konması nasıl açıklanabilir?

Dolayısıyla, eğer yeni bir "model" oluşturulacaksa, bunun yolu herşeyden önce, imam hatipleri "devlet okulu" statüsünün dışına çıkarmaktan geçmektedir. Bu çerçevede yapılması gereken, imam hatip liselerine süratle birer "özel okul" statüsü vermek ve bu okulların bugün olduğu gibi eğitim/öğretim faaliyetlerine devam etmesini sağlamaktır. Mezunları da, tabii ki, yeni tasarının öngördüğü gibi hiçbir kısıtlama olmaksızın üniversiteye giriş sınavına katılabilmelidir.

Böylesi çok daha makuldur, çünkü Berkan'ın önerdiği model, imam hatipleri devre dışı bırakabilmek, bugünkü ağırlıklarını sınırlayabilmek için, bütün devlet okullarını "Kuran ve namaz dersleri" ile donatmak gibi açıklanması çok daha zor bir yolu tavsiye etmektedir.

Besbelli ki bizim bu konudaki sıkıntımız, her türlü eğitim/öğretim faaliyetini mutlaka devlet "dairesi" içine sıkıştırılmak istenmesinden kaynaklanmaktadır. Ancak, maalesef bu "daire", farklı okullara (yanlış anlaşılmasın, tabii ki yine "devletin gözetimi altında" ve sadece imam hatiplerle sınırlı olmayan biçimde) kucak açabilecek nitelikte değildir....

Hayal edelim isterseniz: "Devletin gözetimi altında olmak" şartıyla (çünkü "çocuklar" yani öğrenciler kimsenin keyfine terkedilemez) farklı müfredatları uygulayan (hiç değilse "deneyen") okullar niçin olmasın? Bu arada "özel" statü kazanmış imam hatipler liseleri de, çocuklarının daha yoğun din eğitimi/öğretimi almasını isteyen anababaların seçtikleri ve mezunlarının "katsayı" filan gibi engellerle karşılaşmadığı okullar olarak niçin düzenlenmesin?

Problem herhalde, aklımıza gelen her şeyi mutlaka aynı "daire"ye sığdırmaya çalışmamızdan kaynaklanıyor.... "Kuran ve namaz dersleri" verilecekse onu da devlet (okulu) versin! Ama görüyorsunuz olmuyor; bu talep gerçekçi olmadığı gibi doğru da değil...

Sorunlara daha farklı açılardan bakmayı denesek ve ona göre çözümler üretmeye çalışsak, enerjimizi daha verimli kullanmış olmaz mıyız? "Okul"un belki de sonunun yaklaştığı bir zaman diliminde bugünün taleplerini illâki eski kalıba dökme yönünde niçin bu derece ısrarlıyız? Her çevreden insanın imam hatipler konusunda fikir yürüttüğü bir ülkede, ilkokula yeni yazdırdığı çocuğu için farklı müfredatı olan farklı bir okul talep eden "veliler" niçin hâlâ ortada yok? Yoksa çocuklarımızın aynen bize benzemelerini istiyor ve dolayısıyla onların da bizim gibi aynı talim ve terbiyeden geçmelerini mi arzu ediyoruz? (K.B.)


Esindirenler ve esinlenenler...

Tercüman'dan (9 Ekim) Cengiz Çandar:
"Türkiye, Irak'a 'sembolik' miktarda asker gönderecekse, hiç göndermese daha iyidir. Hatta, 10,000 askerin dahi çok üzerine çıkmalıdır. Örneğin, 40,000 dolayında asker gönderilmesi , çok daha anlamlı olacaktır. (...) Dışişleri Bakanı Abdullah Gül'e atfedilen 'Irak'ta İngilizlerin durumu neyse, bizim de aynı öyle olacak' sözü doğruysa, -ki, en az öyle olmalıdır- hükümet 'tarih şuuru' ile davranmaktadır ve doğru algılama içine girmiştir."

Hürriyet'ten (10 Ekim) Ertuğrul Özkök:
"Ben, Türkiye'nin sadece 10 bin askerle bölgeye gitmesini hem yararsız, hem de tehlikeli görüyorum. Bu sayı 30-40 bine çıkarılmalıdır. Yani Türkiye, Dışişleri Bakanı Gül'ün açıkladığı gibi, 'İngilizler gibi olacaksa' askeri varlığın hacmi de buna uygun olmalıdır." TBMM'nin aldığı karar, bölgede 'büyük düşünme' dönemini açıyor." (K.B.)


12 Ekim 2003
Pazar
 
YÖNETENLER: Kürşat Bumin
Alper Görmüş


Künye
Temsilcilikler
Abone Formu
Mesaj Formu

Ana Sayfa | Gündem | Politika | Ekonomi | Dünya
Kültür | Spor | Yazarlar | Televizyon | Hayat | Arşiv
Bilişim
| Dizi | Karikatür | Çocuk
Bu sitede yayınlanan tüm materyalin HER HAKKI MAHFUZDUR. Kaynak gösterilmeden çoğaltılamaz.
© ALL RIGHTS RESERVED